Halk Hikâyesi Nedir?

HALK HİKÂYESİ NEDİR?

İçerik:
» Halk Hikâyesi Nedir?
» Halk Hikâyelerinin Özellikleri
» Halk Hikâyelerinin Şekil Özellikleri
» Halk Hikâyelerinin İçerik Özellikleri
» Halk Edebiyatı ve Halk Bilimi Ürünleri
» Halk Hikâyelerinin Kaynakları
» Halk Hikâyelerinin Bölümleri
» Halk Hikâyelerinin Sınıflandırılması

Halk Hikâyesi Nedir?

Destan, masal, efsane ve fıkra gibi anlatmaya dayalı türlerden olan halk hikâyelerinin Türk halk edebiyatı içinde önemli bir yeri vardır. Hikâye kelimesi ilk defa 9. yüzyılda al- Cahiz tarafından kullanılmıştır. Kelime, genel olarak “anlatma, benzetme, tarih, destan, kıssa, masal, rivayet” anlamlarına gelir. Ülkemizin önde gelen çeşitli ansiklopedilerinde hikâye kavramı üzerinde durulmuştur. Genel sözlüklerde de yukarıdaki tarifin benzerlerini görmekteyiz.

Hikâye anlatma ve dinleme geleneği çok eskilere dayanır. Önceleri Asya’da görülen hikâye anlatma ve dinleme geleneği daha sonra bazı kıtalara da yayılır. Bu geniş coğrafyanın içerisinde önemli bir yeri olan Türklerde ise hikâye anlatma ve dinleme, ilk törenlerde (sığır, şölen/şeylan, yuğ) karşımıza çıkmaktadır. Bilhassa sığır ve şölen/şeylan törenlerinde hikâyenin anlatıldığını, insanların bu hikâyeleri dinleyerek hoşça vakit geçirdiklerini biliyoruz. Bu durumu Özdemir Nutku, “Hikâye anlatmanın kaynağına gidersek, eski Türk boylarının av törenlerinde şiirin ve ozanın ne kadar önemli bir yeri olduğunu saptarız. Eski dönemlerde, bu avların mutluluk ve bolluk getirmesi için büyücülükle ilgili şiirler söyleyen din adamı-ozan görünümünde şiirler söyleyen kişiler vardı. Köprülü, yeni dinler geldikten sonra avlan izleyen şeylanlarda hükümdarların büyüklük ve kahramanlıklarını bildiren övgüler düzüldüğünü ya da eski kahramanların menkıbelerini anlatan kahramanlık destanlarının okunduğunu belirtir.” (Nutku 1997: 11) şeklinde anlatmaktadır.

Fuad Köprülü de, “Oğuz Türklerinin kurdukları büyük küçük muhtelif devletlerde, sâir İslâm saltanatlarında olduğu gibi, hükümdarı eğlendirmekle vazifeli nedim ve komiklerin bulunduğuna kolaylıkla hükmedebiliriz. Nitekim Anadolu’da Selçuklu saraylarında, Bizans İmparatorlarının taklitlerini yaparak sultanları eğlendirmeğe çalışan bir takım komik ve taklitçilerin bulunduğunu Bizans kaynaklan bize bildiriyor. Bunlardan ayn olarak da, Selçuklu ordularında ve saraylarında, Farsça kasideler ve gazeller yazan şairlerden tamamen farklı, bir takım ozanların bulunduğunu Şark kaynaklarından öğreniyoruz. ” (Köprülü 1999: 375) demektedir. Elbette ozan, baksı, kam, şaman geleneğinin de hikâye anlatmada önemli bir yerinin olduğu açıktır. Çünkü yukarıda belirttiğimiz törenlerin yöneticileri büyük ölçüde ozanlar, baksılar, kamlar ve şamanlardı. Bir dönem şairliği, halk hekimliğini, büyü işlerini birlikte yürüten bu dörtlü daha sonra kendi aralarında iş bölümü yapmışlardır. Buna göre şiir söyleme, kopuz çalma ozanlara; büyü ve halk hekimliği yapma da kam, baksı ve şamanlara verilmiştir. Muhtemelen halk hikâyesi anlatanların ilk ataları bu ozanlar ve kopuzcular olmalıdır.

Nazım ve nesir olarak karışık bir yapı gösteren ve hacim bakımından uzun olmasıyla da diğer halk anlatılarından kolaylıkla ayrılabilen halk hikâyeleri, Türk halkının kültür değerlerini bünyesinde toplayan önemli türlerden birisidir. XVI. yüzyıldan günümüze gelene kadar toplumun çeşitli kesimlerinin ilgisini çeken bu metinlerin konusu sevgi ve kahramanlıktır. Bazen de bu iki konu bir hikâyede birlikte yer alabilmektedir. Bazı araştırıcılar, Doğu Anadolu Bölgesi’nde serküşte, Çukurova’da bozlak adı verilen hikâyeli türküleri de halk hikâyeleri içerisinde ele almışlardır. Bunlara şiirsiz kara hikâyeler ile koçkların maceralarını konu alan metinleri de eklememiz gerekmektedir.

Dede Korkut hikâyelerindeki boy boylamak, soy soylamak söyleyişi ile Köroğlu hikâyelerindeki kol kavramı da hikâye yerine kullanılmıştır.

Bugün Türk dünyası dediğimiz coğrafyanın tamamına yakın bir kısmında Anadolu Türklerinin halk hikâyesi dediği tür destan (dastan, dessan) olarak adlandırılmaktadır. Kavramın Türk dünyasındaki karşılıkları ise şu şekildedir:

Halk hikâyesi (Türkiye), hikâye, masal (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti), dastan, masal (Irak Türkleri), dastan, hekâye (Azerbaycan), dessan, halk dessanı (Türkmenistan), dastan, halk dastanı (Özbekistan), dastan (Kazakistan ve Kırgızistan), dastan, hikâye (Uygur Türkleri), dastan (kahramanlık ve sevgi konulu hikâyeler, Tataristan), destan (Kırım Tatarları), annatmak (halk hikâyeleri masallaştığı için, Gagauz), hikâye, masal (Balkan Türkleri) (Alptekin 2009: 21-22). Ancak bu terimlerin bazıları ülkesine göre kardeş türleri de içine alan bir genişliğe sahiptir.

Hikâye kavramı başlangıçta Arapçada kıssa ve rivayet anlamlarında kullanılmıştır. Daha sonra eğlendirmek amacıyla taklid anlamında görülürse de, hikâye gerçek veya hayalî olayların, maceraların özel bir üslupla nakil veya tekran demektir (Elçin 1986: 444). Halk hikâyesi ise Anadolu’da göçebelikten yerleşik hayata geçişin ilk edebî ürünlerinden olup aşk, kahramanlık, vb. gibi konuları işleyen, Türk, Arap, İran ve Hint kaynaklı olan, büyük ölçüde âşıklar ve meddahlar tarafından anlatılan, nazım nesir karışımı anlatmalardır (Alptekin 2002: 18).

Alman Türkolog Otto Spies ise, daha çok sevgi konulu halk hikâyelerinden hareket ederek, halk hikâyesini “Bir sevgiliyi elde etme yolundaki maceraları anlatan masal.” olarak tanımlamıştır (Boratav 1946: 72).

HALK HİKÂYELERİNİN ÖZELLİKLERİ

Halk hikâyeleri çeşitli açılardan incelenebilir; ancak bunların en önemlileri aşağıda sırayla ele alınacaktır.

Halk Hikâyelerinin Şekil Özellikleri

1. Halk hikâyeleri, nazım, nesir karışımı anlatmalardır. Bu yönüyle diğer halk anlatmaları olan masal, efsane ve fıkradan kolaylıkla ayırt edilebilir. Her ne kadar masal metinleri arasında, çok az da olsa, manzum kısımlar varsa da, bunlar halk hikâyelerinin yanında çok zayıf kalır.

Halk hikâyelerindeki tasvirlerle duygusal olarak düşük yoğunluktaki kısımlar mensur olarak anlatılır. Duygu yoğunluğunun arttığı yerler ile konuşmalar ise genellikle şiirlerle dile getirilir.

Manzum parçalar büyük ölçüde hece vezniyle söylenir. 7, 8, 11, 14 ve 15’li hece ölçüsüyle karşılaştığımız bu şiirlerin vezin çeşitliliği anlatıcının ustalığından kaynaklanmaktadır. Usta anlatıcılar daha çok 7, 8 ve 11 heceli şiirlere ağırlık verirler. Tahir ile Zühre, Arzu ile Kamber gibi hikâyelerde manzum kısımlar daha çok 7 hecelidir. Diğer halk hikâyelerinde ise 8 ve 11’liler çoğunluktadır. Halk hikâyelerinin değişmeyen kısımları manzum olanlardır. Mensur kısımlarda ise anlatıcı konuyu değiştirmemek şartıyla istediği değişikliği yapma serbestliğine sahiptir. O, ana yapıyı bozmamak şartıyla metne eklemeler yapabilmekte veya tam tersi olarak metni kısaltma yoluna gidebilmektedir. Aslında olmayan, ancak anlatıcısına göre eklenebilen kısa hikâyeler de vardır. Karavelli adı verilen bu ek hikâyecikler her anlatıcıda farklı olabilir (Boratav 1946: 51).

Halk hikâyesi anlatma geleneği Doğu Anadolu’ya özgü olup başka bölgelerimizde daha az görülür. Bu bölgede hikâyeler duvaggapma, peşrov, selçuk, vb. gibi adlar verilen bölümle başlar. Bu bölüm, eğer şiirle başlayacaksa, en az üç ayrı şiirin okunması gerekecektir.

Anlatıcı, halk hikâyesinin aslında yer alan türkülerin veya şiirlerin dörtlükleri arasına bir mâni yahut sekiz heceli başka türkü veya şiirin dörtlüklerini ekleyebilir. Buna, türkülerin peşrevi (Boratav 1946: 51) adı verilir. Aşağıda, hikâyenin aslında yer alan 11 heceli bir türkünün son dörtlüğünün ardından söylemiş mani biçimdeki peşrevi görülmektedir.

Abdulla’yam yanar gönlüm oda yar
Sığal bağrım başı yanar oda yar
Eğer gelse beni salan oda yar
Ne doğrusun deyer ne sagi neyler

Bayatısı [mânisi]:

Gargamışa
Yol gider Sarıgamış’a
Yüz böyle neylesen
Hir Mevla gargamışa (Türkmen-Cemiloğlu 2009: 78).

Halk hikâyelerindeki şiirler daha çok hikâyenin birinci derece kahramanları tarafından söylenir. Aşağıda, Sevdakâr hikâyesinin baş kadın kahramanı Gülenaz ile yardımcı karakter nenenin karşılıklı söylediği şiir yer almaktadır.

Aldı nene:
Yerişende derdim eyledim malum
Keşge demeseydim lal olsun dilim
Sana yar mı olur o gannı zalim
Ahlını zihnini oğratma zaya
Aldı Gülenaz:
Gülenaz şad değil yas donu giyer
Gönlü gamgin olan canından doyar
Rica minnet gabul etmesse eğer
Niye düşmedin sen hak-i paya (Türkmen-Cemiloğlu 2009: 403).

Bazen de kahraman karşısındakine; dil ile mi, tel ile mi söyleyeyim, diye sorar. Anlatıcı manzum konuları daha çok saz eşliğinde söyler. Eğer sazı yoksa veya saz çalmasını bilmiyorsa eline aldığı bir sopayı saz gibi kullanabilir.

Halk hikâyelerinde karşılaştığımız nazım-nesir karışımı olma özelliği Hazar Denizi’nin batısındaki Azerbaycan, Türkiye ve Balkanlarda ortaktır. Ayrıca bu durum az da olsa Türkistan coğrafyasındaki metinlerde de görülmektedir. Ancak bu metinlerin zaman zaman manzum olma özelliği ile de karşılaşmaktayız.

2. Halk hikâyelerinin girişinde, masallardaki kadar olmasa bile, kalıplaşmış sözler de görülür. Bunların yazılı kaynaklarda daha belirgin şekilde görülmelerine karşılık anlatmalarda daha az yer verilir. Bu kalıplaşmış sözlerin ustalıkla yerli yerinde kullanılabilmesi anlatıcının ustalığıyla orantılıdır.

Efendim, olsun deminiz, olmasın geminiz, hayıra dönsün serenceminiz. Deyiller ki… (Aslan 1990: 137).

Hikâyenin sonu da bir dua ile tamamlanır: “Hekâyemiz burada menziline yetdi. Allah darda galanlari, mırad üsdünde olanlari mıradıma kavuşdusun.” (Bali 1973: 187).

3. Halk hikâyelerinin dili sözlü anlatmalarda sade, anlaşılır olmasına karşılık, yazıya aktarılmış metinlerde daha ağırdır. Sözlü kaynakların dil özelliklerinde, anlatıldığı coğrafyanın ağız özelikleri öne çıkarken yazılı kaynaklarda dönemine uygun bir anlatım vardır.

Oğlan işdüdüb serv-i cibânın yannına glüb,‘Ben giderim’ diyince hûblar şâhı sarmaşub feryad idince, bu kadar yalvardı çare bulamadı (Türkmen 1974: 200).

4. Halk hikâyelerinin giriş kısmına hikâyenin aslında olmayan parçalar eklenebilir. Bunlar bölgelere göre farklı adlar altında (selçuk, peşrov, sersuhane) söylense de işlevleri aynıdır.

5. Yazma ve basma kaynaklardaki halk hikâyelerinin uzun olmasına karşılık, kaynak kişilerin anlattığı halk hikâyeleri daha kısadır. Çünkü özellikle basma kaynaklarda hazırlayanların halk hikâyesini eksiksiz olarak kaleme almaları söz konusudur. Ayrıca insanların konuya ilgisinin azalması sonucunda sözlü hikâyelerdeki manzum parçalar büyük ölçüde unutulmaktadır.

6. Halk hikâyelerindeki güzel ve çirkin tasvirlerinin dili Arapça ve Farsça tamlamalarla süslü bir dil olup oldukça da ağırdır. Ancak sade bir dille söylenenleri de görülür. Zaman zaman tekerleme özelliği gösteren bu metinler, seci ve aliterasyonlarla süslenmiştir:

“Âfet-i cihan, hükmü Süleyman, bir karış gerdan, Zelhâ-yı sânî, Yusuf-i zaman, alı al kırmızısı kırmızı, her bir kırmızısı değer yüz bin kırmızı (altın); yanağına bir fiske vursan bal palûzesi gibi, kırk gün, kırk gece tim tim titrer. ” (Boratav 1946: 42).

“Geddi hub gemet, Zülfü zülûmat, Cebhi mâhiyyat, Gaşdarı heddet, Heddi gudûret, Müjgânı Herrat, Dü çeşmi afat, Bir bedir sıfat, Dihanı neba, Etri Melahat, Buhah ebiyyat, Sinesi seyhat, Meleh secehat, Gılman nezaket, Hüriye nisbet.” (Aslan 1975: 355).

“Yapağı saçlı, bir kazan başlı, bir kazma dişli… Bir inek başlı, bir camus ayaklı, karnı dalaklı, burnu sümüklü, gözü çapaklı, kalbur kulaklı… Beli bükülmüş, dişi sökülmüş, bir nesne bilmez, hiç yüzü gülmez” (Boratav 1946: 44).

7. Halk hikâyelerinde kahramanların hareketleri, bir yere gidişleri, bir olaydan başka bir olaya geçişleri ve uzun zamanı kısaca ifade etme, vb. gibi olaylar kalıplaşmış sözlerle ifade edilir.

“Derelerden sel kimi
Tepelerden yel kimi
Hamza Pehlivan kimi
Bâdei serser kimi
Âşıh dili yüyrüğ olu
At ayağı külüng olu
Tez vurur tez yetirir
Menziline tez götürür” (Aslan 1975: 232).

8. Halk hikâyesi metinleri içinde, kıssadan hisse almak, konuyu daha iyi anlatmak gibi amaçlarla diğer halk edebiyatı ve halk bilimi ürünlerinin örneğine bolca rastlanabilir.

En sık rastlanan edebi türler şunlardır:

a. Masal ve Efsane:

Masal, örneğin kıssadan hisse çıkarmak amacıyla hikâyenin içine yerleştirilebilir. Örneğin, Erzurumlu Meddah Behçet Mahir, Eşref Bey hikâyesinde çok bilinen bir hayvan masalını anlatır.

Efsanelerimizde önemli bir yeri olan tayyi zaman ve tayyi mekân motifini Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre ve Âşık Garip hikâyelerinde de bulmaktayız (Bkz. Ek: Metin 2).

Bu etkileşimin ters yönlüsü de söz konusudur. Örneğin, halk hikâyeleri içerisinde önemli bir yeri olan Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber, Tahir ile Zühre hikâyelerinin sonuç bölümlerinde karşılaştığımız mezarda gül bitmesi motifi bugün efsaneler içerisinde değerlendirilmektedir. Yine, Köroğlu ile ilgili anlatılarda efsane unsurlarıyla karşılaşılabildiği gibi, Köroğlu, aşağıda örneği sunulan, Osmaniye’de tespit edilen yer adlarıyla ilgili bir efsaneye kaynak da olabilmektedir:

“Adana’nın Osmaniye ilçesinin (şimdi Osmaniye il) tren istasyonundan Adana’ya doğru eski Adana yolu gider. Bu yol üzerinde Viranşehir denilen bir yer vardır.

Yıllar önce burada bir şehir kuruluymuş. Şehrin nasıl kaybolduğu bilinmemektedir. Yalnız kalıntılardan bir şehir olduğu anlaşılmaktadır.

Bir zamanlar Köroğlu, babası ile buradan at üzerinde geçerler. Bu sırada babası Köroğlu ’na:

“Oğlum nereye geldik?” der.

Köroğlu da babasına bulunduğu yeri tarif eder. Bunun üzerine babası kafasını eğerek gitmeye başlar. Köroğlu, babasına başını neden eğdiğini sorar. Babası: “Ağaç dallarına başım değmesin diye eğiyorum.” der.

Bunun üzerine Köroğlu: “Eski çamlar bardak oldu, ağaç mı kaldı?” der.
Köroğlu ’nun babası da: “Desen ki koca şehir viran oldu.”

Bunun üzerine o yöreye Viranşehir denilir. Günümüzde o şehirden kalıntılar (bahçe duvarı, cere kırıkları, vb.) rastlanmaktadır.

Burada “yapılı” adı verilen bir de su bulunmaktadır. “Hüyük” denilen tepede buradadır (Gökfidan 1991: 52).

b. Dualar:

Halk hikâyesi anlatıcıları sık sık dua (alkış)lardan yararlanırlar. Bu tür dualar fertler için yapıldığı gibi, geneli de konu almaktadır. Hikâyelerin giriş kısımlarında “Ey benim Rabbim, ben senden şunu isterim ki bene vermezsen verme, yeter ki benim kardaşımm yüzünü güldür.” (Altun 2007: 207); orta kısımlarında,

“Size hayırlı günler nasip etsin. Allah devamlı olarah Türkiyemize zarar vermesin.” (Türkmen-Cemiloğlu 2009: 824); hikâyelerin sonunda ise, “Bu hikâyemiz burda sona erdi. Allah Türkiye Cumhuriyetimize bir mani keder vermesin. Sizlere de hayırlı ömür, hayırlı işler nasip olsun. ” denilir (Türkmen-Cemiloğlu 2009: 466).

c. Atasözleri:

Halk hikâyeleri atasözleri için önemli bir kaynaktır. Bugün halk hikâyesi metinleri arasında binlerce atasözü tespit edilmiştir. Halk hikâyelerinde atasözleri daha çok eğitici konular işlenirken verilir. Aşağıda atasözlerinden örnekler sunulmuştur.

“Arayan Tanrısın da bulur belasını da bulur.” (Görkem 2000: 222).
“Yahu bizim atdığımız daş gurbağayı ödemir. ” (Türkmen-Cemiloğlu 2009: 536).
“Meşhur darb-ı meseldir ki: Deryaya düşen yılana sarılır.” (Boratav 1946: 240)
“ Gemisini gurtaran gaptandır.” (Aslan 1990: 102).
“Devletlü, her geceyi kadir bil, her kişiyi Hızır bil. “ dediler (Şimşek 1987: 208).
“Hırhız evden olirsa, öküz bacadan da çalınir.” (Sakaoğlu vd. 1999: 23).

Ayrıca, hikâyelerde anlatıcının yaşadığı bölgeyle ilgili birtakım örf ve âdetlere, kültürel özelliklere rastlanabilir. Özellikle doğum, evlenme ve ölüm âdetlerinde metnin aslına bağlı kalınmayıp kaynak şahsın bildiği şekilde anlatılır.

“…Hayırlı olsun diye hokkabaz, davulbaz, oyunbaz, o günkü gün, ahşama kadar, Tifliz’in içerisi baştanbaşa seslendi. Gençler, çok oyunlar oynadi. O gün, perşembe gecesi idi, iki âşığı muradına verdiler.” (Türkmen 1974: 241).

Halk Hikâyelerinin İçerik Özellikleri

1. Halk hikâyelerinin konulan genellikle aşk (Ereişli Emrah, Derdiyok ile Zülfi Siyah, Arzu ile Kamber, Tabir ile Zühre, vb.) ve kahramanlık (Köroğlu, Kaçak Nebi, vb)tır. Bazen de iki konu birlikte işlenmiştir (Kirmanşah, Yaralı Mahmut, Şah İsmail, Bey Böyrek, vb).

2. Halk hikâyelerinde anlatılan bazı olayların tarihle çok yakın ilişkisi vardır. Köroğlu hikâyelerinde celali ayaklanmalarının; Ercişli Emrah ile Selviban hikâyesinde Şah oğlu Abbas’m Van Kalesini kuşatmasının; Yaralı Mahmut hikâyesinde İstanbul Padişahı’nınGence’ye yaptığı seferin izlerini bulabilmekteyiz.

3. Halk hikâyeleri gerçek olmanın yanında olağanüstülüklerle de süslenmiştir. Konuyu örneklendirecek olursak; Köroğlu’nun su üzerindeki üç köpüğü içmesi üzerine şairlik, kahramanlık ve ölümsüzlük özelliklerini kazanması (Boratav 1946: 250-251); Aşık Garip’in, Hazreti Hızır’ın atının ayağının altından aldığı toprağı, annesinin görmeyen gözlerine sürmesi üzerine gözlerinin açılması (Türkmen 1974: 287); Kamber’in bedduası üzerine Arzu’nun gelin giderken bindiği bütün atların belinin kırılması (Şimşek 1987: 91); Kerem ile Aslı’nın yanarak kül olması (Duymaz 2001: 68-78) gibi.

4. Kahramanlar genellikle ailenin tek çocuğu olup olağanüstü bir şekilde dünyaya gelir. Sevgi konusunu işleyen halk hikâyelerinde padişah ve vezirinin çocuğu olmaz. Gurbete çıkarlar, dinlenmek ve ibadet etmek için bir su başında dururlar, iki rekât namazın ardından dervişle (Hazreti Hızır, pir) karşılaşırlar. Onun verdiği elmanın yenilmesiyle kadın hamile kalır ve dokuz ay sonra çocukları olur. Padişah ve vezirinin çocukları zeki olmalarının yanında, herkesin dikkatini çekecek derecede güzel ve yakışıklıdırlar da. Ayrıca padişah ve vezirin başka çocukları da olmaz. Bu sebepten gerek halk hikâyesinin kadın kahramanı, gerekse erkek kahramanı biricik kız ve biricik oğuldurlar. Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Emrah ile Selvihan, vb. gibi.

5. Halk hikâyelerinin kahramanları değişik şekillerde birbirlerine âşık olurlar. Bunları dört ana başlık altında sıralayabiliriz:

a. Bade içme yoluyla âşık olma: Türk dünyası anlatmalarının tamamında görülmektedir. Bade (buta, bota) içme âşıklık ve halk hikâyecililiğinin dışında şaman ve destancı olmada da görülmektedir.

Konuyla ilgili İlhan Başgöz’ün değerlendirmesi şu şekilde özetlenebilir:

1. Uykuya yatma.
2. Rüyada pir elinden dolu (buta, bade) içilme.
3. Bayılma, ağızdan köpükler saçılma.
4. Müzik aletinin sesinin duyulması üzerine ayılma.
5. Destan veya şiir söylemeye başlama (Alptekin 2009: 38-39).

Türkiye’de âşıklık geleneği ve halk hikâyeciliğinde gördüğümüz bu gelenek Azerbaycan ile birlikte diğer Türk ülkelerinde de ortaktır. Ancak coğrafyaya bağlı olarak haycı, destancı, halk hikâyecisi olunabilmektedir. Şamanlıkla olan benzerlikten hareketle de Türk âşık edebiyatında gördüğümüz bu geleneğin yeni olmadığını, İslâm öncesi âdetleriyle ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.

Anadolu sahası araştırıcıları bade içme motifini dört ana başlık altında değerlendirmişlerdir:

1. Hazırlık safhası: Âşık ve maşukun bade içmeden önceki (âşık olmadan önceki) durumunun ele alınması.

2. Rüya: Bir yerde (çeşme, harman, mezarlık) uyuma, pir (aksakallı ihtiyar, derviş, Hazreti Hızır) elinden üç bade içilmesi.

3. Uyanış: Baygın vaziyette yatan kahramanın saz sesini duyunca uyanması.

4. İlk deyiş: Âşığın rüyada olanları şiirle ifade etmesi (Günay 1986: 116-117).

Bade içmenin iki çeşidi vardır. Eğer hikâyeci, anlatmasında kahramanlık temasını işleyecekse er dolusu bade içirilir. Bunun pek fazla örneği olmayıp Anadolu sahasında Köroğlu’nun bu çeşitten bade içtiği düşüncesi yaygındır.

Sultan Murad tarafından babasının gözlerine mil çekilmesi üzerine Köroğlu (asıl adı Ruşen Ali) intikam almak için yurdunu, evini barkını terk eder. Bingöl civarında bir pınar başında üç derviş görür. Selâm verir. Dervişler onu davet ederler. Köroğlu da yanlarına oturur. Dervişlerden birisi diğerine sorar: “Hangi badeden sunalım?”

Diğerleri, Köroğlu ’na bakarlar: “Er dolusu!”
Öteki derviş tası, pınardan doldurarak Köroğlu ’na verir. “Yaradan aşkına iç!” der.
İçince: “Aman derviş baba yandım.” der.
Derviş bir daha doldurur verir: “Bunu da iç pirler aşkına.”
Köroğlu ikinci doluyu da içer.”Aman yandım, bağrımı ateş kapladı!” der.
O zaman derviş bir bade daha sunar. “Bu da seveceğin kız aşkına, nasibin üç olsun.” der.

Köroğlu üçüncüyü de içince ateş kesilir. Hemen orada eline geçirdiği bir odun saz olur. Başlar Köroğlu en usta âşıklar gibi çalıp söylemeye. ” (Hınçer 1968: 5160).

Halk hikâyesi anlatıcısı, kahramanları birbirine âşık edecekse bu durumda pir dolusu bade içirilmektedir. Bu çeşitten badenin pek çok halk hikâyesinde örneği vardır.

Pir dolusu badeyi, Âşık Garip, Âşık Tahir, Âşık Kerem, Ercişli Emrah, Çıldırlı Âşık Şenlik, Harmanlı Sümmanî, Bardızlı Nihanî, Posoflu Müdamî, Posoflu Zülâlî, Bayburtlu Celalî, Âşık Yaşar Reyhanî, Âşık Murat Çobanoğlu, Âşık Osman Feymanî, Âşık Şeref Taşlıova, Temel Turabî, Öksüz Ozan, Erol fiahiner, vb. içtiklerinden söz etmektedirler. Yukarıda adlarını saydığımız âşıkların büyük çoğunluğu bade içmenin dört aşamasını da tamamlamışlardır.

Badeyi; üçler, yediler, kırklar, Hazreti Hızır, Hazreti Ali, Hazreti Peygamber içirmektedir. Rüyada sıvının dışında, bir dilim portakal, elma, turunç da verilmektedir. Mesela Erzurumlu Temel Turabî bir dilim portakalı yedikten sonra âşık olmuştur.

Aşık Temel Türabî’ye göre bade ilahî bir rüzgârdır, bir sevgidir. Allah’ın vermiş olduğu bir tattır. Badenin sebebi de bazen sıra dışı bir olay, bir dilim portakal, uyku açmada kullanılan bir tas şerbet, vb.dir.

Bade içildikten sonra halk hikâyesi kahramanlarında gözle görülür değişiklikler oluşur. Örneğin, Asuman ile Zeycan hikâyesi’ndeki gibi ağzından köpük saçılması (hikâyenin tamamı için bkz. Ek: Metin 3), yemeden içmeden kesilmesi, kahramanın yalnızlıktan hoşlanması, vb. gibi.

b. Aynı evde büyüyen kahramanlar kardeş olmadıklarını öğrenince birbirlerine âşık olurlar: Dervişin verdiği elmanın yenilmesiyle dünyaya gelen padişah ve vezirin çocukları başlangıç itibariyle birbirlerini kardeş zannederler. Ancak arabozucu bir tip olan cadının gençlere kardeş olmadıklarını açıklaması üzerine bunlar birbirlerine karşı ilgi duymaya başlarlar. Bunun üzerine kız saraya hap-sedilirken erkek sürgün edilir. Arzu ile Kamber, Tahir ile Zühre hikâyelerinde bu tür âşık olmanın örnekleri görülmektedir.

c. İlk görüşte âşık olma: Halk hikâyeleri kahramanları arasında gördüğümüz bir başka âşık olma özelliğidir. Genellikle ava giden delikanlı ilk defa karşılaştığı kıza âşık olmaktadır. Şah İsmail hikâyesinde Şah İsmail, Cihan ve Abdullah hikâyesinde Abdullah, Hurşit ile Mahımihri hikâyesinde Hurşit av alanında gördükleri kızlara (Gülizar, Cihan, Mahımihri) âşık olmaktadırlar.

ç. Resim görerek âşık olma: Bu yolla âşık olmaya halk hikâyelerinde daha çok rastlamaktayız. Bezirgân veya dervişin gösterdiği resimdeki kızı gören genç, anında kendisinden geçer ve bayılır. Bunun üzerine hekimler çağırılır, fakat onun derdi hekimlik değildir; o gördüğü resme âşık olmuştur. Bu motifi daha çok Köroğlu kollarında görmekteyiz.

6. Destan ve masalda olduğu gibi, halk hikâyelerinin de özel anlatıcıları vardır. Masal anlatana masal anası, masal ninesi; destan anlatana, destancı, ırcı, yırci; halk hikâyesi anlatanlara hekâtçı, meddah, âşık gibi adlar verilmektedir.

7. Hikâyenin bazı bölümlerinde dinleyiciler (okuyucular) için yapılan dualar vardır. Halk hikâyelerinde ferdî yapılan duaların yanı sıra geneli içeren dualar da bulunmaktadır. Bunlar hikâyenin başında, ortasında ve sonunda karşımıza çıkmaktadır.

Tespit ettiğimiz yüzlerce dua örneğinden üçü ve kullanım yeri şöyledir:

a. Yarım kalan, bir gecede bitmeyen hikâyelere ertesi gün kaldığı yerden başlama: Sabah oldu, cümlemizin üstüne hayırlı sabahlar açılsın.

b. Hikâyenin belirli yerlerinde, özellikle sabah vakti için kullanılan dua: …O gece geldi, sabah oldu. Hayırlı sabahlar cümle âlemin üzerine açılsın inşallah.

c. Hikâyenin kahramanları birbirine kavuştuktan sonra: Hikâyemiz erdi hâtime, rahmet olsun gelmiş geçmiş cümle kara toprakta yatana. Gerek Gül’ün, Ali Şîr Nevâyî’nin veHüseyin Baykara’nınruhuna ve gerekse nâmurâd ölmüş âşıkların ruhuna Fatiha. Hepsini Mevlâ garik-i rahmet eyleye!Âmin!” (Boratav 1946: 247).

8. Kahramanların en büyük yardımcısı, Hazreti Hızır’dan sonra binitleri olan attır. Halk hikâyelerinde Hızır daha çok darda kalındığı anda kahramanlara yardım eder. Nitekim Hazreti Hızır, Kerem ile Aslı ve Âşık Garip hikâyelerinde dağ başın-

da veya zorda kalan kahramanı atının terkisine alarak kurtarmakta ve kısa zamanda gitmek istedikleri yere ulaştırmaktadır.

At ise bütün halk hikâyelerinde erkek kahramanla kardeş gibidir. Atın dünyaya gelişi ile kahramanın doğumu arasında paralellikler vardır. Hazreti Hızır (derviş, pir, ak sakal)’ın verdiği elmayı çiftler yerken kabuğunu da ahırdaki kısrak yemektedir. Böylece doğacak kahramanla birlikte onun biniti de doğuma hazırlanmaktadır.

Bu atların bazılarının özel adları vardır: Karakaytaz: Kirmaşah’ınatı. Kır ve Doru Atlar: Köroğlu’nun atı. Düldül: Hazreti Ali’nin atı. Aşkar: Battal Gazi’nin atı. Siyah At: Kamber’in atı. Kamertay: Şah İsmail’in atı. Bengiboz: Bey Böyrek’in atı vb.

9. Kahramanlar bazen insan dışındaki varlıklarla da konuşurlar. Kerem ve Sofu, İsfahan’dan başlayıp Halep’te sona erdirdikleri yolculuklarında her tipten insanla (kadın, erkek, çocuk) söyleşirler. Bunun yanında fazla olmamakla birlikte, geyik, ahu, ceylan, turna gibi hayvanlar, dağ, (Karadağ, Erciyes Dağı) kaya, köprü, ırmak (Kızılırmak) ve mezarlıkta karşılaştıkları bir kuru kafa iskeletiyle karşılıklı şiir söylemektedirler (Duymaz 2001: 86-87). Mecnûn çöldeki hayvanlarla Leylâ’ya (fienocak 2000: 231), Arzu, bulut ve kuşlarla (Ekrem vd. 1985: 131-132) annesine haber göndermektedir.

10. Halk hikâyelerin büyük bir kısmı yaşamış veya yaşadığı rivayet edilen âşıkların hayatlarını konu almaktadır. Tahir, Kerem (Kerem Dede), Garip, Tufarganh Abbas, Gurbanî, Emrah, Valeh, Karaca Oğlan ve Sümmanî bu âşıklardan sadece birkaçıdır. Hikâyeci, âşıklarla ilgili duyduğu hikâyelerine yeni unsurlar da ekleyerek bunları nazım-nesir karışımı olarak dinleyiciye sunarlar.

11. Metinlerde, halk hikâyesi kahramanlarının dua ve beddualarının gerçekleştiği görülmektedir. Bunun en güzel örneğini Arzu ile Kamber hikâyesinde görmekteyiz. Arzu’nun; “Allah’ım beniKamber’e kavuştur da, istersen kavuşturduğun anda canımı al!” (Şimşek 1987: 301) şeklindeki duası kabul görmüş ve iki genç birlikte ölmüşlerdir.

Kerem, Aslı’nın peşinden yıllarca koşmasına rağmen, Aslı’da herhangi bir âşıklık izi yoktur. Kerem’in; “Allah, ya Rabbi! Şu bendeki aşkın nısfını bu kıza kerem eyle” şeklinde dua etmesi üzerine Aslı da Kerem’e âşık olur: “Filhâl kız Kerem’e âşık olup yanup tutuşmaya başladı. Heman kız kapuyı açup Kerem ’in boynuna sarıldı ve Âşık Kerem ’in sazını eline aldı. Aşk ateşiyle Kerem’e bu tahrir üzere bu türkiyi söyledi…” (Duymaz 2001: 282).

Ercişli Emrah ile Selvi Han hikâyesinde saz çalmasını bilmeyen Emrah dua edince kendisine âşıklık verilir: “Ey yohları varden Allah, on sekiz bin âlemin herkeşin muradmi döne döne veren sen, herkeşi bir meskene yetiren sen, ya bene bir sevda, bilgi ver, ya burda emanatını al!” diye dua edip yattıktan sonra rüyasında bade içerek âşıklık mesleğini öğrenmiştir (Bali 1973: 103).

12. Halk hikâyelerinde mekân, üzerinde yaşanılan dünyadır. Daha çok hikâyelerin başlangıç yeri Hayber, Herat ve Isfahan’dır.

Bununla beraber bazı hikâyeler dar bir muhitte de teşekkül edebilir: Arzu ile Kamber, Asuman ile Zeycan, Hurşit ileMahımihri, vb. (Erzincan, Kalezehoş, yayla).

Bazı halk hikâyelerinde ise mekân Kafkaslar ve Ortadoğu’dur: Âşık Garip, Sümmanî ile Gülperi, Sevdakar Şah, Salman Bey ile Turnatel Hanım, Kaçak Nebi ve Mihrali Bey, gibi.

Masal kaynaklı halk hikâyelerinde ise mekân türün yapısına göre Hindistan, Kaf Dağı, Yemen, vb. olabilmektedir. Şah İsmail, Kirmanşah, Latif Şah, vb.

13. Halk hikâyelerin bir kısmında göçer hayatın izlerini bulabiliriz: Şah İsmail, Hurşit ile Mahımihri, Cihan ve Abdullah, Karaca Oğlan ile Elif.

Bunların dışında kalan halk hikâyelerinde ise zaman zaman zorunlu göçlere rastlanmakla beraber yerleşik hayat da söz konusudur: Kerem ile Aslı, Aşık Garip, Emrah ile Selvihan, vb.

14. Arap, Fars, Hint ve masal kaynaklı hikâyelerin dışında kalan halk hikâyeleri millî olup sadece Türkiye ve Türkiye dışındaki Türkler arasında anlatılmaktadır: Tahir ile Zühre, Kerem ile Aslı, Ercişli Emrah ile Selvihan, Aşık Garip, vb. olduğu gibi.

15. Halk Hikâyelerinin şahıs kadrosu geniş değildir. Asıl kahramanların dışında (Kerem, Aslı; Tahir, Zühre; Şah İsmail, Gülizar; Kirmanşah, Mahperi, vb.), kahramanların yakın çevresi (anne, baba, kardeş), idareciler (padişah, vezir, bey, vb.), yardımcı tipler (Hazreti Hızır, pir, derviş, bezirgânlar, vb), arabozucu karakterler (kocakarı, kara vezir, üvey ana, vb.) ve hayvan örnekleri (at, turna, geyik, ahu, ceylan, vb.) vardır.

16. Halk hikâyeleri genellikle mutlu sonla biter. Bununla beraber sonu çok kötü bitenler de vardır.

a. Yanıp kül olma: Kerem ile Aslı, Hazar Denizi’nin batısındaki anlatmalarda yanıp kül olurlar. Doğu varyantlarında ise yanıp kül olma motifinin yerini ölüp dirilme motifi almıştır. Ölen Kerem’in mezarında kırk yıl bekleyen Aslı’nın duasıyla sevdiği genç dirilir. Ancak bu arada Aslı çok yaşlanmıştır. Bu yaşlılığı sindiremeyen Kerem dua edince Aslı da gençleşir. Daha sonra da Hazreti Peygamber ve Hazreti Ali çiftlerin nikâhlarını kıyarlar. Yine Anadolu sahası halk hikâyelerinde de zaman zaman hikâye anlatıcıları Kerem ve Aslı’yı kavuşturmaktadırlar. Hikâyenin kavuşma ile bitmesinin çeşitli sebepleri vardır. Bunların başında dinleyicilerin ayrılığı sevmemeleri gelmektedir. Boratav’ın belirttiğine göre 1800’lü yıllarda âşıkları birbirlerine kavuşturmayan anlatıcıların başına bazı kötülükler geldiği için, Karslı âşıklar toplanarak bütün hikâyelerin sonunda sevdalıları kavuşturmaya karar vermişlerdir. Sadece Kerem ile Aslı hikâyesinin sonunu değiştirmemişler, fakat onu da günah telakki ederek fazla anlatmamışlardır.

Bütün bunların sebebi, hiç şüphesiz dinleyici kitlesinin bu ayrılığa razı olmamasından, sevenlerin kavuşmalarından yana tavır almasından kaynaklanmaktadır. Hatta bu yüzden hikâye anlatan âşığa para veren veya alnına silâh dayayıp; “Ya âşıkları kavuşturursun, ya da bu kurşunu yersin. ” gibi tehditler savuranlar da vardır.

b. Mezarda gül bitmesi: Arzu ile Kamber, Ferhat ile Şirin, Tahir ile Zühre gibi hikâyelerde dünyada kavuşamayan çiftlerin mezarlarının üzerinde birer gül biter. Kırmızı ve beyaz açan bu güllerin tam kavuşacakları sırada aralarından çıkan bir çalı (diken) onların kavuşmasını engeller. Burada sembolik mitlerin izleriyle karşılaşmaktayız. Kırmızı ve beyaz güller gençleri, çalı (diken) ise cadıyı sembolize etmektedir.

HALK HİKÂYELERİNİN KAYNAKLARI

Halk anlatmaları dediğimiz; masal, efsane, fıkra, halk hikâyesi, vb. türlerin kökeni meselesiyle ilgili olarak değişik görüşler ileri sürülmüştür. Araştırmacılar tarafından ortaya atılan bu görüşler benzerlikler gösterdiği gibi, farklılık da göstermektedir. Kitabımızın bu kısmında önce konu ile ilgili görüşleri özetleyecek, en son olarak da kendi görüşümüzü anlatmaya çalışacağız.

Halk hikâyelerinin kökenleri hakkmdaki ilk görüş Fuad Köprülü’ye aittir. Köprülü meddahlarla ilgili makalesinde konuyu aşağıdaki gibi sınıflandırır:

1. Eski Türk geleneğinden geçen konular: Dede Korkut, Köroğlu.

2. İslam geleneğinden geçen dinî konular: Mevlid, Men(kıb-i Seyyid Battal Gazî, Hazreti Ali Cenkleri, Hazreti Hamza’mn Kahramanlıkları, Eba Müslim Horasan Kıssaları, vb.

3. İran geleneğinden geçen genellikler dinî olmayan ve bazen de görünüşte bir İslami renge boyanmış konular (İran yolu ile geçen Hint konuları da bu devre girebilir): Kelile ve Dinme, fieh-Nâme, vb. ( Köprülü 1966: 366-371).

Pertev Naili Boratav, Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği adlı eserinde biraz da halk hikâyeleriyle ilgili tasnifinden yararlanarak, konuyu dört ana başlık altında değerlendirmiştir:

1. Yaşanmış olaylar: Boratav bu bölüm içerisinde Kars, Ardahan, Artvin ve çevresinde serküşte, kaside; Çukurova’da bozlak adı verilen küçük hikâyeleri değerlendirmiştir. Örnek olarak da Çıldırlı Âşık fienlik’in tasnif ettiği Salman Bey Hikâyesi ile Çukurova yöresinde bilinen Gündeşlioğlu ve Hbeylioğlu Hikâyelerinin küçük köy muhitlerinde teşekkül ettiğini anlatır.

2. Âşıkların hayatları etrafında oluşan hikâyeler: Bu bölümde, yaşamış, yaşadığı rivayet edilen âşıkların hayatı etrafında oluşan halk hikâyeleri değerlendirilmiştir. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için Boratav’ın verdiği örnekleri açarak vereceğiz.

Aşık Garip: XVII. yüzyılda yaşadığı sanılmaktadır. Hayatı etrafında Aşık Garip (Garip ile Senem) halk hikâyesi oluşmuştur.

Aşık Tahir: XVII. yüzyılda yaşadığı tahmin edilmektedir. Hayatı etrafında Tahir ile Zühre halk hikâyesi oluşmuştur.

Cihan: XVI. yüzyılda Azerbaycan’da yaşamıştır. Hayatı etrafında Cihan (Cahan) ve Abdullah adlı bir halk hikâyesi oluşmuştur.

Ercişli Emrah: XVII. yüzyılda Van ilinin Erciş ilçesinde yaşamıştır. Hayatı etrafında Ercişli Emrah ile Selvi Han adlı bir halk hikâyesi oluşmuştur.

Kerem Dede: XVII. yüzyılda yaşadığı tahmin edilmektedir. Hayatı etrafında Kerem ile Aslı adlı bir halk hikâyesi oluşmuştur.

Kurbanî: XVI. yüzyılda Güney Azerbaycan’ın Diri köyünde doğmuştur. Hayatı etrafında Gurbanî ve Peri adlı bir halk hikâyesi oluşmuştur.

Tufarganlı Aşık Abbas: XVI. yüzyılın sonu ile XVII. yüzyılın ilk yarısında Tufar-gan’da yaşamıştır. Hayatı etrafında Tufarganlı Aşıg Abbas ve Gülgez Peri adlı bir halk hikâyesi oluşmuştur.

3. Köroğlu menkıbeleri ve bu tipteki diğer menkebeler: Bunlar Köroğlu kolları ile Köroğlu kollarına bağlı olan diğer kahramanlık hikâyeleridir. Yüzyılımızın başlarında birer efsane olarak düşünülen Köroğlu hikâyelerinin bugün tarihî bir zemine oturtulduğunu görüyoruz. Tarihî kaynaklarda; Köroğlu, Bolu civarında yaşamış bir kahramandır. Bazı araştırıcılara göre bir Celâlî; bazılarına göre saz şairi; bazılarına göre de bir halk hikâyesi kahramanı olan Köroğlu ve arkadaşlarının hayatı etrafında bu tip hikâyeler oluşmuştur.

Boratav’ın bu bölümü yazmasından bu yana 70 yıl geçmiştir. Artık elimizde Köroğlu ile ilgili daha aydınlatıcı bilgiler vardır. Bu sebeple burada biz de görüşlerimizi belirtmek istiyoruz:

Fuad Köprülü, Zeki Velidi Togan, Ziya Gökalp, M. Fahrettin Kırzıoğlu, Evvelbek Konratbeyav, Dursun Yıldırım, Fikret Türkmen ve Metin Ekici gibi araştırıcılar Köroğlu Destanı ve onun birinci derecedeki kahramanına daha gerçekçi bir yaklaşım göstermişlerdir. Axel Olrik’in “adaptasyon teorisi’nde de belirtildiği gibi Orta Asya bozkırlarında (Türkmenistan-Kazakistan) sözlü kaynaklarda anlatılan Köroğlu, Hazar Denizi’nin batısına geçtiğinde yeni coğrafyada kültür değerlerinden bazılarını alırken, bazılarını da almamıştır. Bunun en güzel örneği Köroğlu kollarında karşımıza çıkmaktadır. Bolu Beyi, Hasan Paşa Silistre, Bağdat Turna Teli, vb. kollar büyük ölçüde Anadolu ve Azerbaycan’da bilinirken Orta Asya’da bilinmemektedir. Bu kollar da büyük ölçüde XVI.-XVII. yüzyıllardaki seferlerle ilgili olmalıdır. Bu yönüyle Celali ayaklanmalarıyla, Başbakanlık Arşivi belgelerinde sözü edilen Köroğlu’nun da çok farklı kişilikler olduğunu söyleyebiliriz. Ancak yukarıda bazılarının adlarını saydığımız kollar, dönemindeki olaylarla beslenerek, başlangıçta manzum olarak anlatılırken daha sonra nazım-nesir karışımı olarak çeşitli ortamlarda sunulmuştur. Bu hususun en güzel örneği Chodzko’nun İran’da derlediği ve Boratav’ın Elaziz’le ilgili olarak sözünü ettiği varyantlarda görülmektedir. Köroğlu, her iki araştırmada da metin merkezli olarak Türkmenistan’la (coğrafya, tarih) bağlantılı gösterilirken, daha sonraki anlatmalarda (Behçet Mahir, Ümit Kaftancıoğlu, Hafız Miktat, Nalbant İshak, Hacı Ali Özturan, Aşık Murat Çobanoğlu) bu özelliklerinden sıyrılarak Anadolulu gösterilmeye çalışılmıştır. Bu hususu da normal karşılamamız gerekiyor. Çünkü bu anlatıcılar ne Türkmenistan’ı, ne de Orta Asya’yı bilirler. Onların en iyi bildikleri yer doğup büyüdükleri coğrafyadır. O hâlde onlar da Köroğlu’yu gerçek coğrafyası yerine, hayallerindeki coğrafyaya yerleştirerek anlatmışlardır.

Ayrıca Köroğlu Destanı, Fuad Köprülü’nün tasnifinde de belirtildiği gibi Orta Asya bozkırlarında oluşmuş, daha sonra göçlerle birlikte, Hazar Denizi’nin kuzeyi ve güneyini izleyerek Avrupa içlerine kadar yayılmıştır. Ancak destan yeni coğrafyası (Azerbaycan, Kırım, Türkiye ve Balkanlar)nda mitolojik ve destani özelliklerini kısmen kaybetmiş, daha gerçekçi bir yapıya oturtularak bilhassa ona Türkiye sahasında tarihî bir kimlik verilmeye çalışılmıştır. Hatta Azerbaycan ve Türkiye’nin çeşitli şehirleri (Kars, Erzincan, Van, Bingöl) ona ev sahipliği yapmak istemişlerdir. Doğu anlatmalarında görülen mezarda doğum motifi bu coğrafyada kaybolmuştur. Bununla beraber hemen hemen bütün doğu anlatmalarında Köroğlu’nun annesi hakkında bir bilgiye rastlanılmaması da dikkatlerden kaçmamaktadır.

Bütün bu hususlar da gösteriyor ki destan, Zeki Velidi Togan’ın da belirttiği gibi, Göktürkler çağında Iran-Astrabad sınırında oluşmuş; buradan batıya ve doğuya yayılarak zamanla konuda, kahramanlarda, mekânda ciddi değişikliklere uğramıştır.

4. Klasik manzum hikâyeler: Bu tür hikâyeler konusunu, Binbir Gece Masallarıyla, Heft Peyker, Hüsrev ü Şirin, Leylâ vü Mecnûn, Yusuf u Züleyha gibi manzum mesnevilerden almaktadır (Boratav 1946: 32-34).

Şükrü Elçin’in, halk hikâyelerini sınıflaması da büyük ölçüde Fuad Köprülü’nün görüşlerine benzemektedir:

1. Türk kaynağından gelenler: XVI. yüzyılda yazıya geçirilen Dede Korkut Hikâyeleri, Köroğlu ve kolları ile ilgili hikâyeler, âşıkların hayatları etrafında oluşan halk hikâyeleri ve bozlaklar bu gruba girmektedir.

2. Arap-İslam kaynağından gelenler: Arap ve Fars edebiyatında görülen mesnevi (Leyla ile Mecnun), masal (Binbir Gece Masalları), Islami destan ve menkıbeler (Eba Müslim, Veysel Karani, Battal Gazi, Danişmendname)den kaynaklanmaktadır.

3. İran-Hind kaynağından gelenler: İlk örneğine Fars edebiyatında rastladığımız Ferhat ile Şirin, kaynağını Hint masallarından alan Kelile ve Dimne, ‘beş masal kitabı’ anlamına gelen Pançatantra bu grubun örnekleri arasında sayılabilir (Elçin 1986: 444-445).

Ali Berat Alptekin de halk hikâyelerinin kökenini dört başlık altında ele alır:

1. Türk kaynağından gelen halk hikâyeleri: Köroğlu, Âşık Garip, vb.

2. Arap, Fars ve Hint kaynaklarından gelen halk hikâyeleri: Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha, vb.

3. Masal-efsane kaynaklı halk hikâyeleri: Kirmanşah, Tapdıg, Latif Şah, Şah İsmail, Yaralı Mahmut, vb.

4. Âşıkların hayatından kaynaklanan halk hikâyeleri: Kerem ile Aslı, Tu-farganlı Âşık Abbas ve Gülgez Peri, Gurbanî ve Peri, Ercişli Emrah ile Selvi Han, Sümmanî ile Gülperi, Karaca Oğlan ile îsmikan Sultan, Karaca Oğlan ile Benli Eşe, Karaca Oğlan ile Elif, vb. (Alptekin 1997: 42).

HALK HİKÂYELERİNİN BÖLÜMLERİ

Halk hikâyelerinin yazılı kaynaklardan alman metinleri genellikle kalıp bir cümle ile başlar: Râviyânı ahbâr, nâkilânı âsâr, muhaddisânı rûzigâr şöyle rivayet ederler ki, vb. Daha sonra, kahramanların aileleri, çocuksuzluk, dervişin verdiği elma ile çocuk sahibi olma, dervişin çocuklara ad koyması, gurbete çıkma, engeller, engellerin ortadan kaldırılması, sevgililerin birbirleriyle kavuşması, araya yeni engellerin girmesi üzerine tekrar ayrılma ve sonuç kısmıyla son bulmaktadır. Bu kısımlar tıpkı sözlü kaynaklarda olduğu gibi nazım-nesir bir aradadır.

Derleme metinlerde ise daha çok anlatıldığı coğrafyanın geleneğine bağlı bölümleme görülür. Meselâ, Boratav’m Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği adlı eserinde anlatılanlar o yılların Kars’ındaki hikâye anlatma geleneğinin gözlem yöntemiyle elde edilmiş şeklidir.

Halk hikâyeleri ister yazılı, ister sözlü kaynaktan alınsın, iki temel kısımdan oluşur:

• Manzum kısımlar
• Mensur Kısımlar

Aşağıda anlatmalara bağlı olarak oluşan hikâyelerin bölümlenmesi ele alınmıştır.

Manzum Kısımlar

Bu bölüm hikâyenin değişmeyen kısımlarıdır. Fasıl kısmında halk şiirinin değişik türlerinin örnekleriyle karşılaşabiliriz:

1. Divan (Divanî): Halk şiirinin aruzlu türlerindendir. fâilâtün / fâilâtün / fâilâtün / fâilün ölçüsüyle söylenir. En az üç dörtlükten oluşur. Kafiye yapısı itibariyle birinci dörtlüğün üçüncü mısraı serbest, diğerleri kendi aralarında kafiyeli (aaxa), diğer dörtlüklerin ise ilk üç mısraı kendi aralarında, dördüncü mısraları ise birinci dörtlüğün son mısraı ile kafiyelidir (bbba, cccca, ççça). Hikâyeci âşıklar, aruz veznini bilmedikleri için divanî nazım şeklini hece ölçüsüne uydurmaya çalışırlar. Böylece 4+4+4+3; 8+7=15 duraklı bir nazım şekli ortaya çıkar:

2. Tecnis: Kafiyeleri cinaslı kelimelerden oluşan bir şiir olup genelde türkü olarak okunur. Kafiye şekli koşmada olduğu gibidir. Türk halk şiirinin örneği en zor verilen dallarından birisidir.

3. Tekerleme: Gülünç bir konuyu dinleyicileri heyecanlandırabilmek için yine türkü olarak okunan bir daldır.

Kafiye şekli koşmada olduğu gibidir. Türk halk şiirinde fazla örneği yoktur.

4. Koşma: Halk şiirinin en sevilen türlerinden biridir. Hece ölçüsünün 8 ve 11 ’li ölçüsüyle söylenir. En az üç dörtlükten oluşup, aşk, tabiat, sevgili gibi konuları işler. İlk dörtlüğün birinci ve üçüncü mısraları serbest, ikinci ve dördüncü mısraları kendi aralarında kafiyeli (xaxa) veya ilk dörtlüğün birinci ve üçüncü mısraları ile ikinci ve dördüncü mısraları kendi aralarında kafiyelidir (abab); diğer dörtlüklerin ise ilk üç mısrası kendi aralarında, dördüncü mısra ise birinci dörtlüğü son mısraı ile kafiyelidir (cccb, çççb, dddb, vb.).

5. Destan: Kafiye şekli koşmada olduğu gibidir. En az beş dörtlükten ibaret olup üst sınır hakkında herhangi bir kısıtlama yoktur. Halk hikâyesi anlatılması sırasında tercih edilen destan genelde kahramanlık konusunu içerir. Doğu Anadolu Bölgesi âşıklık geleneğinde geçmişte olduğu gibi günümüzde de Köroğlu’ndan bir parça okuma geleneği sürmektedir. Yine geleneğe göre Köroğlu’dan destan okunmazsa onun güceneceği, Kırat’ın sabaha kadar anlatıcının kayınvalidesini rahatsız edeceği düşüncesi yaygın bir görüştür.

6. Muamma: Muamma bir adı gizlemek anlamına gelir; hem divan hem de halk edebiyatında bolca örneği vardır. Halk hikâyesi anlatıcısı bir âşıksa mecliste bulunanlara muamma sorar. Hikâye anlatıcısı eğer belirlenen süre içerisinde muammaya cevap alamazsa o zaman kendisi cevap verir.

Hikâyenin asıl kısmı dediğimiz bölümde de manzum kısımlar vardır. Bilhassa bu manzum kısımlar hikâyenin asıl kahramanlarının ağzından söylenen dörtlüklerle zenginleştirilmiştir. Atışma diyebileceğimiz tarzdaki bu şiirler 7, 8, 11 hecelidirler. Özellikle Arzu ile Kamber, Tahir ile Zühre gibi halk hikâyelerinde manzum kısımlarda ağırlığı 7 heceli manzumeler almakta olup kafiye yapısı da mâni şeklinin özelliklerini göstermektedir. Diğer halk hikâyelerinde ise manzum kısımlarda daha çok 11’li hece ölçüsü benimsenmiştir. Ancak bu şiirlerin tamamı hikâyenin anlatıcısı âşığa aittir. Hikâyenin akışına uygun şiirlerin bütününde tapşırma (mahlas) dörtlüklerinde anlatıcı kendi adının yerine halk hikâyesi kahramanlarının adlarını tapşırmaktadır. Bu ve buna benzer sebeplerden dolayı halk hikâyesinin manzum kısımları bir ölçüde anlatıcı âşığın şiir yeteneğini ortaya çıkarır.

Hikâyenin asıl kısımlarının dışında son bölümde de manzum parçalar vardır.

Mensur Kısımlar

Bu kısım halk hikâyesinin nesir kısımlarını içine almakta olup bölüm döşeme adı verilen bir tekerlemeyle başlar. Burada tekerlemenin yapısına uygun hâle getirilen bir olay anlatıcının ağzından komik bir şekle sokularak anlatılır. Tekerlemeyi söylemedeki asıl amaç dinleyici ve anlatıcı ikilisinin hikâyeye uyum göstermesi ve iletişim sağlanması içindir. Bu sebepten hikâyeci mensur tekerlemede dinleyiciye anlattığı olayı kendi başından geçmiş gibi gösterir. Hikâyeye tekaddüm eden bu manzum ve mensur kısımların hepsine birden döşeme denilmekte olup (Boratav 1946: 50; Kırzıoğlu 1968: 470-482) bu kısımlar tanımda da belirtildiği gibi, mensur olması yanında manzum özellikleri de bünyesinde taşımaktadır. Döşemeye Azerbaycan sahasında ustadname, Kars ve civarında sersuhane gibi adlar verilirken Erzurumlu Behçet Mahir selçuk, peşrev, peşrov gibi adlar vermektedir.

Onun:
Çevir gaz yanmasın
Sözler hilâf olmasın
Merd yakası nâmerd eline
Giriftâr olmasın inşallah (Sakaoğlu vd. 1999: 1) şeklindeki döşemesinin dışında mensur olanları da vardır. Bunlardan birisi aşağıdadır:

Bunun içünşindiKerem ile Aslı’nmgapisim açiram. Bugapiyı açmag içün bir anahtar lâzımdır. Neden? Bu gapimn gendine göre kitlisi var. Hekâyelerin de bütün gapilarını açmak içün “Selçuk” denilmiştir. Dinleyen cemaatler ve yazan ustalar bunları denedir, dile getürür. (Sakaoğlu vd, 1999: 113).

Döşeme uzunca bir dua ile devam eder. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bölünmez bütünlüğüne ve Türk Silahlı Kuvvetlerine dua edildikten sonra Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, şehitlerimize, anlatıcı ve dinleyici kesimin ölenlerine Tanrı’dan rahmet, kalanlara sağlık dileme, vb. konularda olabilir.

“Allah günahlarımızı affetsin! Allah, imandan, Kur’an’dan ayırmasın. Olsun deminiz, olmasın gamınız, hayırlı olsun serancammız. Allah gönlünüze göre versin diyerek hikâyemize başlayalım” (Türkmen 2008: 61; Yücel-Çetin 2009: 87).

Hikâyenin mensur kısımlarında meddah, âşık, halk hikâyecisi dediğimiz anlatıcı, anlatım serbestliği içerisindedir. Burada olayları dinleyici durumunun yapısına göre istediği gibi kısaltıp uzatabilir. Dinleyicinin sıkıldığı yerlerde onların ilgisini çekecek parçaları anlatmayı tercih eder. Normal hikâyenin yapısının dışına çıkılarak asıl hikâyenin arasına yeni metinler eklenebilir. Biz bu küçük hikâyelere kara-velli adını veriyoruz. Bunların dışında halk hikâyelerinin arasında çok farklı eklemelerin örnekleriyle karşılaşmaktayız.

Zaman zaman mensur metinlerin arasına günlük olayların izlerini taşıyan eklemeler yapılmıştır. Bunlardan bazıları aşağıya alınmıştır.

1. Halk hikâyesi anlatıcıları teknolojik gelişmelere ayak uydurarak yeni kavramlara da yer verirler. Kamera, radyo, teyp, piriz vb.

Aşağıdaki cümleler Aşık Şevki Halıcı’nın Latif Şah hikâyesinden alınmıştır:

Yalnız, bazılanni sorir, bu nedir?Kameradır. İşte ses alir felan. O nedir, radyodur. Bu nedir, teyptir. O zamanyohdu ama misal olarah. (Türkmen-Cemiloğlu 2009: 534).

2. Son seksen yılın çarpık yapılaşmasının örneği olan gecekondulaşma da hikâyelerimize girmiştir. Aşık Mustafa Köse bu durumu bir hikâyesinde şöyle dile getiriyor:

“Sabanan padişah kaktı ki yazının yüzünde bir saray parlıyo, aynı güneş do-ğuk kimi, ‘pırılpırıl’ ediyo. Hemen vezirleri çağardı:

“Ulan vezirler, bizim ova gecegonduya uğramış. Neci acaba bu?” (Görkem 2000: 183).

3. Anlatıcılar son yılların savaşlarından da söz ederler. Aşık Mustafa Köse bir hikâyesinde böyle bir savaştan söz etmektedir:

“Dünyada iki tane ölüm vardır: Birisi hakiki ölüm, biri de ölmeden ölmek var. Ölmeden ölmek, işteBosna-Hersek’teyaşanıyor!..” (Görkem 2000: 253).

4. Belediyelerin cenaze işleriyle ilgilenmesi de anlatıcılara konu olmuştur:

“Bu gece orda galim. Sabahlayen gelim belediyeye haber verim de gelsin bunun

cenazesini galdırsm götürsün, defin eylesin ded.-Başga çare yoh. ” (Türkmen-Ce-miloğlu 2009: 632).

5. Yeni tıbbî gelişmeler, hikâye kahramanlarımızın tedavisinde de uygulanmaktadır:

“Hamamdan sonra bunnara bir hafda bahım yapdı ki, olsa o gadar. Hekim getirdi. Dohtor getirdi. Bunann hepsini öyle sağalttı ki, on beş gün içerisinde buna-nn bütün guvvetleri yerine geldi, dünyanın en vitamin yemeklerini, en vitamin şeylerini yedirdi” (Türkmen-Cemiloğlu 2009: 836).

6. Vatandaşımızın işleri resmi dairelerde belirli zaman dilimlerinde yürütülmektedir. ‘Mesai saatleri’ kavramı hikâyelerimize de girmiştir. Aşık Şevki Halıcı, Tahir ile Zühre hikâyesinde şöyle demektedir:

“Ordu gumandam, ordunun baş gumandanı bir Cuma günü, onnann dayre tatilinde, mesayi saati deyil. Câriyeliynen oturup sarayında muhabbet edir ki. ” (Türkmen-Cemiloğlu 2009: 305).

7. Yeni okullardan söz etme, oralarda okutulan kitaplardan yararlanma da hikâyelerimizde yer almaktadır. Aşık Şevki Halıcı, Haydar Bey hikâyesindeki bir genci şöyle anlatmaktadır:

“Seni baban ohutmadı mı?”

“Lisenin birinde mi ikisinde mi terk oldum, dedi. Ohumağa gudretimiz olmadı. Mecburgaldım okuldan ayrılmağa.”

“Peki, lisenin ikisinden üçünden çıhdığma göre elinde bir diploman veya gar-nen var mı?”
“Var.” dedi (Türkmen-Cemiloğlu 2009: 470).
“Peki evladım. Allah sana ömür versin haydi çalış dedi.”

Bu çekdi getdi. Bu bahçıya mahçıya Sevdakar bahdı. Hakigatten de Sevdakar tabiat dersinde ohumuş. Bir ağacın bahçenin ne şekilde olduğunu ohumuşdu. ” (Türkmen-Cemiloğlu 2009: 395).

8. Devlet dairelerinde yardımcı hizmetler sınıfında çalışanların çağrılmaları, üstlerinin zile basmasıyla yapılır. Böyle bir görevden emekli olan Behçet Mahir de bu durumu Köroğlu hikâyesine şöyle yansıtmıştır:

“Bin kıratıma git, kendi malıma sahip ol! Karışmam ben. Neme lâzım? E, Köroğlu biliyor, ki Köse bunu yarenlik söyler, kızdırmak için. Zile bastı. Han Ayvaz geldi.” (Kaplan-Akalın-Bali 1973: 116).

Bunların dışında halk hikâyeleri arasında bazı dinî kıssalar, tarihî olaylar, vb. anlatılabilir. Bilhassa son meddah diyebileceğimiz Meddah Behçet Mahir’in hikâyelerinde bu türün pek çok örneğine rastlanmaktadır. Hatta bazen asıl hikâyeden daha fazla bu türden örneklere yer verilmiştir.

Halk hikâyelerinin metin kısımlarında efsane, hayvan masalı (fabl) ve fıkra metinlerinin bolca örneklerine rastlanır. Bunların dışında hikâye anlatıcısı bir âşıksa gittiği yerlerle ilgili hatıralarını da anlatabilir.

Halk hikâyeleri uzun anlatmalar olduğu için anlatılması günler, hatta aylar alabilir. Uzun kış gecelerinde geceleyin anlatıldığı için meddah, dinleyicinin uykusu geldiğinde veya kendisi yorulduğunda hikâyeye ara vermek zorunda kalır. Bu kısımlara hikâyenin yatılacak yerleri adı verilir.

Ertesi akşam olduğunda meddah (hikâyeci, âşık):

“Dün gece nerede galmıştık?”
veya:
“Yağdım, estim efendim, sözünüzü balla kestim efendim; hey ocakçı ocakçı, tiryakilere çay dayandıralım; kahvemize yeni müşteri dayandıralım; hikâyemizi dün yatırdığımız yerden uyandıralım.” (Çağlar 1952: 642) diye başlar.

Konuya hâkim olan dinleyici kesimi ustası bilir diyerek hemen hikâyeye geçilmesini sağlar. Ancak dinleyiciler arasında kendisini methettirmek isteyen veya saf bir dinleyici varsa o zaman “şurada kalmıştık” der. Bu söz karşısında meddah;

“Öyleyse al sazı, sen anlat,” der.

Geleneğe göre anlatıcı, bu dinleyiciden bahşişini alması gerekmektedir. Bazen de dinleyiciler arasında ünlü birisi varsa meddah ona nerede kaldığını söyletir, ardından da bahşişini alır.

Halk hikâyesi âşık ve maşukun kavuşturulmasından sonra bir güzelleme ile son bulur. Bu akıcı şiire Doğu Anadolu Bölgesi’nde toy adı verilir. Yine hikâyenin sonu mensur bir tekerlemeyle son bulur:

“Lafın azı uzu, çobana verme kızı, ya koyun güttürür ya kuzu, ustamızın adı Hıdır, elimizden gelen budur.”

Halk hikâyelerinin mensur kısımlarının anlatılması esnasında daha çok soru cevap ve tasvir yoluyla anlatımın güzel örnekleriyle karşılaşırız. Metnin dili, anlatıcının yaşadığı coğrafyanın dil özelliklerini muhafaza eder. Ayrıca, anlatıcının yaşadığı coğrafyanın dil özelliklerine bağlı olarak Arapça ve Farsçanın bozulmuş örnekleriyle de karşılaşabiliriz. Cümleler genelde kısadır.

HALK HİKÂYELERİNİN SINIFLANDIRILMASI

Diğer halk edebiyatı türlerinde olduğu gibi halk hikâyeleriyle ilgili ilk çalışmalarda da batılı araştırıcıların öne çıktığını görüyoruz. Konu ile ilgili ilk çalışma Macar Türkolog Ignâc Kûnos’a aittir. Kûnos, halk hikâyelerini üç ana başlık altında değerlendirmektedir. Ancak, halk hikâyesinin Almanca karşılığı olmadığı için o, en yakın kavramı yakıştırmıştır.

a) Kahramanlık romanı
b) Saz şairlerin in romanı
c) Saz şairlerinin kahramanlık romanı (Boratav 1946: 25).

Görüldüğü gibi Kûnos halk hikâyesi yerine roman demektedir. Elbette roman ile halk hikâyesi arasında büyük farklar vardır. Bununla beraber bir dönem Türk halkı halk hikâyesini roman gibi değerlendirmiştir.

Alman Türkolog Otto Spies, Kûnos’un tasnifini tenkit etmişse de yeni bir sınıflama yapma gereği de duymamıştır (Spies / Gönül 1941: VIII-XV).

Fransız araştırıcı Edmond Saussey de, halk hikâyesini destan gibi düşünmüştür. Saussey’in değerlendirmesinde tasniften daha çok köken konusu öne çıkarılmıştır.

a) Menşe destanları
b) İslâmî destanlar

c) Saz şairleri etrafında teşekkül eden destanlar (Saussey / Başgöz 1952: 51). Bu konu üzerinde ilk bilimsel araştırmaya imza atan ve yayımlandığı günden

bu yana kabul gören sınıflama Pertev Naili Boratav’a aittir (1946: 28-30):

I. Kahramanlık hikâyeleri

A) Köroğlu kolları

İlk Kol, Kasab-ı Cömert veya Ayvaz Kolu, Kösenin Kolu, Koca Bey Kolu, Ma-maç Bezirgân veya Tekelti Kolu, Demircioğlu veya Telli Nigâr Erzurum Kolu, Ki-ziroğlu Mustafa Bey Kolu, Bağdat Turna Teli Kolu, Hasan Paşa Silistre Kolu, Bolu Beyi Kolu, Halep Kolu, Dağıstan Kolu, Gürcistan Kolu, Deli Kara Kolu, Hasan Bey – Dağıstan Kolu, Kaytaz Kolu, Kiziroğlu Mustafa Bey Kırım Kolu, Kenan Kolu, Kayseri Kolu, Köroğlu’nun Oğlu Haydar Bey Kolu, Son Kol.

B) Diğer kahramanlık hikâyeleri

a) Köroğlu dairesine bağlı olanlar Celâlî Bey ve Mehmet Bey, Kirmanşah.
b) Diğer hikâyeler

Eşref Bey, Salman Bey, Latif Şah, Cihan ve Abdullah, Arslan Bey, Mustafa Bey, Ahmet Han, Şah İsmail, Bey Böyrek, Haydar Bey, Hurşit Bey, Yaralı Mahmut.

II. Aşk hikâyeleri

A) Kahramanları hayalî olanlar: Mirza-yı Mahmut, Ülfetin, Derdiyok ile Zülfü Siyah, Elif ile Mahmut.

B) Âşık şairlerin romanlaşmış hayatları

a) Yaşadıkları rivayet olunan âşıklar:

Ercişli Emrah ile Selvi Han, Âşık Garip, Tufarganlı Abbas, Âşık Kerem, Kurbanî, Tahir Mirza.

b) Yaşadıkları muhakkak olanlar

Âşık Ali İzzet, Sümmanî, Gökçeli Ali Esker, Hasta Hasan, Dikmetaşlı Dede Kasım, Kara Gelin (Posoflu Fakirî’nin Maceraları), Karaca Oğlan, .Vüdat-ı Hasta

III. Bu kategorilere bütünüyle girmeyen hikâyeler

A) Aşk maceraları

Ali fiir Hikâyesi, Gündeşlioğlu, Hasan ile Mihrican, Erzurumlu Hoca Fenayi’nin Oğlu Mahzunî, Yahudi Kızı, Namuslu Kız, Kamber’in Beyşehir’deki Macerası, Âşık Ömer’in Şair Olması, Abdullah Çavuş, Furkanî.

B) Meşhur kaçaklara (eşkıyalara) ve kabadayılara ait hikâyeler

Deli Yusuf Bey, Kerem Bey, Kazar, Mihrali Bey, Kaçak Nebi

Saim Sakaoğlu da, “Nazım ve Nesir Karışık Olarak Sunulan Halk Hikâyeleri” başlığını taşıyan maddesinde, “hikâye” ve “halk hikâyesi” aynı kavramın karşılığı olarak kullanılmaktadır; ancak konunun dışında olanlar “masal”, hatta “efsane” için de “hikâye” terimini kullanmaktadır, dedikten sonra halk hikâyelerini kendi arasında üç bölümde sınıflandırmıştır:

a) Kahramanlık hikâyeleri: Köroğlu ve kolları
b) Sevda hikâyeleri: Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, vb.
c) Gerçekçi hikâyeler: Cevri Çelebi, Hançerli Hanım, Tayyarzade, vb. (Sakaoğlu 1994: 515).

Türkiye de konu ile ilgili önemli tasniflerden birisi de Ali Duymaz’a aittir. Duymaz, Nevruz Bey Hikâyesi adlı çalışmasında Türk dünyasının genelini göz önüne alarak bir tasnif yapmıştır:

A) Konuları Bakımından Halk Hikâyeleri:

a) Aşk hikâyeleri: Âşık Garip, Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber, vb.
b) Kahramanlık hikâyeleri: Köroğlu Kolları
c) Aşk ve kahramanlık hikâyeleri: Şah İsmail, Elif ile Mahmut, vs.

B) Coğrafî Yayılışları Bakımından Halk Hikâyeleri:

a) Anadolu’da bilinen halk hikâyeleri: Kozanoğlu, Sümmanî ile Gülperi, vb.
b) Türk dünyasının bir bölümünde bilinen halk hikâyeleri: Çora Batır, Kozı Körpeş ile Bayan Sulu, vb.
c) Türk dünyasının genelinde bilinen halk hikâyeleri: Köroğlu, Tahir ile Zühre, vb. (Duymaz 1996: 47).

Bunların dışında Eflatun Cem Güney (1971: 41-63), Faruk Rıza Güloğlu (1937: 10-11), Necdet Sakaoğlu (1985: 38) ve Nerin Köse (1996: 12-16)’nin sınıflamaları dikkat çekmektedir.

Kaynak: Halk Hikayeleri, Anadolu Üniversitesi Yayınları

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu