Hasan İzzettin Dinamo

Hasan İzzettin Dinamo Kimdir?

Hasan İzzettin Dinamo Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Hasan İzzettin Dinamo (D. 1 Ocak 1909, Akçaabat, Trabzon – Ö. 20 Haziran 1989, İstanbul) Toplumcu-Gerçekçi Şair-Yazar.

Hasan İzzettin Dinamo

Hasan İzzettin Dinamo, 1909’da Trabzon Akçaabat’ın Ahanda Köyü’nde doğdu. 20 Haziran 1989’da İstanbul’da yaşamını yitirdi. Babasının 1. Dünya Savaşı’nda şehit düşmesi üzerine Darüleytam’a yerleştirildi. 17 yaşına kadar orada kaldı. Sivas Öğretmen Okulu’nu bitirdi. Malatya ve Adıyaman’da iki yıl öğretmenlik yaptı. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’ne girdi. Ama son sınıfta yasadışı siyasi eylemlere katılmakla suçlanıp tutuklandı ve 4 yıla hüküm giydi. Üniversite eğitimini tamamlayamadı. Cezaevinden çıktıktan sonra askerlik hizmetini yaparken bu kez “Yeni Edebiyat” dergisinde yayınlanan şiirleri nedeniyle suçlandı. Sıkıyönetim mahkemesince 1 yıl hapse mahkum edildi. 1950’den sonra fotoğrafçılık yaptı. Takma isimlerle görgü ve çocuk kitapları yazdı. 6-7 Eylül olaylarının ardından bir kez daha tutuklandı. 6 ay cezaevinde kaldı ve “suçsuz” bulunup salıverildi. Çeviriler yapıp özel dersler vererek hayatını kazandı.

İlk şiiri 1925 yılında Giresun’da çıkan “İzler” dergisinde yayımlandı. Ardından Servet-i Fünun ve Sivas’ta yayınlanan “Adım” dergisi şiirlerini yayınladı.

İlk şiir ve düzyazılarından bir kısmını, iki arkadaşıyla birlikte Adsız Kitap isimli kitapta derledi. Başlangıçta hece ölçüsüyle şiirler yazdı; daha sonra serbest ölçüye yöneldi.

İlk şiirlerinde Faruk Nafiz Çamlıbel, sonrakilerde Nâzım Hikmet etkisi görülür. Şiirlerinde zengin bir çağrışım düzeniyle doğayı ve yaşamın çeşitli kesitlerini vermeyi, bir yandan da toplumsal gerçeği kavramak ister. Şiirlerini uzun bir süre kitaplaştırmadı. İlk şiir kitabı “Deniz Feneri” 1937’de basıldı.

Hasan İzzettin Dinamo’nun Eserleri:

ŞİİR:

  • Deniz Feneri (1937)
  • Karacaahmet Senfonisi (1960)
  • Özgürlük Türküsü (1971)
  • Mapushanemden Şiirler (1974)
  • Sürgün Şiirleri (1975)
  • Gecekondumdan Şiirler (1976)
  • Çoban Şiirleri (1982)
  • Nazım’dan Meltemler (1989)
  • Tuyuğlar (1990)

ROMAN:

  • Kutsal İsyan (sekiz cilt, 1966-1968)
  • Ateş Yılları (1968)
  • Savaş ve Açlar (1968)
  • Kutsal Barış (yedi cilt, 1972-1976)
  • Öksüz Musa (1973)
  • Musa’nın Mapushanesi (1974)
  • Koyun Baba (1976)
  • Musa’nın Gecekondusu (1976)
  • Açlık (1982)
  • Türk Kelebeği (1981)
  • Adalet Sıtması (1983)
  • Anadolu’da Bir Yunan Askeri (1988)
  • Sübyan Koğuşu (1994).

ÖYKÜ:

  • Savaşta Çocuklar (1981)

HATIRA (ANI):

  • 6-7 Eylül Kasırgası (1971)
  • 2. Dünya Savaşı’ndan Edebiyat Anıları (1984)
  • TKP ve Aydınlar (1989)

 ÇOCUK KİTABI: 

  • Kenti Yiyen Çocuk (resimleyen M. Bilgin, 1991).

ÇEVİRİ:

  • Ana (M. Gorki’den, 1971),
  • Faust (Goethe’den, 1983).

ÖDÜLLERİ:

  • 1977 Orhan Kemal Roman Armağanı, Kutsal Barış ile

Hasan İzzettin Dinamo’nun Şiirlerinden Örnekler

İdil: LXXXVIII

Şiirin güneşine bulayarak parmaklarımı
Sevmek okşamak istiyorum seni güzel kadın.
Yıkmak, kurduğun dayanakların son duvarlarını
Girmek ölümsüzlüğüne etindeki tadın.

Sen çiğneyerek yalınayak ilkyazın halısını
Bana özlemin kızgın şiirini tattırmaktasın.
Toplayıp gitti yaban lalesi tasını tarağını
Sabrımın kapısını tekmelerinle kırmaktasın.

Gece, yüzünde ayışığının gümüş tülleri
Beni birde romantik oyunlara mı düşüreceksin?
Ne zaman içimdeki özlem cehennemini göreceksin?

Bak açtı bahçemizin karınca kararınca bütün gülleri
Hepsi örneği sanki ateşten bir yüreğin.
Gel, ışık yaksınlar bize sabahlara değin.

Bahar Türküsü

Ben, doğa, aydınlık, öğle ışığı şairi
Sevmiyorum günahım kadar
içinde dedikodu, suikast hortlaklarının
tabur tabur dolaştığı
bu melun geceyi.

Ben, doğanın şarkısını söylüyorum
Doğayı özleyen insanın şarkısını.
Çiçekleri ancak düşünde gören
Bülbülleri kitaptan okuyan
mapusane kokan
insanın şarkısını.

Bu mavi uçurumda ısırarak kuru ekmeğini
yalnız insan acı çekiyor.
Yoksa her şey güzel yağmurundan
ebemkuşağına dek,
Su damlalarının cıvıltısına
Bulutuna, yıldızına, başağına dek.
Bu mavi uçurumda
Yoksa yalnız insan acı çekiyor.
İnsan güzel şeyler söylemek ister
İlkbaharın kapısında durup.
Şu ak bulutlar altında oturup
İnsan güzel şeyler yapmak ister.

İçi haz dolu yastık gibisin ey ilkbahar dağı,
Başımın altında neler düşünürsün?
Mavi ormandaki Nersis pınarından
su mu içmektedir dersin
ak avuçlarıyla şimdi özgürlük?

Yelken yapıp yağlı gömleklerimizi
Bir mutluluk ülkesine uçmasak her akşam
Hangi dinamik bizden daha korkunç olurdu?
Çocuklar oynar
Ayçiçeği başlı çocuklar
Ebemkuşağını bir çember gibi çevirerek
Vakum yağı lekeli asfalt üzerinde.
Dönedursun fırıl fırıl
kağıt fırıldaklar gibi
Bahar çocukların ellerinde
Çıkalım
kokular, fısıltılar
yeni bir dünyanın şiirleriyle
omuz omuza
Katırtırnağı kokan dağlarımıza.
Şimdi, bu arzudadır gözbebekleri
tütüncü kızların
Öğle paydosunda yeşil soğan yerken,
Bu havadır yağmur
yedi renk içinde yağarken.

İpinden kurtulmuş çamaşırlar gibi
Apartmanların üstünden geçen bulutlar
Çağırıyor bizi bir gün olsun
ajans haberlerinden uzağa.
Bir gün olsun
Acılarımızın üstünde sallanalım
Binip çocuklarla yanyana
Ebemkuşağının kurduğu
Uçsuz bucaksız salıncağı…

(1941)

YETMİŞ İKİNCİ SONNET

Sen bir dişisin, doğa gibi güçlü bir dişi
Ne güzel okşar insanı ekmek dağıtan ellerin.
Pembe gül yaprağı tırnakların, apak fildişi
Parmakların altında soluk alır sevinç derin derin.

Ardında günlük yemek kokusunu, çay fincanlarının
Yeni tanımış bir durumun var eski bir düşü.
Yeşil çimenlerinde uzanmak için aşk anlarının
İster bir kez daha şiirle gerçeğin dövüşü.

Duyarım seni kovaladığım teke kokusunun
Her gün Pan gibi hırsla meşe ormanında
Aşk çağlar etlerinin gümüş dumanında…

Bir gölgelik kır çiçeklerinin beneklediği
Kalbimin küt küt atarak seni beklediği
Bu yerlere kaçarak gel bir akşamüstü olsun.

YİRMİBİRİNCİ YÜZYILIN İNSANLARINA ŞİİRLER

I

Bir Eyüp sabrıyla bekledim
Sabahı olmayan gecelerde.
Gül dalları yerine demir çubuklar vardı
Münzevî-münzevî pencerelerde.

Dört uzun yıl boyunca
Dışarda koskoca bir doğa
Baştan çıkaran kokularıyla
doldurdu yolları.
Her bahar göğün kapılarında
Şarkılar okudu tarla kuşları.

Apak bulutlar geçti habersiz
Âşıklığımdan, şairliğimden,
Bahar yağmurları bensiz yağdı
Ebemkuşağı açtı bensiz.

Bir Eyüp sabrıyla bekledim
Gübreliğinde günlerimin,
İnsanlar olmadı farkında
En küçük hünerimin.
Ne de bir kimsenin haberi oldu
varlığımla yokluğumdan.
Yalnız, bir bahar sabahına benzeyen çocukluğumdan
Ebemkuşakları gelirdi
eğlendirmek için beni,
İçinde çırılçıplak çimdiğim dereler
Söylerken kulağımın dibinde ninni
Bir bahar sabahı gibi güzel çocukluğumun
Kırık beşiğine başımı koyar
Uyanmadan günlerce uyurdum.
Umudumu, dudaklarında büyük türküler
Ellerinde gelincik desteleri
karşımda bulurdum.

Öğrenme
istemem
bir Eyüp sabrı nedir
torunlarımın torunu.
Say ki dedelerin bir masal yaşadı
Say ki acılar masaldı,
Öttür ölümsüzlüğe doğru borunu!

DOKUZUNCU SONNET

Yağmur yağıyor, kış yağmuru şakır şakır
Gecekondumuz birkaç yerinden yine damlıyor.
Üstümüz eski püskü, tel dolap tamtakır
Umutsuzluk aç karga sesleriyle bizi selamlıyor.

Pusmuş kilimin üstünde altın gözlü sarman
Bir huzur müziği üflemede mırıltıları.
Gürültüler kopmada evin ardında zaman zaman
Dağı çökertmekte üstümüze yağmur suları.

İçiyoruz Şerife’nin yorgun eliyle koyduğu çayı
Isınıyoruz, peri padişahının sarayı
Bizim gecekonduyla hemen yer değiştiriyor.

Tepe koptu dayandı gecekonduya ama ne zarar!
Yoksulluk şiirleri yazan ele yazın yine iş var
Burada zor insanı da şiiri de pekiştiriyor!

HALKIM

Türkiyeli’m, türküm, benim garip halkım,
Her zaman görmek istedim seni
mutlular mutlusu,
Bu dünya güzeli yurdumda
Sıra dağlar gibi felaketler
sana kurdukça pusu
Ağulu dizelerle dolup taştı şarkım.

Ulusun döktüğü gözyaşının
Ağusu mermeri deler de geçer.
Kanlar geçer damar damar mermerden,
O, isterse canlanıp yürür mermer.

Meyhanelerde içen şairlerin
Elbette, saygıya değer tasaları.
Söyle, yalnızlıklarından başka hangi gölgenin
Ağırlığı altında çatırdar masaları?

Talihsiz sanatçıları memleketimin
Halkımın türküsünden uzakta
içtikçe içerler.
Sonra, birkaç münzevi okuyucunun
ölümsüzlüğünde
öbür yana göçerler.

Kına beni, arkadaşım kına:
Yalnız, şunu bil ki rahattır içim,
Ellerim bulaşmadıkça ihanete,
Ellerim batmadıkça kana.

Kırk yıl geçtiğim yolları
İncileriyle süsledim gözyaşlarımın,
Gelip geçmesi için ulustaşlarımın,
Bağışlarım da beni bilmeyerek
bıçaklayan insanımı,
Bağışlarım bilmeyerek alsa da canımı
Suratıma bilerek tükürene beslerim kin.
Dikilir durur ortasında tanyerinin
Şair nöbettedir insanlar uyusun
Şiir nöbettedir insanlar uyusun,
Bu topsuz, tüfeksiz nöbetçinin
Gölgesinde korkusuz canlar uyusun.

Ne güzel ölümsüzlüğü
halkların,
halkların.
Sonra, onların göğüslerinde yatan
Mutluluk düşlü şarkıların.

Oturur bir yanda şairler
Uzatıp başını sözcüklerin aralığından
Söyler içinin zifir gibi karanlığından
Leyla’yı, Şirin’i güldüren türküler.
Halksa, öbür yanda döker gözyaşı,
Yatar acıdan ısırır
toprağı, taşı.

Sözcük sultanları
gönüllerinin harem dairesinde
unutur giderler
ulusçul kayguyu, telaşı.

Güzel halkım,
Senden bir tek alkış beklemeden
Salt senin için ağladı durdu kırk yıl
binlerce şarkım.

Bitirdim nice dert okulunu,
Yalnız, şununla öğünebilirim
Birgün işçime ihanet etmedim
Birgün ihanet etmedim insana.
Bin bir yerinden vurulmuş yüreğimi
Ah, anlatabilsem bir gün sana.

İNSANIN KAHPESİ

İnsanın kahpesi,
Ne arslana, ne kaplana benzer.
İnsanoğlunun kahpesi,
İlk bakışta sana bana benzer.

İnsanoğlunun kahpesi,
Arslandan, kaplandan yırtıcı.
İnsanoğlunun kahpesi,
Her yanda haklı, her işte haklı,
Hem de gürültücü, patırtıcı.

Onca sıfırdır
Doğanın her güzel yarattığı,
Ya da sanatçının her güzel dediği,
Dana beynini beğenmez
İnsan beynidir yediği.

Sabrımızı yer kıtır kıtır
çerez yerine.
Cellattan bile daha kaygusuzdur
Namuslu insanın üzüntülerine…

MEYDAN OKUMAK

Bizde neden ağlayan bir Fuzulî çıkmış
Şimdi anlıyorum bunu derinden.
Kaç Fuzulî, Fuzulî olmadan önce
Kahrolup gitmiştir üzüntülerinden.

Öyle çekmişim ki
Artık benden sonra
Birkaç satırımın yaşaması bile
bana vızgeliyor.
Artık bahçemdeki yemişlere
ne güleryüzlü bir dost
ne hırsız geliyor.

Demek, diyorum, bu duruma gelirmiş
budana budana bir şair.
Ölümsüzlüğe sırtını dönmüş şiir
Artık acıya meydan okuyabilir.

ONBİRİNCİ SONNET

Kendimi varisi sanırdım şiir imparatorluğunun
Belki de bu yüzden ömrüm boyunca sürgünlerde gezdim.
İçimdeki altın yeleli arslanı görmeseydi kanun
Bir canavar gibi gurbet gurbet böyle sürülmezdim.

Güzel bir Türkiye hayali ve mutlu insanlar
Oturdu yazamadığım şiirlerime boydan boya.
Katakomplardan kalkan düşüncelerin döktüğü kanlar
Çaldı en uysal düşünceme bir kanlı boya.

Dikildi karşıma demirden yumruğuyla felek
Yol verdi birer birer geçsin diye cücelere
Sürdü beni taşından altın yapılmayan gecelere.

Beni demir kazıklara bağlarken sürgünler
Ve geçip giderken kaplumbağa gibi günler
Böğürüp dururdu danalar gibi salhanede gerçek!

SONNET

Yürüyorum kara toprağın ıssızlığında
Seni nice göresim geliyor, Amarillis’im.
Ben, aydın bir insan eski bir çoban kılığında,
Sen yaşadın diye geliyor bu yerleri öpüp sevesim.

Seyrederim gece yarılarına dek yıldızları
Kimin şerefine donanmış derim bu gökyüzü?
Hep böyle sensiz mi geçecek bu cennet yazları?
Hep böyle sensiz mi yolcu edeceğim turnalarla güzü?

Yeşil yollarında yürür gibiyim sonrasızlığın
Acılar toplamakta son çiçeklerden gönlüm yığın yığın,
Ne zaman dolacak öpüş sesimizle yıldızların altı?

Biliyorum beklemenin de bir güzelliği var,
Bekledikçe gönül yemişi balla dolar
Bir kovan bal olur sonunda en korkunç bunaltı.

Hasan İzzettin Dinamo

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu