Salih Zeki Aktay

Salih Zeki Aktay Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Salih Zeki Aktay (D: 1896, Şarkîkaraağaç, Isparta – Ö: 21 Mart 1971, İstanbul) Şair, yazar.

Salih Zeki Aktay

Salih Zeki Aktay, Isparta’nın Şarkikaraağaç kasabasında doğdu (1896). Ortaöğrenimini Konya İdadisi’nde tamamladı (1914). Afyon Ticaret Lisesi’nde müdürlük, İstanbul’un çeşitli liselerinde öğretmenlik yaptı. 22 Mart 1971’de öldü.

Tanzimat’tan beri Batı’yı örnek tutarak gelişen şiirimizi, modern Avrupa edebiyatlarının hareket noktasını teşkil eden eski Yunan ve Lâtin medeniyet ve edebiyatına bağlama gayretleri de görülmüştü.

Yahya Kemâl Beyatlı ile Yakup Kadri Karaosmanoğlu‘nun da katıldığı bu kısa süreli akımın (Nev-Yunanilik) en ateşli taraftarı ve sanat hayatının sonuna kadar uygulayıcısı Salih Zeki olmuştur.

Birara İslâm mistisizmine yöneldiyse de ne bu mistisizmi ve de eski Yunan ruhunu kavrayabildi.

“Türk Yurdu”, “Yeni Mecmua” ve “İçtihat” dergilerinde yayımladığı şiirlerle tanınan Salih Zeki, hece ölçüsüyle değişik konular arayan bir şair kimliğinde göründü. Yunan mitolojisinden esinlenmeye çalışıyor, belli sözcüklerin çağrışım gücüne dayanarak özgün olmak istiyordu. Ne ki, Türkçenin gizli gücünü dizelere yansıtma becerisi olmayan; ancak orta ölçüdeki tekniğiyle -çok yazmasına ve yayımlamasına karşın- değişik bir estetik yaratamadı.

“Akşamın fâni renkleri”, “ruyâlı beldeler”, “hicran sesi”, “narin sebûlar”, “ilâhi gözler” gibi klişeleşmiş buluşlara bağlı şiir düzeyinde, biçim yönünden de başarılı dizeler kuramadı. Genellikle, “bilemez-silemez”, “coştuğum-koştuğum”, “gitsem-etsem”, “gersem-versem”, “andım-sandım” örneklerinde görülen uyaklar kullanarak şiirinin iç yapısını da etkileyen yetersizliklerden arındığı söylenemez:

Haşmetli Roma’nın şen kızları.
Her seher görürler şen yıldızları… (Roma Kızları)

dizelerindeki yüzeysellik, şiirinin genel havasına egemendir. Nedir ki çağdaşı şairlerde ortak özellik olarak karşılaştığımız bu tür kolaya kaçmalarına, Orhan Burian’ın deyişiyle, “heyecan sığlıkları”na yol açan “nazım aksaklıklarına karşın değişik temalar aramadaki gözüpekliği, kimi ürünlerinde yer yer özgün buluşlara ve anlatım olanaklarına ön olmuştur:

Geceler bitmez, uzun… geceler korku dolu,

Beynimde alevlerden gerilen bir yılan var. (Eleji)

Salih Zeki Aktay’ın Eserleri

Şiir:

  • Persefon,
  • Asya Şarkıları,
  • Pınar,
  • Rüzgâr,
  • Rüzgâr ve Dallarda Şarkılar,
  • Titan,
  • Lâton.

Hikâye:

  • Mine Çiçekleri

Manzum ve Mensur Tiyatro:

  • Mağara (Manzum Tiyatro),
  • Hallâc-ı Mansûr (Manzum-Mensur Tiyatro).

Derleme:

  • Emin Bülend’in Şiirleri

Tercüme:

  • Ovidius’un Değişişler (Metamorphoses) adlı eseri

Diğer:

Şiirlerinden Örnekler

Nemflerin Duası

(Atlas) bahçeleri yansın,
Semâ alevlere kansın
Tütsün kızıl buhurdanlar…

Yakut gözlü kuşlar insin,
Beyaz mermerler sevinsin;
Mihrabı sarsın dumanlar…

Bulutlarda gezen ay`ı;
Yarattığı bu dünyayı;
Şahid koyduk aynı hakla…

Biz kaybettik birbirimizi,
Sazlar sardı yerimizi,
Gelik mermer eşiğine…

Duman olan emellerle,
Sana uzanan ellerle,
İnleyerek geldik yine…

(Atlas) bahçeleri yansın,
Semâ alevlere kansın
Tütsün kızıl buhurdanlar…

İğde Dalları

“Evlerinin önü iğde dalları
İğde boynun eğmiş Hakk’a yalvarı” -Türkü –
Ey yıldızlar önünde boynunu büken dallar!
Bu sabah sizden geçen rüzgârlar geldi sandım.
Ağır, ağır süzülen meltemlerde bir sır var;
Kalbimde ilk açılan o ilkbahârı andım…

İnce iğde dalları, altın iğde dalları!
Yanık çiçeklerinde gönülden izler kalır,
Açılır koncaların dallarda sarı, sarı;
Aşkın yanık kokusu boşluklara dağılır.

Gizli bir âyet varmış dallarının üstünde.
Daha güneş doğmadan gelip okurmuş kuşlar.
Altın yıldızlarının açıldığı bir günde,
Kadınlar ilk büyülü aşkı ondan duymuşlar…

Kaç senedir kalbimde uyuyan hayâl gibi,
Karşı boş bahçelerde bir ince kız gezindi.
Periler bahçesinde görülen bir hâl gibi,
Bir ânda parıldadı yine bir ânda sindi.

Gümüş yapraklı dallar, altın çiçekli dallar!
Üstüne eğilip de onun elâ gözleri
Ateş renkli lâleye söylediği bir sır var;
Her ilkbahâr doğarken anarım o sözleri…

İlk esen rüzgârları berâber dinlemiştik,
Berâber toplamıştık al, yeşil çiçekleri.
Ateş renkli lâleye gizli bir şey demiştik.
Kovalayıp tutarken uçan kelebekleri…

Esen tâze rüzgâra, şakıyan bir bülbüle
Uyarak söylemişti gönül bestelerini.
Yaprakların içinde kızaran konca güle
Uzanıp incitmişti kâfurdan ellerini…

Milli Edebiyat Dönemi

Benzer İçerikler:

İlginizi Çekebilir:
Kapalı
Başa dön tuşu