Modern Öykü Özellikleri Temsilcileri

Modern Öykü Özellikleri Temsilcileri

Öbür öykü çeşitlerinden ayrımlı olarak, insanların her gün gördükleri fakat düşünemedikleri kimi durumların gerisindeki gerçekleri, hayaller ve bir takım olağanüstülüklerle gösteren öykülerdir.

Öyküde bir tür olarak 1920’lerde ilk defa batıda görülen bu anlayışın en güçlü temsilcisi Franz Kafka‘dır.

Bizdeki ilk temsilcisi Haldun Taner‘dir. Genellikle büyük kentlerdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal bozuklukları, felsefi bir yaklaşımla, ince bir yergi ve yer yer alay katarak, irdeler biçimde gözler önüne serer.

Bu öykü türünü Franz Kafka’nın bir öyküsüyle örnekleyelim:

” Ah! dedi Fare, Dünya her gün daralıyor. Önce öyle genişti ki, korku veriyordu bana, yürüdüm daha, uzakta, sağda solda duvarlar görünce mutluluk duydum hani, ama bu uzun duvarlar öyle hızlı yaklaştı ki birbirine, işte son odadayım şimdi artık, köşede de, içine yürüyeceğim kapan duruyor! ‘Yürüdüğün yönü değiştir, olsun bitsin.’ dedi Kedi, yedi onu.” (Franz KAFKA, Kedi ile Fare)

Örnek bölümcede kedi-fare arasında geçen bir olay görülse de bunun arkasında yer alan bir düşüncenin bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu olayı insanları, onların arasındaki ilişkiler açısından düşünürsek daha iyi anlamış oluruz. Franz Kafka’nın Kedi ile Fare adlı öyküsünden yapılan bu alıntıyı Akşit Göktürk şöyle değerlendiriyor:

“Bu metin, görüldüğü gibi, geleneksel türün yararlandığı belirli metin dışı göndergeden, iletinin hemen uygulanabileceği bir anlam nesnesinden yoksundur. Böyle olması amaçlanmıştır. Gerçek yaşam bağlamında belli bir göndergesi olmadığı için de kesinlikle kurmacadır. Anlamlandırılması, metnin temelindeki kavramların bulunmasını, sonra o örgünün insan yaşamının değişik yönlerine, değişik açılardan yansıtılmasını gerektirir. Buradaki temel iletişim örgüsünü biçimlendiren etkenler, insanın varoluş çıkmazı, Kafka’nın bu çıkmazı yirminci yüzyıl insanının alınyazısı olarak kavrayıp dile getirmesidir. Bu örgünün metne yansıyan temel kavramları, doğrudan doğruya söylenmemiş, daralma, korku, duvar, köşe, kapan, kedi gibi göstergelerle sezdirilmiştir. İnsan yaşamıyla etkinliğinin sınırlanmışlığı, insanın evrensel tutsaklığı, bu sınırlanmışlıkla tutsaklıktan kurtulma çabasının çelişik niteliği, metinde sunulan kedi-fare öyküsünün derinindeki soyut anlamlar düzeyinden okurun çıkaracağı bir bağlantıdır. Bu metindeki anlamın, gerek yüzeysel, gerekse derin boyutlarıyla gerçek insan yaşamının doğrudan doğruya kendisine değil de, öyküde çizilene benzer ilişkilerle uygulanması, tüketilmeyecek bir süreçtir.” (Akşit GÖKTÜRK, Sözün ötesi)

Akşit Göktürk, Franz Kafka’nın metninin ne içerdiğini bize sunuyor. Metinde sözcüklerin, sözcük örgülerinin, sembollerin arkasında nelerin söylenmek istendiğini Akşit Göktürk’ün yorum-çözümleme değerlendirmesinden öğreniyoruz. Franz Kafka’nın kurmaca metninin yazınsal metinlerden öykü türü olduğunu bu değerlendirme yazısında buluyoruz.

———————-

Düzyazı bir tür olmayıp bir anlatım yoludur. Düzyazının kullanımında ortaya konacak ürünler değişik özellikler gösterir. Örneğin, öğretici, yazınsal türlerde dilin kullanımı, amaçlanan ayrı boyuttadır. Öğretici, bilgilendirici bir düzyazıda genelleme, belirleyicilik geçerliyken; yazınsal türlerde doğrudan yargıya ulaşmadan bir olay ya da yaşamdan bir kesit sunulabilir. Bu, yaşantımıza göre anlamlar içerebilir. Özetle, dilin kullanımı, yansıtılan ya da söylenenlerin kanıtlanabilir oluşu ya da olmayışı iki tür düzyazı biçimini ortaya koymaktadır; öğretici, yazınsal diye…

Yazınsallaştırma, söylenceyi dile dönüştürmektedir. Yazınsallaştırma bir dil oyunudur. Örneğin, Eğretileme, bir nesneyi, olguyu bir başka nesneye, olguya göre anlatmadır. Dilin ödünç olarak aktarımıdır. Örneklersek, “Yedi tepeli şehrimde bıraktım gonca gülümü.” (Gonca gül, benzetilen; benzeyen, sevgili söylenmemiş. Doğadan insana aktarma yapılmış. Açık eğretileme)

“Sesinin rengi acı çığlıkta.” (“Renk” göz ile algılanırken burada kulak algılıyor, gözden kulağa aktarma yapılmış. “Acı” tat alma organı dille algılanırken burada kulağa aktarma yapılmış. Bu duygu organları arasında yapılan aktarmadır.)

“Dalgın suya bir bak göreceksin.” (“Dalgın” insan özelliği doğaya aktarılmış, kapalı eğretileme)

“Yıkadı ellerini sabahın aydınlığında.” (Görme organıyla ilgili olan aydınlık dokunma organına aktarılmış.)

Yazınsallık, öyküde imgeler, değişmeceler gerektirebilir. Bu nedenle yazın, kural tanımazlık ya da yeni kurallar koyma işidir. Bunu usta yazarlar yapabilmektedir.

Tüm bu yaratımlar dille olmaktadır. Dil sonsuz sayıda yapıta dönüşebilir. Bunu, dilbilimci Noam Chomsky dilde yaratıcılık olarak adlandırmaktadır…

Konumuz gereği yazınsal boyutlu kısa öykünün gerçeği öğretme ya da açıklama gibi bir amacı yoktur. Yaşamdan kesit ya da olay sunma, düş gücüyle geliştirilir kurmaca bir dünya içinde verilir. Gerçek yaşamla somutlama gibi bir zorunluğu yoktur.

Öyküde dil konuşma diline yaslanarak duygusal ve çağrımsal özellikler içerir. Yazar dilin sunduğu olanakları değerlendirerek kendi öykü dilini yaratır. Az sözcükle yoğunluk, yalınlık birlikte düşünülür. Bunları gerçekleştiren yazar, salt gerçekleri yansıtmayan, yanlışlık ya da doğruluk açısından değerlendirilmeyen, gerçekten alınan öğeleri düşgücüyle kurmaca bir dünyaya dönüştüren yazınsal boyutlu bir yazıyla okurun karşısındadır. Yazar okurun ruhuna ulaşarak öykü kişilerinin sevinçlerine, acılarına ortak eder okuru.

Nasıl bir yazı türüdür öykü? Bugüne değin yapılmış tanımların en yaygını: “Olmuş ya da olabilmesi olanaklı olayları anlatan kısa yazı” diye tanımlamıştık. Olayları, durumları, olguları, kişileri tek yönüyle ele alıp anlatan öykü romandan daha kısa yazıdır, öykü yazma, roman yazmanın ön hazırlığı mı? Bu soru öykünün kısalığını, temel özelliğini mi gösteriyor? Oysa son yüzyılda öykünün anlatım ve yöntem olarak atılımlar yaptığı görülmektedir.

***
Yazının devamı Türk Dili Dergisi’nin 158. sayısında.

Kaynakça: Türkay KORKMAZ, Türk Dili Dergisi, Sayı 158

Benzer İçerikler:

İlginizi Çekebilir:
Kapalı
Başa dön tuşu