Sadullah Paşa

Sadullah Paşa Kimdir?

Sadullah Paşa Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Sadullah Paşa (d. Erzurum, 1838 – ö. Avusturya, Viyana, 14 Ocak 1891) Şair, yazar, devlet adamı.

Sadullah Paşa

Sadullah Paşa, Tanzimat devri devlet adamı ve şâiridir. 1838’de Erzurum’da doğdu. Babası çeşitli illerde vâlilik yapmış Esad Muhlis Paşa’dır. İyi bir tahsil gören Sadullah Paşa, babasının kontrolünde özel hocalardan Arapça, Farsça, Fıkıh, Akaid, Tabiiyye, Kimyâ ve Fransızca dersleri aldı.

1853’te ilk memuriyetine başlayarak, mâliye Vâridat Kaleminde vazifelendirildi. Üç sene kadar burada çalıştıktan sonra, Bâbıâli Tercüme Odasına geçti. Kısa zamanda memuriyette derecesi yükseldi ve sırasıyla Mesahib Kalemine (1866), Şûrâ-yı Devlet Maârif Dâiresi Başmuavinliğine (1868) ve ardından da Başkitâbetine (1870) geldi. Dîvân-ı Hümâyun Tercümanlığına (1871), Dîvân-ı Hümâyun Amedliğine ve Defter-i Hâkânî Nezâretine (1874), Temyiz Mahkemesi Reisliğine (1876), Ticâret Nezâretine ve Sultan Murat’ın tahta geçmesiyle de Mâbeyn Başkâtipliğine (1876) tâyin edildi. Sultan İkinci Abdülhamid Han zamânında, Bulgaristan Meselesini yerinde incelemek üzere Filibe’ye gönderilen komisyona başkanlık yaptı. Bu vazîfesini tamamladıktan sonra Berlin’e elçi olarak gönderildi. Buradayken Ayastefanos Antlaşması ile Berlin Kongresine ikinci murahhas olarak katıldı. Berlin’deki başarılı çalışmalarından dolayı vezirlik rütbesi verildi (1881).

1883’te Viyana Büyükelçiliğine tayin edildi. 1891’de Viyana’da intihar etti. Gazeteci Avni Özgürel’e göre, elçiliğin hizmetli kadrosunda çalışan 24 yaşındaki Anna Schumann’la “ilişki kurup onu hamile bırakınca skandal korkusuyla bunalıma girdi. Genç kadına başkasıyla evlendirme fikrini benimsetemeyen paşa, intihar etti…” (Radikal, 10 temmuz 2005). Koltuğa oturup ayaklarını pufa uzatarak, kendi hazırladığı hortumla havagazını açıp yaşamına son verdi. Ölüsü İstanbul’a getirilip Sultan Mahmut türbesinin bahçesine gömüldü.

Cenâzesi İstanbul’a getirilerek Sultan Mahmut Hanın türbesinin bahçesine gömüldü.

Sadullah Paşa, Lamartine‘den yaptığı “Göl” şiiri çevirisiyle tanındı. 19. yüzyılda kaderci dünya görüşü karşısında bilime ve tekniğe önem veren görüşü benimsedi.

Sadullah Paşa’nın biyografisi ve edebiyattaki önemiyle ilgili ayrıntılı bilgi Mehmet Galib Bey’in (1865-1935) yazdığı (1909), Nazir Akalın tarafından yeniden yayımlanan (2003), Sadullah Paşa, yahud, Mezardan Nidâ adlı kitapta yer alıyor.

Sadullah Paşa’ın Edebi Kişiliği

Sadullah Paşa Kimdir?Sadullah Paşa, Tanzimat döneminin yenilik fikirlerine açık Batının müspet bilimlerine inanmış bir devlet adamıdır. Edebiyatla da yakından ilgilenmiş olmakla birlikte yazdıklarının pek çoğu ele geçmemiştir. Onun yazdıkları içinde en dikkate değer olanı “On Dokuzuncu Asır” manzumesidir. Orta Çağ zihniyeti ve inanışları ile Yeni Çağ’ın gelişmelerinin karşılaştırıldığı bu manzumede şair, insan aklının kudreti üzerinde durmakta, Batının müspet bilimlerde kaydettiği gelişme karşısında doğu dünyasının durumunu etraflıca gözler önüne sermektedir.

Sosyal hayatta hürriyet, eşitlik, kanun hâkimiyeti ve insan haklarının gözetilmesi, bilimsel gelişmeye ve ilerlemeye yol açmıştır. Bu itibarla Türk toplumunun da bu gelişme ve değişmeye ayak uydurması gerekir. Bunlar Paşa’nın manzume boyunca yaptığı değerlendirmelerdir.

