Ali Günvar Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Ali Günvar Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Ali Günvar (d. 8 Temmuz 1953, İzmir)

Ali Günvar

Ali Günvar, 1953 yılında İzmir’de doğdu. İTÜ Mimarlık Fakültesini bitirdi (1978). Üç sayı süren Üç Çiçek dergisinin kurucularındandı (1983). 1986’da arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Şiir Atı Yayıncılık’ta Şiir Atı kitaplarını yayınladı.

Şiir ve yazıları 1978’den itibaren Birikim, Yazko Edebiyat, Gösteri, Oluşum, Poetika, Üç Çiçek, Şiir Atı, İmge / Ayrım, Sombahar, Bürde, Yedi İklim, Kitap Zamanı, Est et Non gibi dergilerde yer aldı.

Ali Günvar, şiir yazma sürecinde etkilendiği şairlerden şöyle bahseder:

“Şairin ustaları olmaz ama şiirdeki serüvenleri sırasında durup yol, iz sorduğu başka şairler vardır. Ben de bazılarına yol/iz sordum elbette ama onların tariflerini kendi süzgeçlerimden geçirmeden uygulamadım. Yol sorduklarım arasında aklıma geliveren isimlerden Hz. Mevlana, Yunus Emre, Nabi, Niyazi Mısrî, Baki, Şeyh Galip, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Cenap Şahabettin, Taşlıcalı Yahya, Hilmi Yavuz, Shakespeare, John Done, Ezra Pound, T. S. Eliot, Verlaine, Baudelaire, Hulusi Özoklav, Osman Hakan A., Vural Bahadır Bayrıl, Şavkar Altınel’i zikredebilirim.” (Zeki Dursun, 2011).

Etkilendiği isimlerden hareketle Günvar’ın şiirlerinde hem Divân Edebiyatı‘nın hem de Batı Edebiyatı‘nın yansımaları olduğu söylenebilir. Osman Kurt (2013), Ali Günvar’ın bu yönü hakkında şunları dile getirmektedir:

“Ali Günvar, Ricatlar Kitabı’nda bildiğimiz sıkı şiirine devam ediyor… Bu şiirlerde yoğun tasavvufî ve metinlerarası göndermelerde bulunan şair, Batı sanatının birikiminden de yararlanıyor. Bu bağlamda Ali Günvar, hem Doğulu hem Batılı olmayı başarmış bir zihnin ürünlerini veriyor.”

Ali Günvar’ın Eserleri

Şiir:

  • Çarpık Hüzünler Kantatı (1984),
  • Anthropomorphus (1987),
  • Eyzan (1997),
  • Nisyan/Rapsodi (2002)

Deneme:

  • Doğru Yazılar (1999).

Ayrıca bakınız ⇒ 1980 SONRASI TÜRK ŞİİRİ

Şiirlerinden Örnekler:

20. Yüzyıl Şarkıları

Ariel’in Karanlıklar Şarkısı 1

ya şimdi kimler işliyor, ey mars, ermişliğin devrik sokaklarını çağıltımda çınlıyan bir haykırış karşıt bulut kristalleri, ben ariel, çağdaş sapaklara yıktım çatlaklarımı, hırçın kahkahamda, birden, boğuldu çılgınlık şimalleri.

kıştı, prusya prensinin desteğiyle yırtılmıştı aforoz.
handiyse kuşatıyordu kenti esrarlı karanlığın zincir közleri.
«gül ü bülbül» efsanesini büyük önlemlerle ezdi enkizisyon,
lâkin lumboz
içre bir gökyüzünde savrulmadaydı yakılan büyücülerin soyut gözleri.

erato. sloganlarda devimsiz çeteler küsmüştü köhne sokaklar.
bungun bakışım bulanıp sigaramda, töreler tekdüze yandı.
yağlı ve aşınmış dizeler döktü beyaz çuhalar üstüne pindar.
durdum.
bakışık sularda hayalim kanlı şaraplardı.

akşam, imgeler misali, set üstünden geçmeliydim, soyunuk tapmakların imsiz çağrıları yansımalıydı çürüyen kulağıma, geçmiş vezinlerin süregelen yadında yandıkça bulanık maceram, gece trenlerince yığılıp birkaç fersah yağmur ve çaresiz düşlerim, gülgûn kaselere boşaldığında cehennem kapılarında kuruyan mecram dağılmalıydım kutsal oyunun çıplak karanlığına çarpa çarpa.

Ariel’in Karanlıklar Şarkısı 2

illium. loş bir gece kulübünün asitli camlarında
birikiyordu ter damlacıkları dolgun dudaklarının
kesif lancöme kokulu ayışığının altında uykusuzdum.
sarı bir sesle başlamıştı bacaklarımızdaki muharebe.
ve sen dağılıp sivri bacalarına gri badanalı dar sokakların,
duman duman yayılmıştın eklemleri giderek kokuşan yöreye.
oysa düşman yakındaydı, ve bir çalar saat misali, ben,
duyuyordum kılıç şakırtılarını, titreşimli sessizliğinde geçenin.
cenin, ağır yağmur giderek yoğuşan düzenden yana çıktı.
avuçlarım aşıktı, ve kararmıştı tuğla barakalarda aklım.

şiirler yazmada, handiyse en ustaydım.
ve sesinde ürken bir panter gibi,
soframı soluk içdünyama yaydım.
ve umutla bekledim bilinmesini parabollerimin.

esasen yanlış bir düzlemde doğmuştum.
geçmişteki name saygınlığının
tutarsız kalıtıydı nesnel susuşum.
lâkin yoğun merhemi kalın bir sis tabakasının-

— örterek aralıklarını körelmiş mısralarımın, gerçekdışı yaşam peygamberlerince, titreşen, ürpertili ve ürkek, evrensel kuştüylerinin ince—
— uçlarından dökülen hurufatı,

kesin bir el hareketiyle sildi
ardısıra kurumsallığımın katı —
görünümlerinden destanın yumuşak kaynağı kesildi.
ve nihayet, pelias’ın alabildiğine ürküntülü ve geniş
mermer kabul salonuna girdiğim gün
yorgun ruhumda son bulan iç çekiş
belirsiz bir kreşendoyla yükseliyordu.

Ben, Leverkühn, zaman aralanınca baktım
ki boşalan mürenlerin
çalkantısında bir tufan görünümünce fecrolmadaydı nümayan ve sözsüzlük boyutlarında hayli derin, ve uygunsuz depreminde çağdaş düşün tüllerinin esinsiz bir çürüyüşler açınımı giderek belgeledi evrensel geçerliğini buyruğumun
şehrayîn
müptezel, çoğu kez güzel bir kadındı artık soluk fotoğraflarımda ve yarın, geçmiş bugünlerden tekdüze kaçınılan oyuk bir karın çekiciliğiyle yön vermedeydi gazellerime, ve mitlere ulaşan bir soğuk ortam, ya da ılık bir ihtilâl beyannamesince güncel kapsadı özlemlerimin kırgın boyutlarını.
ve ölüp gitti faust. izleyin şimdi düşüşünün korkunç sefaletini

IV

Cumhuriyet Ağıtı

Prosopon: cenin

şimdi hangi ölümleri şarkınır yok gözlerim?
ki dokuzyüz yirmi üçler başlangıcımı belirledi
izleyen onbeş yıl tam anlamıyla bir geçişim dönemiydi,
ardından, ergenleşen bedenimi
Kıvançla düşledim yirmi yıl boyu.
ve dokuzyüzaltmış (sein an sich) karanlığa doğru
uzaklaşmamın doruğuydu, ve yetmişlerdeyse artık.
vatan sevgisi üçüncü sınıf bir şiirin
siyasi bağlamından artakalan sözcüklerden öte
bir anlam taşıyamazdı içürpertici çatalında
keskin dilimin.
ve çevik duyuşlu therpantin’in yapay gözlü thalia’yı tekdüze, gebe bıraktığı ‘ecinniler’ yaylasında bozkır kurdu, örterek üzerine buğulu kaos katmanlarını, ölümcül
güdülerini doğurdu çarpık sis müfrezelerinin.
ve nihayet ilintisiz karşıtlıklar yada ucuz öykünmelere terkedilip nazım hikmet
üpokritis nidalarıyla karşılandı düetleri görkemi koroların lâkin
kader,
baştanrının gözler şenliği kızı, çoğaltarak
uzun, beyaz bacaklarını süt kokusunda bizans
mermeri bir banyonun, birbirine karıştı kendi içinde,
ve verilen sürenin olağandışı biçiminde,
gökbelirtgeleriyle düşledim yazgısını ekinin, ve
güzergâhında evimin ağızları altı ayrı meyva taşıyan
altı ayrı hayvan çeldi bakışımın dikkatini, kuru
böğürtlen danteli kışının içyapısı her nesneye bir
sırtlan gerektirmedeydi
kendi dışında.

ipek perdeler örtüldü.
kristal basamaklar simli fistolara değdi. ve
tüm ışıltıların dağıldığı mezarımın başında aklımda ölüm, bekledim umarsız şimşeğini orion’un
İlllıum, kederlilik içinde mutlu ve dehşet içinde kederli,
bilmeden ne hissedeceğimi, bilmeden ne düşüneceğimi ve neye karar vereceğimi bilemeden sonlarına dek ulaştım
asrı âlimânenin
(bir yanda başlıbaşına hatalar
kavga ve kanla diğer yanda)
şimdi hangi ölümleri şarkınır yok gözlerim,
ki çağların uzamında giderek kararırken vetire
turfa efsun okuyup yine bu kalemi cadûfen
yine çıplak ayaklarımla ve yine uzun süre
geçerek bedensel çözünümlerln içlerinden
—tutamayıp sıkmak istediğim avuçları,
dokunamayıp okşamak istediğim saçlara—
geriye döndürdüm bitimsiz yolculuğunu tüzel kişiliğimin
ve kesildi dimdik büyüyebilecek bir dal

V

Ölümünün Ellibeşinci Yılında Bir Dosta Tutsaklık Şarkısı

akşam duvarları üzerinde güneş
iğdiş bir freskoyu yakıyordu
saydam kısraklara yandı gözlerim.
ben vang vei. ideogramlı mısralarımdan fışkıran ejder dişetlerimi
kamaştırdı sarhoş mahzenlerde yalazlanan pullarıyla. ve sonunda,
«rungnlr’i öldüren çekiç alacak senin de sefil canını», diye
haykırdı voltaire, savurdu miolnir’i boşluğuna çıplak buğday
tarlalarımın, res puplica imperatrix mundi. şimdi hangi ölümleri
şarkınır yok gözlerim? şimdi hangi ölümleri şarkınır yok
gözlerim? ki kin kıştır

pembe yanaklı periler kesmiştir avazelerde kırılan yolumu.
yıllar birer öncül gibidir pencerelerde; günbitimi solgun
poyraz miraçlarından gelmedeyimdir. şermederek susmuştur
gül laciverd çemenzarda. yıllar boyu bir ihaneti dokuyup
çaresiz yokluğum rüzgâr saçaklı şarkılara sunuyorken som
kulluğumu, yanılsamalar solurum yoğunluklara yağan karda.

ey, felaketli tırnakları yanan etimi deldikçe kirlenen kent
uluları, bundan böyle izleyemem çirkin anlamını ayaktakımı
bülbüllerince güzelliği varsayılan sözlerinizin,

devrilin peşinizsıra sürüklenen farelerle kendi çizdiğiniz karanlıklara ve bitsin varoluşumda sürdürdüğünüz akıldışı işkenceler.

ben baron hulot. imsiz çöplükler zamparası.

bir artegal olmak niyetinde değilim.
üstelik asla düşünmedim umarsız dizelerimde
tedirginleştirmeyi ampir ihtişamların eriyiklerinden
artakalmış çevrenizi, sararan yapraklar koptu,
ve titreyerek uzaklaştı akan sularla.
ve belladonna’nın çiğli ve uzun parmaklı elleri
bir randevu defterinin ipek sayfalarına yazdı
giderek belleğimin boyutlarına yabancılaşan kederimi.
ve yaşam yolculuğumuzun ortalarında anladım ki
yggdrasill’in
sürekli tayfunlar öncesi dönemlerinden kalmış, yaşlı
tepeleri üzerinde kızıl akşamlardı yalnızlık.

VI

Geçmişe Dair Aşk Şarkısı

epileptik mark antoni uzun aralıklarla tamamladı söylevini (friends, romans, countrymen…) ve önderliğiyle gerçekleşebileceği düşünüldü düşlenenlerin, ancak günlerin akan suları, acıyı saptırıp yörüngesinin
yorgun düşmüş bir yerinde ve hüznü karartıp sapık arzularında hırçın bir halkın.
anakronik bir peisistratus yarattı phoenix küllerinden.
ardısıra köpekler ve kadınların,
şimşekler çakıp iştahlı salyalarında,
solgun marşlar söylenerek yek ahenk,
tekdüze yinelendi yonca ağızlı parti temleri.
oysa sanal tien an men üniformalarının,
birbirlardınca nümayiş yaptığı, yağlı
ve yorgun yaşanmış evlilik yıldönümümüzün akşamı ‘
etleri kaputu altında çürüyen general giysileriyle
katıldığım maskeli baloda, mor halkalı ve yorgun
ibrani gözlerine rastladım, khimera.
ürkek dudaklarının arasında ışıyan gökyüzü,
bulanık parmaklarıyla bir kontrbas enkazının .
sesötesi erikleri derdi çorak bahçemden
ve yandım .
âteşiyle, platin parıltılı döküm kazanlarının.

VII

Yeraltı İzlenimleri

nice yıl sonra anlamıştım ansıttıklanmı gotik başlıklarda.
kerpiç çatlaklarından yosunlar boşaltıyordu duvarlarım.
ince taş örgülerinden uyarlanmış tanılar dolduruyorken içimi,
bir org müziğinin çöküp dizleri dibine, giderek aydınlandı,
çaresiz, makadam yollarım, tarih kendini yakıyordu kuytu korularda.
sessizce uyandım, ve kanlı ovaların gülümseyişlerinden arta kalmış
dudaklarımla ve hayli yılgın, postallarımı çıkarıp yıllar öncesinin
alışılmışlığını belirtgeliyen kapı önlerinde, girdim evlerime.
ve bundan böyle, ne kadınlar bıraktıklarımdı giderken,
ve ne -terkettiklerinden beri güzelliğini çamurun- çirkin :
ve kırık bakışlarıyla çocuklar
yetişmesini izliyorlardı
başaksız buğdayların, ki bu hayaletler kentinde eşya handiyse yadsımadayken
çürüdükçe kokuşan gövdemi, duydum umarsız cağırışlarını helenistik bergama yontucularının, ve zaman aşımında, josquin de pres, yine yoğun yaşanmış bir gün
akşamı,
çöl şeytanlarının düzenlediği maskeli baloda rastladım kendime.
ve mor halkalı gözlerimden tanıdım kim olduğumu.
lakin uzun süre
palmet işlemeli aynalarda izledim inceliğimi/yalınkat, ve
birbiriardınca derleyip solgun seher seramiklerini yığdım
paha biçilmezliğine koleksiyonumun.
bir süre

oldukça sıkıldım amaçsız varoluşundan vücudumun, ve sonunda ölümcül darbeyi kendi duygularım indirdi silik kişiliğime, çekingenlik, su perilerini ırmak boylarında saptıyan korkulu iç itki, tüm şarap şişelerini devirip masamdan, yıldızlara bağlanmış bir sicim gibi, kurdu darağacını doyumsuz ruhumun, ve yıllar uzun yaşlılığımı,
ve uzun yaşlılığım buruşan yüzümün çirkinliğini açıkladı, ve
bundan böyle, ne sevgi
ne tutku
ne de heyecan
çözebilirdi toplardamarlarımdan oluşan alımlılığını,
kristalin buzul bulutlarının, te
deum,
gökyüzünün çalkantılı akşam renkleri prozaik
apartman duvarlarında yakmıştı yanlış zevklerin deştiği
dökülmüş mozaikleri, oysa iklim, sebu endam boyutlara
dönüştü ilkin, ve ıslak kırbaçları kölelik tüccarlarının ıslık
yöreleriyle çizerken omuzbaşlarımı bir kanun,
geçerek tanrıtanımaz makamlarından meclisin
kuytuluklara gizledi ses serpintili saydam kanatlarını,
çıplak gece,
ince yağmur birikintilerince çoğul, aktı
ahşap kapı aralıklarından, ve ölüp gitti faust izleyin şimdi,
düşüşünün korkunç sefaletini….

Ali Günvar

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu