13. ve 14. Yüzyıllarda Öğretici Metinler

13. VE 14. YÜZYILLARDA ÖĞRETİCİ METİNLER

13. ve 14. Yüzyıllarda Öğretici Metinler

Tarihî, felsefi ve bilimsel alanlarda, öğretmek, bilgilendirmek, uyarmak, düşündürmek, yönlendirmek, kanıları değiştirmek gibi amaçlarla kaleme alınan yazılara öğretici metin denir.

Öğretici metin türlerinde bugün olduğu gibi geçmişte de halkın ilgi gösterdiği eserler yazılmıştır.

13-14. yüzyıllarda dinî-ahlaki konularda, tıp, İslam tarihi, din büyüklerinin hayatı, tasavvuf gibi alanlarda birçok eser kaleme alınmıştır.

Eserlerin dili genel olarak sadedir. Halka seslenen bu eserler yazıldıkları yüzyıldaki Anadolu-Oğuz Türkçesinin (Eski Anadolu Türkçesi) özelliklerini sergiler.

13-14. yüzyıllarda Anadolu’nun Türkleştiği ve Müslümanlaştığı dönemde halkın dinî-ahlaki, tarihî ve sosyal ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla kaleme alınan eserlerden önemli olanlar şunlardır:

MAKÂLÂT – Hacı Bektâş-ı Velî

Makâlât, Hacı Bektâş-ı Velî tarafından yazılmıştır. Aslı Arapçadır. Ancak sonraki dönemlerde bazı yazarlar tarafından Türkçeye aktarılmıştır. Eserin özgün nüshasından günümüz Türkçesine yapılan en önemli çeviri Prof. Dr. Esat Coşan tarafından gerçekleştirilmiştir. Ancak çevirinin yapıldığı bu nüsha da Makâlât’ın tam metni değildir.

Makâlât, Hacı Bektâş-ı Veli’nin görüş ve düşüncelerini derli toplu olarak ortaya koyan eserdir. Yüzyıllardır okunan bu eser, tasavvuf düşüncesindeki dört ana kapı kabul edilen şeriat, tarikat, marifet ve hakikati ve bu kapılardan geçildikten sonra çıkılacak merdivenler olan kırk makamı konu alır.

Makâlât’ta işlenen diğer dinî-ahlaki konularsa Allah’ı sevmek, ilim sahibi olmak, helal kazanç için çalışmak; toplumla iç içe, toplumun nabzını tutarak yaşamak, şefkatli olmak, temiz yemek, temiz giyinmek, ruhi olgunluk için çaba göstermek, doğru tavrı koruma ve zorluklara karşı dayanma anlamında sabretmek, cömert olmak, özeleştiri yapabilmek, toprak gibi alçak gönüllü olmak, herkese aynı gözle bakabilmek, ön yargılardan kurtulmak, insanların güven duyduğu biri olabilmek, evreni Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelligâhı bilmek ve yaratılanı sevmek biçiminde özetlenebilir.

Hacı Bektâş-ı Velî Kimdir?

13. yy.da yaşamış Hacı Bektâş-ı Veli‘nin hayatı hakkında bilinenler ermişlerin hayatlarından söz eden velâyetnâmelere dayanmaktadır. Buna göre Horasan’da doğduğu ve Hoca Ahmet Yesevî’nin yoluna bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Anadolu’da Kırşehir yakınlarında kurduğu tekkesine pek çok mürit intisap etmiş, bu yolla Yunus Emre gibi Anadolu halkının Türkleşmesi ve Müslümanlaşmasına hizmet etmiştir.

Kurucusu olduğu Bektaşilik tarikatı yalnız Anadolu’da değil görevlendirdiği müritleri vasıtasıyla Balkanlarda da yayılmış, benimsenmiştir. Nefes adı verilen tasavvufi içerikli şiirleriyle Bektaşilik anlayışının sevilip yaygınlaşmasını sağlamıştır. Makâlât adlı eserinde tasavvufi hayatın ilkelerini bölümler hâlinde ve alegorik bir dille anlatmıştır.

MANTIKU’T-TAYR – GÜLŞEHRÎ

♦ Eserin aslı İranlı ünlü yazar Feridüddin Attar’a aittir. 13. yüzyılda yazılan eser, 14. yüzyıl Anadolulu şair ve mutasavvıf Gülşehrî tarafından Türkçeye uyarlanmıştır.

♦ Gülşehrî, Mantıku’t-Tayr’ı yalnız tercüme etmemiş, eserin içeriğinde de değişiklikler yapmıştır. Esere Mevlânâ’nın Mesnevi’sinden, Beydeba‘nın Kelile ve Dimne’sinden, Attar’ın diğer bir önemli eseri Esrarnâme’sinden (15. yüzyılda Mercimek Ahmet tarafından tercüme edilmiştir.), İranlı bir sanatçıya ait Kabusnâme’den de çeşitli hikâye ve parçalara yer vermiştir.

♦ Mesnevi biçiminde yazılan eserin dili oldukça sadedir.

♦ Mantıku’t-Tayr “Kuşların Dili” anlamına gelmektedir. Tasavvufi konuları hayvanlar dünyasına ait olay ve durumlarla sembolize eden alegorik bir eserdir.

♦ Hayvanların konuşturulması esasına dayanan eser bu yönüyle Ezop masalları gibi bir fabl örneği olarak da kabul edilebilir.

♦ Eserde kuşların Hüthüt adlı bilge kuşun rehberliğinde yapmış oldukları uzun bir olgunlaşma yolculuğu anlatılır. Olay, başsız kalmanın yanlış olduğuna karar veren kuşların kendilerine padişah bulmak için Kafdağı’nın ardına yaptıkları seyahat boyunca yaşadıkları zorluklar, pek çoğunun seyahatten vazgeçmesi, ölmesi; yalnız otuzunun menzile ulaşması biçiminde özetlenebilir.

Menzile ulaşan otuz kuş, orada kendilerine tutulan aynada Simurg’un suretini görürler. Ancak gördükleri Simurg aynı zamanda tek tek her bir kuşun kendisidir. Simurg otuz kuşun toplamı ve tekidir (Simurg Farsça otuz kuş anlamına gelen bir kelimedir.).

♦ Eserde Simurg’la tasavvuftaki vahdet-i vücut (varlık birliği) teorisi anlatılmak İstenmiş, bu yolun, çileli ve uzun bir yolculuğu göze almayı gerektirdiği mesajı verilmiştir. Eserdeki Simurg, vahdet-i vücut teorisine göre ‘Tanrı”yı sembolize etmektedir.

GÜLŞEHRÎ KİMDİR?

♦ 13. yüzyılın sonlarıyla 14. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı düşünülen Gülşehri‘nin asıl adı Ahmet’tir.

♦ Yaşadığı dönemlerde bir bilim ve tasavvuf şehri olarak tanınan Kırşehir’de doğduğu, ömrünün sonuna kadar burada yaşadığı söylenir. Kırşehir’in adı o zamanlar Gül-şehir olduğu için Gülşehrî mahlasını almıştır.

♦ “Kuş dili” anlamına gelen Mantıku’t-Tayr, tanınmış mutasavvıf Feridüddin Attar’ın aynı adla bilinen Farsça eserinin Türkçeye manzum çevrisidir.

♦ Gülşehrî, bir tasavvuf eseri olan Mantıkut-Tayr’ı, başka kaynaklardan ve özellikle Mevlânâ’nın Mesnevisinden aldığı hikâyelerle süslemiş, kendi tasavvuf görüşlerini de katarak özgün bir eser hâline getirmiştir.

Tasavvuf, bütün eserlerinin ayrılmaz bir parçasıdır.

♦ Türkçenin Anadolu’da bir kültür dili olması için çabalayan Gülşehrî, Türkçenin en az Farsça ve Arapça kadar yetkin bir dil olduğunu, bunu gösterebilmek için de Mantıkut-Tayrı yazdığını söyler.

Gülşehrî’nin Eserleri

  • Mantuku’t Tayr
  • Fetekname: İlhanlı Hükümdarı Gazan Han adına 1301’de Farsça olarak mesnevi tarzında, yaratılmışların en yücesi olan insanoğluna, nereden geldiğini ve nereye döneceğini anlatmak amacıyla kaleme alınmıştır.
  • Aruz Risalesi: Farsça olarak kaleme alınan on altı yapraklık bir risaledir. Eserde çeşitli aruz kalıplarının terkip ve teşkilinden bahsedilmekte ve bunlarla ilgili örneklere yer verilmektedir.
  • Kerâmât-ı Ahi Evran: 167 beyitlik Türkçe bir mesnevidir. Eserde Ahi Evran, cömertliğiyle tanınan Hâtim et-Tâî ile mukayese edilir.
FÜTÜVVETNÂME

Bakınız-> Fütüvvetnâme

KİTAB-I SİYER-İ NEBİ

♦ Peygamberimizin hayatını anlatan eserlere “siyer” denir. Bu eserlerde yer alan minyatürlerde peygamberimizin yüzü gösterilmez.

♦ Edebiyatımızda siyer türündeki ilk eser Erzurumlu Kadı Mustafa Darîr’in Kitab-ı Siyer-i Nebi adlı eseridir. Eserin 1388 yılında tamamlandığı tahmin ediliyor.

♦ Kitab-ı Siyer-i Nebî, son derece sade bir üslup ve akıcı bir dille kaleme alınmıştır. Eserde o dönemde tam bir ayrılmanın olmadığı Azeri Türkçesinin de özellikleri görülür.

♦ Üç ciltten oluşan Kitab-ı Siyer-i Nebî mensur yazılmakla beraber manzum bölümlere de yer verilmiştir.

♦ Eserin aslı Arapçadan tercüme olsa da Erzurumlu Kadı Mustafa, eser üzerinde birçok ekleme ve değişiklik yapma yoluna gitmiştir.

♦ Kör olduğu için “Darîr” lakabıyla tanınan Erzurumlu Kadı Mustafa, güçlü bir hafızaya sahiptir. Mısır’da kalmış, Arapça ve Farsçayı çok iyi derecede öğrenmiştir. Erzurum’da kadılık yaptığı için bu lakapla anılmıştır.

Kadı Darîr’in Kitab ı Siyer-i Nebi dışında bazıları tercüme olan Yusuf u Züleyha (Kıssa-i Yûsuf), Fütuhü’ş-Şam (1393’te tercüme etmiştir.) Yüz Hadîs Tercümesi gibi mensur eserleri de vardır.

MÜNTEHAB-I ŞİFA

♦ Anadolu’da tıp konusunda yazılmış ilk Türkçe kitaplardan biri Hekim Hacı Paşa’nın Müntehâb-ı Şifa adlı eseridir.

♦ Tıbba ve hastalık tedavilerine dair önemli konulara yer verilen eserde bitkilerle yapılan birçok ilaç tarifi de bulunmaktadır.

♦ Eserin yazarı Hekim Hacı Paşa’nın asıl adı “Celalüddin Hızır”dır. Konya’da doğmuş, medrese eğitimi görmüş, daha sonra eğitimine Mısır’da devam etmiştir. Burada tıp bilimine ilgi duyan yazar, dönüşünde Aydınoğulları’nın hizmetine girmiş, başhekimlik görevlerinde bulunmuştur.

NASRETTİN HOCA FIKRALARI

13. yüzyılda Sivrihisar’ın Hortu köyünde doğduğu düşünülen Nasrettin Hoca, Türk ve Anadolu bilgeliğinin, Türk mizah edebiyatının en önemli isimlerinden biridir.

Köyünde aldığı medrese eğitimine ek olarak Sivrihisar ve Konya’da da eğitimine devam etmiş, Akşehir’de medrese hocalığı görevinde bulunmuş, zekâsı ve bilgisi sayesinde kısa sürede herkesin akıl danıştığı bir isim olmuştur. Yaşadığı yüzyılda bütün bir İslam dünyası ile birlikte Anadolu’yu da işgal eden Moğollarla yaşadığı bazı olaylar, yanlışlıkla Timur’a atfedilmiştir. Nasrettin Hoca fıkraları yedi yüzyıldır dilden dile aktarılarak bugüne gelmiştir. Fıkralar yazılı olmadığı için Nasrettin Hoca’nın yaşadığı yüzyılın dil özelliklerini yansıtmaktan uzaktır.

Anadolu halkının olaylar ve durumlar karşısında göstermiş olduğu mizahi tutumu kişiliğinde temsil etmiştir.

Nasrettin Hoca’nın bazı fıkraları zaman içinde atasözü ve deyim özelliği kazanmıştır: Parayı veren düdüğü çalar, ye kürküm ye, biraz da biz ölelim, ipe un sermek, tavşanın suyunun suyu, yok devenin başı vs.

13. -14. YÜZYILLARDA ESER VEREN DİĞER SANATÇILAR

HALİLOĞLU YAHYA BURGAZİ

  • Haliloğlu Yahya Burgazi’nin Edirneli olduğu sanılmaktadır.
  • Hoca Selahaddin Medresesinde eğitim görmüştür.
  • Esnaf teşkilatı olan Ahilik teşkilatı ile ilgili kuralları anlatan Fütüvvetnâme isimli eseri ile ünlüdür.

Benzer İçerikler:

İlginizi Çekebilir:
Kapalı
Başa dön tuşu