Sadullah Paşa’nın batıdan çeviriler de yaptığı bilinmektedir. Bunların içinde Fransız şairi Lamartine’den yaptığı “Göl” çevirisi en tanınmış olanıdır. Ayrıca “Berlin Mektupları”, “Charlottenbourg Sarayı”, “Paris Ekspozisyonu”, “Cevdet Paşa’ya Mektup” bilinen yazılarıdır.

ON DOKUZUNCU ASIR MANZUMESİ (SADULLAH PAŞA)

On dokuzuncu Asır şiiri, insanlığın var olduğu günden beri oluşturduğu Tanrı, kâinat, akıl ve medeniyet anlayışı ile on dokuzuncu yüzyılda akıl, ilim ve fen sayesinde ulaştığı medeniyet anlayışının karşılaştırıldığı ilk ciddî manzumedir. Burada Doğu ya da Batı ayrımı yapılmamış insanlığın inana geldiği ya da kabul ettiği anlayışlar topyekûn mukayese edilmiştir. Bütün bu eski anlayışları ortadan kaldıran on dokuzuncu yüzyıldaki baş döndürücü gelişmelerdir…

Manzumenin her bir beyti bu yüzyılda gerçekleştirilen bir yeniliği ya da eski ile yeninin mukayesesini ifade eder.

1. Erişti evc-i kemâlâta nûr-ı idrakât,
Yetişti rütbe-i imkâna kısm-ı mümteniât

(İnsanoğlunun anlama kabiliyeti bu yüzyılda artık varabileceği en üst seviyeye ulaştı, gerçekleşmesi imkansız zannedilen şeylerin büyük bir bölümünün bu yüzyılda gerçekleştiği görüldü)

2.Besâit oldu mürekkeb, mürekkeb oldu basit
Bedâhet oldu tecârible hayli meçhûlât

(Eskiden pek basit görünen şeyler bugün karmaşık hale gelirken, karmaşık zannedilen şeylerin de son derece basit oldukları anlaşıldı. Özellikle deney ve tecrübe sayesinde birçok bilinmeyen açıklanmış oldu.)

3. Mecâz oldu hakîkat, hakîkat oldu mecâz
Yıkıldı belki esâsından eski mâlûmât

(Gerçek diye zannedilen şeylerin gerçek olmadığı, gerçek olmayanların da gerçek olduğu anlaşıldı, böylece eski devre ait bütün bilgiler de esasından sarsıldı ve sonunda tamamen yıkıldı.)

4. Mebâhis-i felek ü arz ü hikmet ü kimyâ
Değil vesâvis-i ezhân ü vehm ü temsilât

(Kainat, dünya, hikmet ve kimya ile ilgili konular artık zihni birer vesvese, kuruntu ve benzetmelerden ibaret olmaktan çıktı.)

5. Mesâil-i nazariye tecârib oldu sened
Erişti hadd-i yakîne fusûl-i zanniyyât

(Teorik meselelerin doğruluk ile gerçekliği deney ve tecrübelerle kesinleşti. Kuşkudan ibaret pek çok şey de artık kesin bilgi haline geldi.)

6. Ukûl-ı zahire sâid fezâ-yı ecrâma
Kuvâ-yı câzibe kanunu pâye-i mirkât

(Parlak zekâlar bir yandan gökyüzüne doğru yükselirken yer çekimi kanunu da insan için bir merdiven vazifesi görmeye başladı.)

7. Nüfûs-ı fâkire nâzil kaâret-i arza
Delil-i mebhâs-ı tekvin defâin-i tabakat

(İnsan zihni bir yandan yer kürenin derinliklerine doğru inerken, dünyanın yaratılışına ait deliller de din kitaplarının sayfalarında değil artık toprak tabakalar arasında araştırılıyor.)

8. Havâ vü berk ü Ziya vü buhâr u mıknâkıs
Yed-i tasarruf-ı insanda unsur-ı harekât

(Yeryüzünde yaşamamızı sağlayan hava, güneş ışığı, şimşek buhar ve yer çekim: artık insanoğlunun elinde bir nevi hareket unsuru haline geldi. İnsanoğlu tabiata hükmetmeye başladı.)

9. Ziya; hayâlen iken şimdi bilfiil, sâî
Zılâl; zâil iken şimdi zîver-i mir’ât

(İşık eskiden hayalî bir haberci iken şimdi gerçekten kullanılıyor; eskiden gölge farkedilmezken, şimdi aynanın süsü durumuna geldi, (elektrik, gölge ile fotoğraf makinesi bulundu)

10. Sadâ; hesâb-ı mesâfâtta muhbir-i sâdık
Buhâr; zulmeti tenvîre ebda’-i âyât

(Ses, mesafe tespitinde doğru bir haberci haline geldi, (telefon icad edildi) Buhar ise karanlıkları aydınlatmada olağanüstü bir iş yapıyor.)

11. Cihât-ı erbaaya berk nâkil-i ahbâr Buhâr;
bahr u bâr üstünde Hızr-ı nakliyyât

(Artık ışık, dünyanın dört bir yanına haberler ulaştırmaktadır, (radyonun icadı Şimdilerde buharın gücü sayesinde ve eskiden karalarda ve denizlerde Hızır’ın yaptığına inanılan taşıma işini bugün artık buharlı (gemiler) makineler yapmaktadır.)

12. Tefâhür eylemesin mi bu asr â’sâra
Kısalttı bu’d-ı mekân ü zamanı muhteri’ât

(Bütün bu gelişmelere bakarak ondokuzuncu yüzyılın önceki yüzyıllara bakarak övünmesi normal değil mi? Ondokuzuncu yüzyıldaki bütün bu icatlar zamanı ve mekanı kısaltmış bulunmaktadır.)

13. Ne kaldı çeşme-i hayvân, ne dârû-yı
Suhrâb Ne kaldı nüsha-i efsûn, ne hükm-i tılsımiyât

(Artık ne Hızır’ı ebedî hayata ulaştırdığına inanılan ölümsüzlük suyu (âb-ı hayat) ne bütün hastalıklara şifa olan “darû-yı Suhrâb”, ne büyü ve sihir, ne de tılsım kaldı.)

14. Ne kaldı sa’d-ı tevâlî, ne kaldı nahs-i kırân
Ne kaldı remi ü kehânet, ne kaldı cifriyyât

(Artık ne müneccimlerin yıldızlarla insan talihi arasında buldukları ilişkilere, ne remil ve kehanetle gelecekten haber vermeye, ne de gaipten haberler veren fala inanılmıyor.)

15. Ne var hümâda saâdet, ne var şeâmet-i bûm
Mukayyed asl-ı irâdâta cümle mec’ûlât

(Artık ne hüma kuşunun saadet getirdiğine, ne de baykuşun uğursuzluğu haber verdiğine inanılıyor. (Batıl inançlara inanılmıyor) Sanat eseri olan her şey doğrudan doğruya insan iradesine bağlıdır.)

16. Ne atlas âlemi hâmil, ne Zühre fâil-i küll
Değil ukûl-ı Felâtun usûl-ı tekvînât

(Ne Atlas gökyüzünü omuzlarında taşıyor, ne de Zühre yıldızı her şeyin esasını teşkil eden Tanrı konumundadır. Artık Eflatun’un “ideler”i de kainatın yaratılışı için bir esas kabul edilmiyor.)

17. Ne kaldı zann-ı tenâsüh, ne kaldı nâr-ı mecûs
Değil ukûle Ekânîm kıble-i hacât

(Ne insanlar öldükten sonra ruhlarının başkasına geçişine (tenâsüh), ne de Mecûsiler’in mukaddes ateşine inanılıyor. Hıristiyanlığın temelini teşkil eden teslis akidesi (baba, oğul, kutsal ruh) artık yardım kapısı dilenilen bir kıble olmaktan çıktı.)

18. Esâs-ı hikmet-i asr oldu vahdet-i Bârî
Ta’ammüm eyledi aslü’l-usûl-i mû’tekadât

(Bu yüzyılda ilerleyen ilim ve irfan sayesinde bu tür batıl inançları ortadan kaldırdı. Allah’ın birliği fikri bu yüzyılın felsefesinin esası haline geldi.)

19. Bulur gider cihet-i vahdetin umûm milel
Vücûd-ı vahdeti müsbit olunca ma’kûlât

(İnsan aklı Allah’ın birliği fikrini ispat ettiği için, artık yeryüzünde yaşayan bütün milletler bu inancı benimsemeye başlıyorlar.)

20. Hudud-ı hakk u vezâif mu’ayyen ü sâbit
Ne kaldı cebr ü tegallüb, ne kaldı keyfiyyât

(Bu yüzyıldı artık hak ve vazifenin sınırları da belirlendi: bunun için insanlar artık ne birbirlerini zorlayabilir, ne de üstün olma hırsıyla ezebilirler.)

21. Hukuk-ı şahs u tasarruf masûn taarruzdan
Verildi âlem-i umrâna başka tensikât

(Fertlerin hakları artık kanunlar tarafından korunuyor. Böylece cemiyet hayatına da başka bir şekil, başka bir düzen verilmiş oldu.)

22. Ne Amr Zeyd’in esiri ne Seyd Amr’a velî
Müesses üss-i müsâvâta nass-ı mevzû’ât

(Artık ne Amr Zeyd’in kölesi ne de Zeyd Amr’ın efendisi konumundadır. Artık kanunlar eşitlik prensibine göre hazırlanıyor.)

23. Münevver eyledi ezhânı intişâr-ı ulûm
Mükemmel eyledi noksâm feyz-i matbûât

(Bilim ve irfanın dünyanın her yanına yayılması bütün beyinleri aydınlattı. Özellikle matbaa sayesinde de bütün eksikler giderilmeye başlandı.)

24.Megârib oldu dirîga metâli’-i irfân
Ne kaldı şöhret-i Rûm u Arab, ne Mısr u Herat

(Bütün bu yenilikler maalesef Doğu’da değil de Batı ülkelerinde meydana geldi. Doğunun hiçbir hükmü kalmadı. Ne Anadolu’nun, ne Arabistan’ın, ne Mısır’ın ne de Herat’ın şöhreti kalmadı.)

25. Zaman zaman-ı terâkki cihân cihân-ı ulûm
Olur mu cehl ile kâbil bekâ-yı cem’iyyât

(İçinde yaşadığımız devir ilerleme devri, dünya ilim dünyası haline geldi; böyle bir çağda toplumlar hiç bilgisizlikle varlıklarını sürdürebilirler mi)

Sadullah Paşa’nın manzumesi ana hatlarıyla ondokuzuncu asırdaki gelişmeleri özetler: Buna göre; insanoğlunun anlama kabiliyeti en üst seviyeye ulaşmıştır. Bunu sağlayan şey ‘akıl’dır. Filozofik aklın pratik akla dönüşmesiyle insanoğlu yeni bir çağı ve anlayışı yaratmıştır.

Bu manzume Sadullah Paşa’nın Avrupai fikirlerini ortaya koymaktadır. Sadullah Paşa bu manzumede ondokuzuncu asır medeniyetinin en mühim iki unsuru olan ilim ve tekniği yüceltmektedir.

Sadullah Paşa insan aklının kudretini yüceltiyor, yaptığı keşifler ve icatlar sayesinde Ortaçağ’ı aşarak yeni bir çağ yarattığını söylüyor. Sadullah Paşa’nın üslup bakımından çok zayıf olan bu manzumesinde şu fikirler ortaya konmaktadır:

  • İnsan aklının kudreti,
  • Akıl ve tecrübe sayesinde meydana gelen ilim ve tekniğin Ortaçağ medeniyetine son vererek yeni bir devir açması,
  • Sosyal sahada eşitlik ve hürriyet fikirlerinin doğuşu,
  • İlerleme ve çağdaşlaşmaya/modernleşmeye inanç.

Dikkate değer bir nokta olarak, Sadullah Paşa , ondokuzuncu asır medeniyetinin Hıristiyanlığa aykırı olduğu halde, İslamiyetin esası olan Allah’ın birliği fikrini teyit ettiğini söylüyor.

Manzume bu asırda düşünce ışıklarının en son noktaya eriştiğini belirterek başlıyor.Olmaz zannedilen bir çok şey bu asırda mümkün hale gelmişti. Yeni keşifler, eski kanaatleri alt üst etmiştir. Kimyevi araştırmalar, madde hakkındaki görüşleri tamamıyla değiştirmiştir. Eskiden basit zannedilen şeylerin zor, zor zannedilen şeylerin basit olduğu görülmüştür. Bu asırda ilmin esası öğrenilmiştir. Mantığın yerini tecrübe almıştır. Tecrübe sayesinde bir çok bilinmeyen bilinir hale gelmiştir. Eskiden mecaz olarak bilinenler gerçek, gerçek zannedilenler mecaz olmuştur. Eski bilgiler belki e temelinden yıkılmıştır. Astronomi, coğrafya, fizik ve kimya artık zihni kuruntulardan ve vesveselerden ve kuruntulardan ibaret değildir. Nazari meseleler artık denemeye dayanmaktadır. Deneme nazari fikirler için tam bir senet vazifesi görür. Bu sebeple eski zanna dayanan fikirler kesin bilgiler olmaya başlamıştır. Bu asırda parlak akıllar gökyüzüne yükseliyor. Çekim kanunu adeta bir merdiven vazifesini görüyor. İnsan düşüncesi yerin derinliklerine de inebiliyor.

Dünyanın yaratılışına ait deliller din kitapları arasında değil yer tabakaları arasında araştırılıyor. Bilgi sayesinde elektrik, ziya, buhar, mıknatıs, insanın elinde bir hareket unsuru oluyor. Işık eskiden sanatkarlar tarafından haberciye benzetilirken bu gün gerçekten bu işi görüyor. Ses mesafelerin tayininde sadık bir haberci olmuştur. Buhar, karanlıkları aydınlatıyor. Elektrik dört bir tarafa haberler taşıyor. Buhar kuvveti karada ve denizde bir taşıma Hızır’ı oluyor. Bütün bu keşiflerin yapıldığı asır, evvelki asırlardan üstün olmakla övünse hakkı değil midir? Bu yüzyılda artık eski çağlardan kalma efsanelerin bilgilerin hiçbir değeri kalmadı. Ne Hızır-ı ebedi hayata ulaştırdığı söylenen “çeşme-i hayvan” ne bütün hastalıkları iyi eden “daru-yı sührab” ne efsun nüshası, ne müneccimlerin yıldızlarla insan talihi arasında bulduğu ilişkiler,” nahs-ı kıran” ve “sa’d-ı tevali” ne remil ve kehanet, ne cifriyat kaldı. Artık ne hüma kuşunun mutluluk getirdiğine ne de baykuşun uğrusuzluğu haber verdiğine inanılıyor. Ne Atlas omuzlarında gökyüzünü taşıyor ne Zühre yıldızı bir tanrı.

Eflatunun fikirleri kainatın yaradılışı için bir esas olarak görülmüyor. 19. asrın ilmi bütün bu batıl inançları yıktı. Tanrı’nın birliği fikri bu asrın felsefesine temel oldu. Akıl Tanrının birliği fikrini isbat ettiği için bütün milletler birlik yolunu tutuyorlar. Hak ve vazifenin sınırları tespit edildi artık insanlar ne birbirlerini zorlayabilir ne de üstün olmakla ezebilirler. Şahısların haklar artık kanunlar tarafından korunuyor. Cemiyet hayatına başka bir düzen verildi. Ne Amr Zeyd’in esiri Ne Zeyd Amr’ın efendisi. Kanunlar eşitlik prensibine göre yapılıyor. İlmin yayılması zihinleri aydınlattı.Matbuatın feyizleri noksanları tamamladı. Bütün bu yenilikler maalesef doğudan değil batıdan doğdu. Doğu artık söndü. Ne Türkiye’nin , ne Arabistan’ın ne Herat’ın şöhreti kaldı. Zaman terakki zamanı, cihan ilim cihanı. Böyle bir asırda topluluklar hiç cahil yaşayabilir mi?

Bu manzumede bizi ilgilendiren taraf onun doğan bir alem ile çöken bir alemi, derli toplu bir şekilde karşılaştırarak bizlere sunmasıdır. Burada ondokuzuncu asrın ilim ve tekniğine hayran ortağı küçümseyen bir zihniyetle karşılaşıyoruz. Akla tecrübe ve insana karşı derin bir inanç var. Manzume dili bakımından eskidir. Hemen hemen şairane bir özellik taşımaz. Divan edebiyatının bütün edebi sanatlarından sıyrılmıştır. Bu sebeple de çıplak ve kuru bir fikir ifadesinden ileri gidememiştir. Doğal bir gazete makalesinin şiire sokulmuş hali gibidir. Şiir, fikir yanında feda edilmiştir. Düşünceleri vereceğim diye şiire önem verilmemiştir. Bu sıralarda da pozitivizmi ve materyalizmi aşırı derecede savunan Beşir Fuad, yalnız Divan edebiyatına karşı değil, Tanzimattan sonra batılı romantikleri taklit eden yazarlara karşı da şiddetle hücum edecektir. Beşir Fuad ile Sadullah Paşa sadece dünya görüşleri olarak değil ölümleri ile de birbirlerine benzerler. İkisi de intihar eder.

Kaynak:

  • Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri 1; Tanzimattan Cumhuriyete Uğur Yayınları Edebiyat Bilgileri Konu Anlatımlı.
  • Ali İhsan Kolcu, Tanzimat Edebiyatı-1 (Şiir), Salkımsöğüt Yay.

Ayrıca bakınız ⇒

TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI (1860 – 1896)

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu