Ferdi ve Şürekâsı – Halit Ziya Uşaklıgil

Ferdi ve Şürekâsı (Roman)

FERDİ VE ŞÜREKÂSI – HALİT ZİYA UŞAKLIGİL

Ferdi ve Şürekâsı – Halit Ziya Uşaklıgil

ROMAN HAKKINDA

Ferdi ve Şürekâsı, 1892 yılında Hizmet gazetesinde tefrika edilmiş (bölüm bölüm yayınlamış), Halit Ziya Uşaklıgil‘in romanıdır. 1895 yılında ise kitap haline getirilmiştir. Halit Ziya’nın Servet-i Fünun topluluğuna dahil olduğu dönemde kaleme aldığı bir eseridir.

Eser Halit Ziya’nın İzmir’de yazdığı son romanıdır ve İzmir’de yazdığı romanlar arasında hacim olarak en geniş olanıdır. Roman 23 bölümden meydana gelir ve Halit Ziya’nın daha önceden yazdığı eserlere kıyaslandığında hem konusu hem de üslubu açısında daha olgun ve ustalıklı eseridir. Eser Mehmet Rauf tarafından tiyatroya uyarlanmış ancak sahnelenememiştir.

ROMANIN ÖZETİ

Romanın baş kahramanı olan İsmail Tayfur, Ferdi ve Şürekası adlı işyerinde muhasebeci olarak çalışmaktadır. İşyerinde onun dışında Osman Şevket, Mehmet Rıfkı ve otuz beş senesini bu iş yerine vermiş Hasan Tahsin Efendi çalışmaktadır. İsmail Tayfur aslında burada çalışmaya uygun bir karakter değildir onun daha romantik yapılı bir karakteri vardır aslında fakat babasının vefatı sonucunda ailesinin geçim sıkıntılarının üstesinden gelmek zorunda olduğu için babasının da yıllarını verdiği işyerinde çalışmaya başlamıştır. Burada çalışmaya başladığı ilk sene içinde işyerinin sahibi olan Ferdi Efendi’nin kızı Hacer, İsmail Tayfur’a karşı çocukça bir şekilde başlayan hisler beslemeye başlar. Hacer’in yaşı biraz daha ilerleyince babasının artık onun işyerine gelmesine izin vermemesi sebebiyle ve annesinin olmayışının ona hissettirdiği yalnızlık hissi sebebiyle mavi bir defter tutmaya başlar. Bütün hislerini bu deftere kaydetmeye başlar. Hacer defterine İsmail Tayfur’u sevdiğini yazar ve bir gün babası bu defteri bularak okur, kızının İsmail Tayfur’a olan hislerini öğrenir.

Ferdi Efendi kızının hislerini öğrendikten sonra kızına İsmail Tayfur’u kendine damat edeceğine dair bir söz verir ve ilk iş olarak da İsmail Tayfur’u ticarethaneye küçük bir hisse ile ortak eder. İsmail Tayfur ilk başta bu payın sebebini anlamasa da Hasan Tahsin Efendi’nin de konuşmaları üzerine bu payın gelecekte istenecek olan bir menfaat sebebiyle olduğunu anlar. Bu menfaat ona yıllardan beri ilgi duyan Hacer ile yapılacak bir evlilik ile alakalıdır. Bu evlilik fikri onun en yakın arkadaşı olan Hasan Tahsin Efendi tarafından olumlu karşılanmıştır ancak İsmail Tayfur olaya arkadaşının baktığı şekilde bakamaz çünkü onun küçüklüğünden beri sevdiği Saniha ile evlilik ve gelecek hayalleri vardır. İlk başta bu fikre karşı çıksa da zamanla çevresindeki kişilerin etkisinde ve maişiyet kaygısı sebebiyle evliliği kabul eder.

Evlilik gerçekleştikten sonra içinde hala Saniha’ya olan hisler sebebiyle ruhsal bir çöküş yaşamıştır İsmail Tayfur. Bu evliliği isteyen taraf olan Hacer de zamanla İsmail Tayfur’un kendisini sevmediğini anlar, o da mutsuz olur. Bir gece Hacer yataklarında İsmail Tayfur’u bulamaz ve onu aramak için evde dolaşır. Dolaşma sırasında Saniha’nın odasının önünden geçerken İsmail Tayfur’un kendisinden nefret ettiğini, Saniha’ya aşık olduğunu, kaçma isteği içerisinde Saniha’ya yalvardığını duyar. Duyduklarından sonra sevilmediğini bilmesine rağmen Tayfur’un başkasını sevmesi dolayısı ile hissettiği öfke ile odasına çıkar. Tayfur ile odalarında tartışma yaşarken odada yangın başlar. Saniha bu yangında ölür ve İsmail Tayfur ise delirir.

KAHRAMANLAR

Roman İsmail Tayfur, Hasan Tahsin Efendi, Hacer ve Saniha dörtlüsünün hareket, tavır ve fikirlerine göre gelişir.

İsmail Tayfur:

Uzun, kumral şaçlı, yeşil gözlü, romantik yapılı bir gençtir. Babası Abdülgafur Efendi’nin ölme ile okuduğu okulu da hayallerini de bırakarak babasının çalıştığı yerde işe başvurur ve orada ailesi için çalışmaya başlar. Halit Ziya İsmail Tayfur’un geçmiş planlarından;

“İsmail Tayfur, mektepte iken neler düşünür, neler olmak isterdi! Gah mühim bir ceridenin başmuharriri, gah bir nezaretin mühim bir memuru, gah zamanın büyük bir edibi olurdu. O vakit kendisini azim bir yazıhanenin önünde evrak içine dalmış, ya parlak bir arabanın köşesinde kürküne sarılmış, yahut duvarları kitaplarla mestur bir kütüphanenin içinde, halkın intişarına muntazır olduğu bir esere son tashihleri yapmaya başlamış görürdü.” (Uşaklıgil 2016:68-69)

şeklinde bahseder.

İsmail Tayfur, Saniha’ya derinden bir aşkla bağlı olduğu için onun uğruna birçok fedakarlık yapabilecek biridir.

“Matbaalarda musahhihlik, kitapçılara yazıcılık edecek; gündüzleri koşacak, geceleri yüz tanesi yüz paraya koçan dolduracak; arkasından takip eden yüz bin liradan kaçarak ekmeğini uğraşa uğraşa kazanacak; evet bütün bu feragat-ı nefsiyeden çekinmeyecek, Hacer’i bahtiyar etmek için Saniha’yı bedbaht etmeyecek” der ve (Uşaklıgil 2016: 71) Saniha’ya istediği konforlu hayatı sunamayacağı için hissettiği üzüntüyü “Ah Saniha! Bilsen sana neler yapmak istiyorum da muvaffak olamıyorum. Senin için nasıl arzularım nasıl emellerim var da hiçbirini husule getiremiyorum. Aldığım para o kadar az ki” (s97) “

biçiminde tasavvur eder. Fazlasıyla aşkına düşkün, bağlı biridir.

“Hayatımı ona vakfetmekle büyük bir şey vermiş olmayacağım… Benim onu mesut edecek hiçbir şeyim yok; yalnız saf, ciddi, metin bir aşk! Zaten zavallı kızın hayattan hissesine isabet eden nisabı da işte benim şu aşk-ı üryanımdan başka bir şey değil! O, bununla kanaat ediyor, bununla mesut oluyor; benim içinde onu mesut görmek kadar büyük bir saadet tasavvur olunmaz. Dünyada serveti saadet için istimal ederler ama saadet, servet için feda edilmez.”(s.107)

şeklinde de aşkını ifade eder. İsmail Tayfur için aşk mutluluğu getirir, Para ise aşkla gelen saadeti pekiştirmek içindir. Bunun yanı sıra sivri zekalı ve hazır cevap bir yanı da vardır. Hasan Tahsin Efendi’nin zengin bir adam için ‘yemin ederim ki bu adam bizim gibi yayan gelmek ne demek olduğunu tecrübe etmemiştir‘demesi üzerine ben de öyle bir araba ile gezmek ne demek olduğunu bilmiyorum” cevabını vermesi bunun bir göstergesidir. İsmail Tayfur’un bir diğer özelliği ise eşyalarını birer dost, kardeş gibi görmesidir.

Hasan Tahsin Efendi:

Kısa boylu, küçük yapılı, ufak başlı, beyaz saçları dökülmüş otuz beş senesini Ferdi ve Şürekası ticaretgahına adamış ihtiyardır. Yıllar boyunca çalıştığı bu ticaretgahta az bir gelir elde etmiştir ve bir bakıma bu durum onun para sahibi olma isteğine itmiştir fakat kendisinin yaşı itibariyle böyle bir şansı olmadığı için çok sevdiği refiki için zengin, bolluk içeren bir hayat istemiştir. Bundan dolayı da Ferdi Efendi, Hacer ve İsmail Tayfur’un evlenmeleri için ilk adımı attığında İsmail Tayfur’u ikna etmeye çalışmıştır.

“Hacer ne demektir, bilir misin? İhtiyar, bir hareket-i asabiye ile genç adamın elini tuttu. Mavi gözlü, sarı saçlı, bir bahar bulutu gibi beyaz, bir su çiçeği gibi narin, on dört yaşında bir kız şeklinde yüz bin lira! Yüz bin lira! Yüz bin lira! İşitiyor musun? Bu kelimenin dehşeti seni titretiyor mu? Yüz bin lira! Ah! Bu o kadar büyük bir şeydir ki ismi ağzıma sığmıyor zannediyorum.”(s.97) “Sen, Ferdi’ye damat olmakla vakarını, haysiyetini, ulüvv- cenabını, izzet-i nefsini satacak değilsin. Bugün sana her türlü meziyat-ı nisvaniyeden başka büyük bir servete malik bir kız veriyorlar; bu kız, sana zevce olmaya şayeste olmasaydı, o kızı yalnız serveti için kabul etmek lazım geleydi, o vakit bir izdivaç değil, bir iş yapmış olurdun. Sana bir zevce teklif ediyorlar, o zevcenin meziyatına bir de servet ilave ediyorlar, sen kabul etmiyorsun, neden? (s.105). Muzip ve arkadaş canlısı, gençliğini çalışarak yitirmiş anlayışlı, babacan bir adamdır. “(…) Hatta çocuklarıma birer rakam adı koymak istemediğime taaccüp ediyorum. Mesela Münir, tokmak gibi bir çocuktur; ismi 9 olsaydı pekala yakışırdı.”(s.23)

Hacer:

Ferdi Efendi’nin küçük yaşlarda annesini kaybetmiş kızıdır. Mavi gözlü, sarı saçlı, narin, on dört yaşında bir kızdır. Kendini yalnız hisseder ve içine kapanmıştır bir raddeden sonra çünkü diğer kızlar gibi onun her şeyini paylaşacağı ve akıl alabileceği bir annesi yoktur. Babası her ne kadar yanında olsa da sevilmeye ihtiyaç duyan birisidir. Sevecen, fazlası ile İsmail Tayfur’a aşık, piyona çalmayı bilen ve maharetli bir kızdır.

Saniha:

Babası o daha küçük yaşlardayken babasını kaybetmiş ve annesi tarafından belli bir süre zorluklar içerisinde bakılmıştır. Bir gün annesinin de vefat etmesi üzerine evden koşarak çıkıp sokakta yalnız başına ağlaması üzerine onu fark eden Abdülgafur Efendi, küçük kızı alarak evlerine götürür. Annesiz ve babasız olmanın ona verdiği bir sevgisizlik ve sevilmeye layık olmadığını hissetme hissi vardır. İsmail Tayfur ile birbirlerini küçük yaştan beri severler. Zayıf, ince ve esmer bir kızdır.

Romandaki Ferdi Efendi, Melekzat, , Nesime Hanım, Nerime Hanım yan karakterlerdir. Olayların zeminini hazırlayan ya da olaylara etki ederek olayları tırmandıran karakterlerdir.

Ferdi Efendi:

Hacer’in babasıdır. Ferdi ve Şürekası ticaretgahının sahibidir. İnce uzun boylu, sarı saçlı, sarı sakallı, donuk benizli, otuz sekiz yaşında bir patrondur. Ferdi Efendi için hayatta en önemli şey parasıdır. Kızı ikinci plandadır onun gözünde.

Melekzat:

Hacer’in refikasıdır. Yeri geldiğinde azarlanan, yeri gelince sevile, oyun oynanan kişidir. Bir bakıma Hacer’e hediye edilmiş canlı bir oyuncak gibidir.

Nesime Hanım:

İsmail Tayfur’un annesidir. Merhametli, hayatını eşi öldükten sonra oğluna adamış düşünceli, oğlunun iyiliği için çabalayan bir kadındır.

Nerime Hanım:

Annesi olmayan Hacer’e bir bakıma annelik yapan bunun yanında da mürebbiyelik yapan İsmail Tayfur ve Hacer evliliği için İsmail Tayfur’un annesi ile görüşmeye giden kadındır.

Roman içerisinde figüratif karakterler de yer alır. Bazı yerlerde konuşmaları olsa da romanın muhtevasında önemli bir değişikliğe sebep olmazlar. Örneğin İsmail Tayfur’un babası Abdülgafur Efendi Saniha’nın evalatlık olarak alması dışında romanda pek de etkiye sahip değildir. Osman Şevket, Mehmet Rıfkı , Hasan Cevdet, Ahmet Nedim, Hüseyin Fehim, Mahmut Nidai, Ahmet Necmettin, Osman Necati gibi karakterlerde figüratif karakterlere örnektir.

ROMANDA ANLATICI

Romanda ana anlatım şekli hakim anlatıcı iledir ancak anlatım yalnızca bir şekilde gerçekleşmiyor, yazar etkileyiciliği arttırmak amacı ile zaman zaman anlatıcı kişisini değiştiriyor. Örneğin bazı yerlerde üçüncü tekil kişi ağzından objektif bir şekilde anlatma tercih edilmiştir.

“Yazıhanede hüküm süren sükun-ı mahz içinde genç adamın dudaklarından rakamlar, bir teselsül-i muttarid ile döküldükçe karşısında, mailen mevzu cesim bir defterin arkasında çehresi kaybolmuş; yalnız fesinden bir parçası görülen diğer bir muhasibin çevirdiği yapraklardan mütehassıl bir hışıltı işitiliyordu.” (s.12)”

“Tekrar yürümeye başladılar.Şimdi iki taraflarından arabalar süratle geçiyor, vakit vakit yolun üzerinde yuvarlanan toz arasından bir at görünüyor, önde yaya fırkaları yavaş yavaş ilerliyordu.” (s.111)

“Ferdi Efendi odasına çekildi; kapısının sürmelendiği, biraz sonra içeriden diğer bir kapının açılıp kapandığı işitildi; reis, hareme girmişti.” (s.29)

Romanda bazı yerlerde ise duruma bağlı olarak yazar bu objektif çizgiden kopmaya ve kendi yorumlarını da belli eden ibareleri tercih eder:

“Zavallı Saniha! Zavallı küçük kız! İsmail Tayfur, o bikes, bivaye bedbahtı, nasıl mesut etmek isterdi” (s.37)

“Yalnız büyümüş, bir pederin busesinden başka bir eser-i şefkat görmemiş açılmak isteyen bir gonca-i hissiyatına bir jale-i muhabbet düşmemiş olan bu genç kız için İsmail Tayfur; o kumral saçlı, uzun boylu, yeşil gözlü genç adam; herkesten, her şeyden başka bir şey olmuştu.” (s.55)

“Zavallı Saniha! Zavallı küçük, fakir kız! Yukarıda ne yapıyordu.” (s.132) “Zavallı kız, şimdi sevilmediğinden emindi” (s.143)

“Hacer, o zavallı kız da titriyordu; fakat muhabbetten değil nefretten, adavetten, kinden, gayzdan mürekkep bir tuğyan-ı hissiyat ile titriyordu” (s.242)

Yazar bazı kısımlarda ise direkt karakterlere yönelik ‘sen’li bir üslup ile yazmıştır.

“Evet! Sen hala elbiseyi düşünüyorsun, mesut kız! Yanında bedbaht, matemzade, meyus, hazin bir kız var, o da düşünüyor; fakat gelin elbisesini değil” (s.206)

“Lakin ne yapacaksın zavallı kız?” (s.234)

“Şimdi ikinci kattaydı. Nereye gidiyorsun Hacer? Karanlıkta nereye gidiyorsun?” (s.238) “Oh! Hacer! Kendini şu halde göreydin” (s.256)

Uşaklıgil tüm bu anlatım çeşitlerinin yanında bazı yerlerde kurduğu cümleler ile geleceğe dair mesajlar da vermiştir.

“Ferdi Efendi, parasından sonra kızını severdi; fakat bu muhabbeti o paranın varisine muhabbet suretiyle tevcih etmek, daha mukarin-i hakikattir. Ferdi Efendi’nin Hacer’e karşı olan şefkatinde yüz bin liralık bir sahibe-i müstakbele-i servete karşı hürmetten bir eser vardı” (s.31)

Bu cümleler ile tanıtılan Ferdi Efendi kitabın sonuna kadar neredeyse bulunduğu her bölüm içinde kızını seven bir baba portresi çizmiştir ancak evleri yandığı zaman

“-Kasa ne oldu.?
Birisi cevap verdi:
– Elbette yanmıştır! O bir şey değil, kızınızla damadınız bulunamadı!
Ferdi’nin başı, göğsüne düştü, bir nefes-i ihtizar gibi “Kasa yandı, öyle mi? dedi”

şeklindeki konuşması ile önceden karakterini tanıtmak için kullanılan ifadenin birbiriyle örtüştüğünü ve Ferdi için en önemli şeyin evladı değil de para olduğunu görüyoruz.

“Fakat heyhat! Dünyada parayla satın alınamayacak bir şey varsa o da kalptir! İşte, Ferdi ile İsmail Tayfur arasında geçen muhavere bu vakıanın neticesiydi” (s.61)

Kitabın sonu düşünüldüğünde bu ibarenin de yazar tarafından özellikle tercih edildiğini ve gelecek için sinyaller verdiğini görürüz.

Roman içerisinde yalnızca birinci tekil kişi ağzından yazılan kısım ise

“Her ay şu parayı götürmek için oraya gittiğim zaman beni İsmail Tayfur’un yanına çıkarırlar… Oh! Görseniz tanıyamazsınız. Başka bir şekle girmiş, başka bir şey olmuş, bir şey ki insana benzemez… Ben odaya girdiğim zaman onu ayakta bulurum, saatlerce odasında dolaşır. Ağzından bir lakırdı işitmek nasip olmadı. İsmail Tayfur, lisanı unutmuş! Yalnız gülüyor(…) “ (s.263)

diyen İsmail Tayfur’u ziyarete giden Hasan Tahsin’ e aittir.

ZAMAN

Romanda yaklaşık bir buçuk senelik bir zaman aralığı anlatılır ve olaylar kronolojik sıra ile gerçekleşir. Mevsime uygun olarak mevsimsel tasvirlere yer verilmiştir.

“Kış günlerine mahsus bir ziya-yı ebr-puş-i Hurşit, İsmaik Tayfur’un odasının kafeslerinden süzülerek yatağının kenarında oynaşıyordu.” (s.66)

Saniha, Hacer, Hasan Tahsin ve İsmail Tayfur gibi ana karakterlerin geçmişlerinden bahsetmek için birkaç kez zamanda geriye geçiş yapılır. Bu geçişler ile kahramanın nasıl bir karaktere sahip olduğu ve o karaktere neden sahip olduğu konusuna ışık tutulur.

“Saniha, çocukluk hayatını müphem bir surette der-hatır eder. Hatırat-ı evveliyesi, kendisi için güneşe maruz kalmış elvah-ı atika gibi menazır-ı müşevveşe irae eder (…)” (s.82)

“Ferdi Efendi, yüz bin liralık bir adam olmakta iken kızını da yüz bin liralık bir kız haline getirmeyi istemişti. Hacer’e henüz yürümeye başladığı sırada yine kendi kadar küçük bir refika verilmiş (…)” (s.62)

MEKAN

Romanda üzerinde durulan belli başlı mekanlar vardır. Saniha’nın çocukken yaşadığı ev, Hacer’in yaşadığı ev ve odası Ferdi Efendi’nin konağı gibi kapalı mekanların dışında İsmail Tayfur’un refiki Hasan Tahsin ile yaptığı yürüyüşlerdeki Kağıthane, Şişli gibi açık mekanlarda vardır.

Bu mekanlar karakterlere dair izler taşır. Gerek onların ekonomik gerekse kişilik özelliklerine dair. Örneğin Hacer’in odası;

”Bu oda, bir genç kızın aklından geçebilecek her isteği yapmaya hazır bir zenginlikle meydana gelebilecek süslere batmış, her yanına bol bol göz alıcı yapıtlar serpilmiş, her köşesinde bir sanat güzelliği saçılmış, zengin bir baba tarafından tek bir kızına yalnızlığını unutturmak için yapılmış bir harikadır. Odayı, yumuşak tüyleri,ayakları havadan bir taban üzerinde tutan, ilkel renkleri alışılmamış şekiller meydana getiren bir Uşak halısı örtüyor. Duvar, baştan aşağı pembe ipek bir kumaşla kaplanmış, tavanın çevresi beyaz, pembe mavi atlaslarla boğulmuştur. Tavan, bir sanat güzelliğidir… (s.50)

şeklinde tasvir edilir. Hacer’in sahip olduğu mal varlığının bir simgesi olsa da Hacer bu oda da yalnızdır. Hacer kalabalık bir çevreye sahip olmasına rağmen yalnızdır ve odada da aynı durum geçerlidir. Ne kadar süslü, geniş ve bezenmiş olsa da Hacer orada tek ve sevgiye muhtaçtır.

İsmail Tayfur’un odası ise

“Odası; ucu bucağı bulunmayan dünyanın küçük, bir molekül kadar önemi olmayan ufacık bir parçasıdır ki, İsmail Tayfur’un payına düşmüştür. Bu oda; bütünüyle kendisinin, yalnız kendisinindir… Odanın iki penceresi vardır, bunlar uzaya açılmış iki gözdür ki, İsmail Tayfur, uzun uzun düşünmek istediği zamanlar, bunlardan birinin yanına dayanır; buradan gökyüzünü seyrederdi. Odanın her yanında emellerinden,

isteklerinden bir iz bulunur: Şu yazı masasına iki yılda sahip olabilmiştir; bir yazı masası alabilecek kadar para biriktirdiği zaman boş bir gününün tümünü, aramakla geçirmişti… İki pencerenin arasında bir arşın genişliğinde bir duvar vardır. İsmail Tayfur buraya, yüksek değerine, düşüncelerine tutkun olduğu kişilerle sevdiği arkadaşlarının resimlerini koymuştur. Aşamalarına yetişebilmek hülyasından yoksun olduğu o büyük kişilerle arkadaşlarına, özlem duyduğu o sevgili insanlara saatlerce gözlerini diker, kalbine bir acı ve umutsuzluk dolar. Bu oda, bu minimini duygular sığınağı, bir düşünceler dünyasıdır ki, her parçası beyninde türlü türlü tepkiler yaratır

(s.74-75) şeklinde tasvir edilir ve onun hayatında az kişinin önemli olduğunu ve bu önemli kişilere yüksek derecede bir sevgi bağı ile bağlı olduğunu temsil eder.

“Burası, ıssız kalmış bir memlekette unutulmuş gibi, büyük bir bahçenin içinde kaybolmuş bir yıkık yerdi. Burada yalnız iki kişiydiler: Annesi, kendisi… Bu yıkık yerin küçük bir odasını seçmişlerdi. Burası, bırakılmış bir eski yapıydı ki, artık insanlar hor görerek çekilip gitmişler, bu yoksul sığınağı, geçim gücünden uzak fakir kadına bırakmışlardı… Rüzgar estiği zamanlar bu yıkık yer bütünüyle sarsılır; pencerelerden sarkan kanatlar, duvarlarda düşmeye hazır duran kapılar çarpar merdivenler titrer, tahtalar gıcırdar; o

zaman Saniha, bu karanlıklar içinde koşuyorlar, uçuyorlar sanırdı. Saniha, bu yıkık yerin yalnız şuralarını bilirdi: Odaları, odaların önündeki avlu, avlunun önündeki alan… Bu daireyi geçmeye hiçbir zaman cesaret edememişti. Odaları küçüktü. Saniha, şimdi bile gözlerini yumduğu vakit, bu odanın kağıtla yapışmış pencerelerini, bir kenara serilmiş ot minderi, annesinin üzerine oturup dikiş diktiği küçük şilteyi, kendisinin üstünde yuvarlandığı kilim parçasını görür.” (s.84-85)

tasvir edilen ev ise Saniha’nın çocukken kaldığı evidir. Bu ev tasviri ile de yazar Saniha’nın ne kadar kırılgan, merhamete ihtiyaç duyan, narin bir insan olduğunu anlatmaya çalışmıştır.

OLAY

Metindeki olay zinciri şu şekildedir: Ferdi ve Şürekası Ticaretgahı’nda muhasebeci olarak çalışmaya başlayan İsmail Tayfur’ a işyeri sahibinin kızı olan Hacer aşık olur ancak bu his karşılıklı değildir çünkü İsmail Tayfur babası tarafından eve getirilen Saniha’ya aşık ve onunla evlenme planları yapmaktadır. Bir gün Ferdi Efendi kızının kimseyle paylaşamadığı hislerini döktüğü mavi defterini bulur, okur. Edindiği bilgiler sonucunda İsmail Tayfur’u damat edeceğine dair kızına söz verir. İlk iş olarak İsmail Tayfur’u küçük bir hisse ile ortak eder. İsmail Tayfur, Ferdi Efendi’nin bunu neden yaptığını bilir ve bu evliliğe karşıdır ancak annesinin isteği, Hasan Tahsin Efendi’nin dedikleri ve Saniha’nın kendisini sevilmeye layık görmeyişi ve İsmail Tayfur için iyi, rahat bir gelecek isteğinde olması sebebiyle İsmail Tayfur’a onunla evlenmeyi asla kabul etmeyeceğini bu sebeple de evliliği desteklediğini söylemesi ile İsmail Tayfur evliliği kabul eder. Evlilik gerçekleşir. Hacer daha ilk günden İsmail Tayfur’un kendisini sevmediğini anlar ve mutsuzlaşır.

Bir gece İsmail Tayfur Saniha’nın odasına gider ve ona sevdiğini, kaçma isteğini, Hacer’den nefret ettiğini anlatırken Hacer bunları duyar ve büyük bir öfkeye kapılır. İsmail Tayfur ile yaptığı tartışmada İsmail Tayfur’un Saniha ile gideceğini söylemesi üzerine bir mum aracılığıyla evin yanmasına sebep olur. Yangında Hacer ölür ve İsmail Tayfur delirir.

Metinde olaylar sıralı ve sebep sonuç ilişkisi doğrultusunda ilerler. Para elde etme gayesi ile çıkara dayanan bir ilişkinin sonucunda insanların ne denli zarar görebileceğini anlatır eser.

SONUÇ 

Eser içerişimde tercih edilen birden fazla teknikle anlatım eserin çok daha akıcı ve anlaşılır bir şekilde ilerlemesini sağlamıştır. Eserdeki kadın kahramanların yazar tarafından bir kuklaymışçasına “oldu bitti” şeklinde karar almaması, aldığı kararı kendi fikri ve sorumluluğu çerçevesinde alması romana dair en ince ve yenilikçi ayrıntıydı. Eserde tercih edilen mekanların bir fon olmaktan ziyade metinin bütünselliği içerisinde bir anlama sahip olması ve yazarın, roman içerisinde tercih ettiği bir ibarenin ileriye dönük olarak küçük küçük sinyaller vermesi kurgu üzerindeki derin düşüncelerinin ve çalışmalarının bir göstergesidir.

Ve roman Halit Ziya’nın yavaş yavaş onun rüştünü gösterdiği Aşk-ı Memnu ve Mai ve Siyah adlı romanlarındaki kahramanlar olan Ahmet Cemil ve Bihter’den izler taşır. Yazarın zaman içerisinde Hacer ve İsmail Tayfur’u işleyerek Bihter ve Ahmet Cemil’e ulaştığı görülebilmektedir.

YAZAR HAKKINDA

Halit Ziya Uşaklıgil,1866 yılında İstanbul/Eyüp’te dünyaya geldi. Uşşâkīzâdeler diye anılan ve bir kolu İzmir’e yerleşerek halı ticaretiyle uğraşan Uşaklı Helvacızâdeler ailesine mensuptur.

Türk romanının büyük ustası olarak kabul edilen Halit Ziya, 1886-1908 yılları arasında sekiz roman kaleme almıştır. Yazarın romancılığını üç döneme ayırmak mümkündür. İzmir’de yazıp yayımladığı ve düşmüş kadına acıma konusunu işlediği Sefile, ev içinde geçen üçlü bir aşk macerasının ele alındığı Nemide ve Bir Ölünün Defteri acemilik döneminin ürünleridir.

Ferdi ve Şürekâsı evin içinden dışarıya açıldığı ilk romandır. Bu eserle birlikte olgunluk dönemine giren yazar Servet-i Fünûn’un edebî beyannâmesi olan Mâi ve Siyah’ı kaleme alır; eserin kahramanı Ahmet Cemil vasıtasıyla bu neslin özlemlerini, edebiyat ve hayat karşısındaki tavrını romanlaştırır.

Aşk-ı Memnû’da yeniden ev içine dönen romancı, Kırık Hayatlar’da önceki romanlarından farklı şekilde realist akımın temalarından biri olan sosyal çevrenin bireyleri etkilemesini işler. Bu roman da bir aile dramını, üçüzlü bir aşk macerasını işlemekle beraber yazar bu çerçeveyi genişleterek âdeta bütün bir şehre teşmil eder. Dolayısıyla romanın adındaki çoğul eki anlamlıdır ve tek bir ailenin değil çeşitli sebeplerle hayatları kırılan, bozulan, sarsılan fertlerin ve ailelerin dramını dile getirir. Burada bütün bir toplum sel halinde âdeta uçuruma doğru gider.

Halit Ziya’nın bir önceki dönemde olduğu gibi roman vasıtasıyla okuyucuya toplumsal mesaj verme endişesi yoktur. Türk edebiyatının aynı zamanda büyük bir üslûp ustası kabul edilen Halit Ziya özellikle Mâi ve Siyah romanında bunu bütün ayrıntılarıyla ortaya koymuştur.

Kaynakça:

  • Kerman, Zeynep. “Halit Ziya Uşaklıgil” İslam Ansiklopedisi
  • Sakallı, Fatih.” Zümre Farklılığının Sebep Olduğu Bir Çatışmanın Romanı Ferdi Ve Şürekası” Türkiyat Araştırmaları Dergisi : 167-187
  • Uşaklıgil, Halit Ziya “ Ferdi ve Şürekası” Özgür Yayınları: 2016

Hazırlayan:

Kader Kayhan, Yıldız Teknik Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu