İkinci Meşrutiyet’ten Sonra Edebiyattaki Değişmeler: Biçim ve Dil Sorunları

İkinci Meşrutiyet’ten Sonra Edebiyattaki Değişmeler: Biçim ve Dil Sorunları

Cumhuriyet’in özellikle ilk on beş-yirmi yılında etkisini sürdüren biçimsel ve içerikteki değişimler

Meşrutiyet döneminin ilk yıllarında (1908) ortaya çıkan ve Türk edebiyatında ilk defa bir bildiri ile ortaya çıkması bakımından dikkati çeken Fecr-i Âtî topluluğu, genellikle ve yanlış olmayan bir bakışla Servet-i Fünûn’un devamı olarak görülmüştür. Fecr-i Âtîciler, biçim ve dil konusunda olduğu kadar, içerik ve duyarlılık noktasındaki tercihleriyle de, Edebiyat-ı Cedide zevk ve anlayışından ayrılmayan bir görünüm sunmuşlardır.

Buna karşılık 1910-1923 yılları arasındaki edebiyat faaliyetlerinin odak noktasını Millî Edebiyat Akımı oluşturmuştur. İlk defa Ali Canip‘in 1911’deki yazılarında kullanılan “millî edebiyat” ifadesi, kavram olarak dönem sınırı taşıyan bir akıma ad olamayacak kadar geniş olmakla birlikte, Türkçülük düşüncesinin ve uluslaşma sürecinin ortaya çıkardığı bir edebiyat anlayışı olması bakımından dikkati çeker. Bu yüzden, “millî edebiyat” ifadesi aslında “milliyetçi edebiyat” kavramını tam olarak karşılamadığı gibi, edebiyat tarihleri de millî edebiyatın özellikleri ve temsilcileri konusunda sınırları belirli, kesinleşmiş uzlaşma noktasında buluşamazlar. Bir yönüyle Tanzimat’tan beri eski edebiyat anlayışına tepkinin bir devamı olarak görülebilirken bir başka yönüyle aşırı Batılılaşmaya bir tepki olarak değerlendirilir.

Öncülüğünü Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp‘ın yaptığı Genç Kalemler dergisinde yayımlanan “Yeni Lisan” makale dizisine dayanılarak söylenen “Yeni Lisan Hareketi”, aynı zamanda millî edebiyat akımının bu ilk dönemdeki özel adı gibidir. İlerlemenin millî bir edebiyat oluşturmakla, millî edebiyatın ise millî bir dil ile mümkün olabileceğini savunan “Yeni Lisan” yazıları özellikle yazı dilinde sadeleşmenin, yazı ve konuşma dilini birleştirmenin çabası içerisinde olmuştur.

Dilde sadeleşme anlayışı Cumhuriyet’ten hemen önce hedefine ulaşmış görünüyor. Şiir dilinin kendine özgü bir sözvarlığı ve sözdizimi özelliğini gerekli kılması şiirin bu dönemdeki ilk örneklerinde yeterli bir kıvama ulaşmamış olsa bile, özellikle düzyazı türlerinde, hikâye ve romanda Ömer Seyfettin, Refik Halit, Yakup Kadri, Halide Edip, Reşat Nuri gibi adların eserleriyle Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatına konuşma diline yakın bir edebiyat dili ile girilmiş oldu. Şiir dilinde de aynı eğilim giderek yaygınlaştı.

Millî edebiyat anlayışının bu dönemde gündeme getirdiği bir başka konu aruzhece tartışması olmuştur. Aslında yenileşme döneminin ilk kuşaklarından itibaren hece veznine bir dikkat yöneltilmiş idi. Ancak bu dikkat az sayıdaki uygulama ile daha çok düşünce planında kalmıştır. Mehmed Emin Yurdakul‘un 1898’de yayımladığı Türkçe Şiirler adlı kitabı bu yoldaki ilk önemli girişim olmuştur. Böylece halk edebiyatına mensup olmayan bir şairin bütün şiirleri hece vezniyle yazılmış kitabı ortaya çıkmış; dilinin sadeliği ve içeriğinin duygusal-hamasi niteliği ile dönemin (Yunan isyanı dolayısı ile) duygusal havası örtüştüğü için ilgi kaynağı olmuştur. Bununla birlikte aynı dönemin güçlü edebiyat anlayışı Servet-i Fünûn olduğu için şiir dili ve vezin anlayışı konusunda bu kitaptaki şiirler istisnai bir deneme olarak kabul edilebilir. Hatta “Yeni Lisan” makalelerinin ilkinde bile “Mehmed Emin Beyin hecai veznini hiçbir şair kabul etmez” denilerek hece veznine taraftar olunmadığı açıklanmıştır. Bu sırada Rıza Tevfik’in özellikle tekke şiirini model alarak geliştirdiği hece şiiri estetik açıdan da Yurdakul’un manzumelerinden daha başarılı görülmüştür.

Bütün bunlara karşın 1910-23 arası süreçte Türk şiirinin genel eğilimi aruzdan heceye doğru olmuştur. Dönemin üç büyük şairi, Mehmed Âkif, Yahya Kemal ve Ahmet Hâşim‘in aruzla yazmaya devam etmesine, bir çok şairin hem aruzu hem heceyi birlikte kullanmasına karşın Cumhuriyet’e doğru yaklaştıkça edebiyat tarihlerinde beş hececiler, on hececiler gibi adlarla anılan hecenin ilk kuşağı diyebileceğimiz kuşağın şairleri hecenin Türk şiirinin bu dönemindeki yaygın ölçüsü olmasını sağlamışlardır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında artık öncekilerden daha başarılı bir şiir estetiğine sahip yeni bir kuşak yetişmiş ve hece veznini kullanarak yeni Türk edebiyatında ritmin zaferini sağlayan örnekler vermişlerdir.

Bu dönem şiirinin bir başka özelliği ise Edebiyat-ı Cedide şairlerinin serbest müstezada dönüştürdükleri, uzunlu-kısalı dize uygulamalarının Fecr-i Âti şairlerince de aruz vezinlerinde genişletilerek sürdürülmesinin yanı sıra heceyle yazan Mehmed Emin, Rıza Tevfik, Yusuf Ziya, Celâl Sahir gibi şairler tarafından hece veznine de uygulanmış olmasıdır. Bu, Cumhuriyet’ten sonra yaygınlık kazanacak olan ve 1940’tan sonra Türk şiirinde tamamen egemen olacak olan serbest şiire gidişin bir başlangıcı olarak da değerlendirilebilir. Bu dönem şiirinde ayrıca manzum hikâye formunun yaygınlık kazandığı da dikkati çekmektedir.

Nazım biçimleri konusunda ise bu dönem Türk şiirinin ses arayışlarının boyutları Batı edebiyatından alınma soneden, Divan şiiri, halk ve tekke şiiri nazım biçimlerine kadar uzanan genişliktedir. Aynı zamanda düzensiz bir biçimde, kıtaların değişik dizelerine dağıtılan kafiye denemeleri dikkati çeker. Bütün bunlar dönemin şairlerinin biçim arayışlarının boyutlarını gösterir.

Kaynak: Doç.Dr. Yılmaz DAŞÇIOGLU, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirini Hazırlayan Şartlar

Benzer İçerikler:

İlginizi Çekebilir:
Kapalı
Başa dön tuşu