Biyografik Roman, Türk Romanında Biyografik Roman

Türk Romanında Yeni Bir Tarz: Biyografik Roman

Biyografik Roman

BİYOGRAFİK ROMAN

Öyküleme ve betimleme tekniklerini kullanarak gerçek kişileri roman kurgusu içinde anlatan metinlere edebî biyografi ya da biyografik roman denir.

Biyografik romanlarda gerçek kişilerin ruhsal ve fiziksel özellikleri, duyguları, düşünceleri, davranışları, alışkanlıkları, tavır alışları, tepkileri, hayata bakışları, dünya görüşleri, giyinişleri başta olmak üzere gibi pek çok değişik özellikleri ayrıntılı olarak verilir, Söz konusu ünlü kişilerin bir bakıma portresi çizilir.

Bilim, kültür, sanat, edebiyat, siyaset, ticaret, spor gibi alanlarda başarılı olmuş, yaptıkları ve eserleriyle yaşadıkları dönemde iz bırakmış, haklı bir ün kazanmış kişilerin hayatlarının roman tekniğine uygun olarak anlatıldığı eserlerdir.

Biyografik romanlar, hem roman türünün kurmaca dünyasına ait nitelikler hem de belgesel özellikler taşır.

Biyografinin nesnel bilgisi, romanın öznel kurgusuyla yoğrulur ve anlatmaya bağlı olay merkezli bir türün adı olur. Bir başka deyişle, biyografik romanda biyografi nesnel bilgiyi, roman ise kurmacayı temsil eder.

Biyografi türünün nesnelliği, roman türünün öznelliği içinde erir ve biyografik roman ortaya çıkar.Bu tür eserler, belgesel nitelikleriyle kurmacanın sınırlarını zorlasalar da, roman formunu kullandıkları için kurmaca dünyanın özelliklerini taşırlar.

Kimi araştırmacılar bu tür eserleri “non fiction fiction” (kurmaca olmayan kurmaca/roman) biçiminde adlandırırlar.

Biyografik Romanın Özellikleri

1. Biyografik romanın en önemli sorunu, kurmaca bir dünya sunan romanı gerçekleri anlatmayı amaçlayan bir türün aracı kılmaktır. Bu durum, biyografik romanların diğer romanlara göre daha basit ve estetik yönden daha zayıf kalmasına yol açmaktadır.
2. Biyografik romanlar, birkaç biçim denemesi dışında yazarın kurmaca bir dünya yaratma özgürlüğünü kısıtladığı için, yaratıcılık yönünden daha sınırlı metinler olarak değerlendirilmektedir.
3. Romanı yazılan kişinin hayatına ilişkin belgelerin çok fazla olması, yazarın da bu belgelerin tamamına yer vermesi durumunda metnin romandan uzaklaştığı görülmektedir.
4. Son yıllarda biyografik roman örneklerinin artışı, bireyleşme ve bireyin dünyasını keşfetme çabasıyla ilişkilendirilmektedir.
5. Biyografik roman, post-modern romanın türler arasında geçişlere izin verme, hatta türler arasındaki farkları ortadan kaldırma eğiliminin sonucu olarak kimi yazarların ilgisini çekmektedir.
6. Kimi biyografik romanlar, dahil oldukları tür konusunda kararsızlık sergilemektedir, Birkaç kitabın adında “roman” sözcüğüne yer verilirken, birçok kitapta hiçbir kayıt kullanılmamış, çok az sayıda kitapta ise “biyografik roman” ifadesine yer verilmiştir.
7. Biyografilerin, soy ağacının tespiti, doğum, ilk, orta ve varsa yüksek öğrenim gibi kronolojik sıra izleyen anlatımına karşılık; biyografik romanlar, her zaman kronolojik bir sıra takip etmemekte, hayattan kesitler seçilebildiği gibi, olaylar geriye dönüşlerle de aktarılabilmektedir.
8. Biyografik romanlar bakış açısı yönünden de sınırlılık göstermekte, bu tür romanlarda anlatıcının genellikle üçüncü kişi olduğu görülmektedir.
9. Biyografik romanlarda yazar, hayatını yansıttığı kişiyi seven, benimseyen ve onaylayan bir tutum sergilemekte, hayat hikâyesini anlattığı kişiye hayranlık duygularını saklamamaktadır.
10. Biyografik romanlar genellikle hayatta son sözünü söylemiş, yani ölmüş kişiler üzerine yazılmakta, yaşadığı dönemi derinden etkilemiş bir kişinin, onu yakından tanıyan bir yazar tarafından tanıtılması ya da hatırlatılması amaçlanmaktadır.
11. Biyografik roman yazarı, romanını yazdığı kişiyle öğretmen-öğrenci gibi meslekî; ebeveyn-evlat, dede-torun gibi ailevi ilişkiler içindedir.
12. Biyografik romanların belgesel yönünü vurgulamak ya da güçlendirmek amacıyla kimi romanların sonuna romanı yazılan kişinin fotoğraf albümü konulmaktadır.

TÜRK EDEBİYATINDA BİYOGRAFİK ROMAN

Peyami Safa (1899-1961) 1936 yılında Kültür Haftasında yayımlanan Roman ve Biyografi adlı yazısında, Türk edebiyatında biyografik romanın yokluğunu, Türk romanının kendi çelişkilerine kayıtsız kalmasıyla açıklar. Ona göre, Türk romanında kahraman, genellikle olay çıkaran adamdır. İnsan ruhunu göremeyen romancı için tek bir adamın hayatındaki kimlik ve kişilik krizlerini ve büyük iç trajedileri anlamaya da imkân yoktur. Yoksa ‘biographie romancee’ türü için el değmemiş sayısız Türk portresi bulmak mümkündür.

Biyografik roman yazarları, hayranı oldukları kişilerle ilgili nesnel bilgileri sanat tecrübeleriyle harmanlayarak kaleme aldıkları romanlarla bu türün Türk edebiyatında kökleşmesine ve gelişmesine hizmet ederler. Biyografik roman yazma ihtiyacını, bağlılık, hayranlık ve sevgi yanında, yakından tanınan insanların unutulmasına razı olmama gibi bir nedene bağlamak mümkündür.

İlk Biyografik Roman Örnekleri

Edebiyatımızda yazılan biyografik romanlar genelde kendini gerçekleştirmeyi başarmış insanları konu alır. İlk örneklerde, hakkında roman yazılan kişinin biyografisine sadık kalanlar yanında kurmacayı öne çıkaran imzalara da rastlanır.

baltaci-ile-katerinaVâlâ Nureddin‘in (Vâ-Nû, 1901-1967), Baltacı ile Katerina (1928) romanı, bir ilk örnek olarak biyografik verilerden ziyade yazar muhayyilesinden beslenir. Roman, Prut Savaşında Osmanlı ordusunun Serdar-ı Ekrem’i (Başkomutanı) Baltacı Mehmet Paşa ile Rus Çariçesi Katerina arasında kurgulanmış bir aşk ilişkisine dayanır, Gerçek tarihî kişiliklerin üzerinden hayalî bir buluşma tasvir edilir, Romanda 3, Ahmet döneminde önce vezir, ardından Kaptan-ı Derya (Deniz Kuvvetleri Komutanı), daha sonra 21 Aralık 1704’te Sadrazam (Başbakan) olan Baltacı Mehmet Paşa, Prut Savaşının kahramanı olarak yer alır.

Popüler tarihî roman vadisinde;

  • Abdullah Ziya Kozanoğlu (1906-1966) ; Seydi Ali Reis (1927), Malkoçoğlu (1933), Battal Gazi Destanı (1937), Cengiz Han’ın Hazineleri (1962);
  • Feridun Fazıl Tülbentçi (1912-1982), Yavuz Sultan Selim Ağlıyor (1947), Barbaros Hayrettin Geliyor (1949), Turgut Reis (1958), Cem Sultan (1959), Hürrem Sultan (1960), Kanunî Sultan Süleyman (1962)

gibi romanlarında, biyografiden çok kurmacaya yakın dururlar.

hasan-ali-yucel-klasikleriTürk edebiyatında biyografi türünde asıl ilk örnek, Hasan Âli Yücel‘in (1897-1963), yazdığı Goethe: Bir Dehanın Romanı (1932) başlığını taşır. Romanın ön sözünde Yücel, bu romanın bir hayranlık duygusundan doğduğunu açıklar, Goethe’ye ve onun düşüncelerine olan hayranlığı Yücel’e bu romanı yazdırmış olmalıdır.

İlk biyografik romanın, konusunu kendi tarih, kültür ve sanat dünyamızdan almamış olması ilgi çekicidir.
bir_fikir_adaminin_romani_ziya_gokalpTürk edebiyatında kronolojik bakımdan ikinci ve üçüncü sırada yer alan biyografik romanlar, Mehmet Emin Erişirgil’in (1891-1965); Ziya Gökalp: Bir Fikir Adamının Romanı (1951) ve Mehmet Akif: İslamcı Bir Şairin Romanı (1956) adlı eserleridir.

Yuzbasi_Selahattinin_Romaniİlhan Selçuk‘un (1925-2010) Yüzbaşı Selahattin’in Romanı (2 cilt, 1973, 1975), 1894’te doğan, askerlik çağında Çanakkale ve Balkan Savaşlarına katılan, Birinci Dünya Savaşında İran ve Kafkas cephelerinde savaşan, 1919’da yirmi beş yaşında bir yüzbaşı olarak İstanbul’a dönen Selahattin Yurtoğlu’nun anılarından yola çıkılarak yazılmış biyografik bir romandır.

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı)‘nın (1886-1973); Uluç Reis (1962) ve Turgut Reis (1966) romanları da biyografik romanın sınırları içinde değerlendirilebilir.

Tahir Alangu’nun (1916-1973); Ömer Seyfettin: Ülkücü Bir Yazarın Romanı (1968),

İsmail Fatih Ceylan’ın (1962-) ; Romancının Romanı-Yavuz Bahadıroğlu (2000),

Orhan Okay’ın (1930-) ; Bir Hülya Adamının Romanı-Ahmet Hamdi Tanpınar (2010) kitapları, adlarında “roman” sözcüğü yer almasına;

Yusuf Ziya Ortaç’ın (1895-1967); İsmet İnönü (1946) adlı kitabı ise arka kapağında “bir hayatın romanı” ibaresi bulunmasına rağmen roman değil biyografi / monografi örnekleridir.

BİYOGRAFİK ROMAN MODELİ: BİR BİLİM ADAMININ ROMANI

Batıda 1960’lı yıllarda Irwing Stone (İlahi Istırap/1961), Oscar Lewis (Sançez’in Çocukları/1961) gibi yazarların eliyle nitelikli örneklerini vermeye başlayan biyografik roman, Türk edebiyatında 1970’li yıllarda ilk yetkin örneğine kavuşur.

Bir_Bilim_Adaminin_RomaniOğuz Atay (1934-1977) imzalı Bir Bilim Adamının Romanı-Mustafa İnan (1975). Türkiye’de bu roman türünün en iyi örneklerindendir. Atay, romanda İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden hocası olan Prof. Dr. Mustafa İnan’ın yaşam öyküsünü roman tekniğinin imkânlarını kullanarak anlatır. Aynı zamanda Mustafa İnan’ın şahsında bir dönemin idealist kuşağının hayatını yansıtır.

Romana vücut veren, taşradan çıkıp yüksek öğrenim için İstanbul’a gelen ve deha özellikleri gösteren bir gencin üstün zekâsıyla büyük bir bilim adamı oluş serüvenidir.

Yoksul bir halk çocuğu olan Mustafa İnan, dünyaca tanınan bir bilim adamı olma sürecinde güçlükler yaşar; bu güçlüklere rağmen ahlak ve kişiliğinden ödün vermez.

İki bölümden oluşan romanın birinci bölümünde Mustafa İnan’ın doğumundan öğrenim hayatının sonuna kadarki dönem, ikinci bölümde ise hocalığından ölümüne kadarki süreç dikkatlere sunulur.

24 Ağustos 1911’de Adana’da seyyar posta memuru Hüseyin Avni Bey’in oğlu olarak dünyaya gelen, çocukluk yılları 1. Dünya Savaşına ve işgal yıllarına denk düşen, Anadolu’nun salgın hastalıklarla, kazalarla, tıbbi imkânsızlıklarla dolu zor koşullarına rağmen hayatta kalan Mustafa İnan, baştan sona çok başarılı bir öğrencilik sergiler.

“Mustafa İnan ölseydi bilim hayatımızda çok büyük bir boşluk olacaktı.” diyen Atay, romanın ikinci bölümünde Mustafa İnan’ın eşi Jale ile tanışması ve evlenmesi, başarılı akademik hayatı, dekanlığı, bilimsel faaliyetleri, çalışkanlığı, fedakârlığı gibi yönlerini betimler.

Bilime, araştırmaya, öğrenmeye karşı sonsuz bir merakı olan Mustafa İnan dil, edebiyat, felsefe, sanat, tarih, matematik gibi birçok dalla ilgilenmekte, Yahya Kemal’in sohbetlerine katılmaktadır. Ülkesine ve milletine gönülden bağlıdır.

Milletvekilliği ve bakanlık tekliflerini kabul etmez. Asıl görevinin eğitim olduğunu düşünür. Kendisine sunulan tüm maddi imkânları elinin tersiyle iter. Tam bir idealisttir. Adanmış bir hayat yaşar, paranın güdümüne girmez. Yoğun çalışma temposu içinde sağlığını ihmal eder. İlerleyen hastalığına rağmen iyileşmeyi ve öğrencilerine kavuşmayı umar,  ancak 5 Ağustos 1967’de “lösemi”den ölür.

Oğuz Atay, belgesel niteliğini vurgulamak için romanın sonuna hocasının fotoğraflarını eklemiştir.

1990’LI YILLARDA TÜRKİYE’DE BİYOGRAFİK ROMAN

Necip Fazıl Kısakürek‘in (1904-1983) bitmemiş otobiyografik romanı Kafa Kâğıdı (1983) ilk örnekler arasında anılmayı hak etse de Türkiye’de biyografik romanın oluşum dönemi 1990’lı yıllara rastlar.

Viran_Daglar_Necati_CumaliNecati Cumalı‘nın (1921-2001) Viran Dağlar (1995) kitabı, biyografik roman türüne ait örneklerdendir. Cumalı, romanda büyük dayısı Zülfikar Bey’in Balkanlarda Osmanlı’nın dağılmaması için verdiği mücadeleyi roman türünün imkânları içinde okura sunar.

Makedonya’nın Goriçka kasabasında yaşayan bir aileye mensup, eski bir Osmanlı uç beyinin torunu olan Zülfikar Bey, Fransız İhtilâli ile yayılan milliyetçilik akımıyla Balkanların Osmanlı’nın elinde çıkış sürecinde gönüllülerden oluşan bir örgüt kurarak mücadeleye başlar, Bu mücadele, Birinci Dünya Savaşını Osmanlı’nın kaybetmesi sonucu dağılma sürecinin hızlandığı günlere kadar sürer.

Burçak Çerezcioğlu‘nun (1979-1995) Mavi Saçlı Kız (1997) adlı romanı, 16 yaşında lösemiden ölen yazarının anılarından kurgulanmış bir biyografik romandır. Kaynağını genç kızın öz yaşam öyküsünden alır, Romanda Burçak’ın hastalık döneminde yaşadıkları, direnci ve cesareti anlatılır.

leyla-gencer-tutkunun_romaniZeynep Oral‘ın Tutkunun Romanı Leyla Gencer (1999) eseri, 1954’te Napoli’de Santa Carla Tiyatrosu’nda ilk defa sahneye çıkan, dünya sahnelerinde “La Diva Turca” olarak anılan, 1988’de Devlet Sanatçısı ilan edilen, 2007’de İtalya’da “Caruso Ödülü”ne lâyık görülen ünlü opera sanatçısı Leyla Gencer’in (1928-2011) biyografisinden yola çıkılarak yazılmış bir romandır.

GÜNÜMÜZ TÜRK EDEBİYATINDA BİYOGRAFİK ROMAN

Biyografik roman türünün günümüz Türk edebiyatındaki önemli yazarları arasında

gibi isimler sayılabilir.

Ayrıca Sultan 5. Murad’ın torunu Kenize Murad‘ın De la part de la princesse morte adıyla 1987’de Fransızca olarak yazdığı, Gökçe Tuncer ve Nuriye Yiğitler tarafından 2002’de Saraydan Sürgüne adıyla Türkçeye çevrilen kitap da yazarın annesi Selma Sultan’la ilgili biyografik bir roman olarak listeye eklenebilir.

Hıfzı Topuz: Meyyâle, Taifte Ölüm, Paris’te Son Osmanlılar, Gazi ve Fikriye, Abdülmecit, Hava Kurşun Gibi Ağır romanlarıyla Hıfzı Topuz (1923-) günümüz Türk edebiyatının en fazla biyografik roman yazan ismidir.

Topuz, Meyyâle (1999) romanını büyük annesinin biyografisi üzerine yazar. Sultan Abdulaziz, V. Murat ve Abdülhamit dönemleri romanın tarihsel arka planını oluşturur. Rusların Kafkasya’ya saldırılarının artması üzerine İstanbul’a göç etmek zorunda kalan Kafkas kökenli kadın ve çocukların Saraya alınması sorunu irdelenir. Çocuk yaşta satın alınarak İstanbul’a getirilen Kafkas kökenli Meyyâle’nin Saraydaki hayatı, evlilikleri, iktidar değişikliği sonucu gönderildiği taşrada yaşadıkları anlatılır. Bir yandan da Osmanlı devletinin çöküş nedenleri sezdirilir.

Taifte Ölüm (1999), Mithat Paşa’nın şahsında, çöken bir imparatorluğun çağdaşlaşma çabalarını anlatırken, dönemin baş aktörlerinin bireysel trajedilerini de dikkatlere sunar. Roman, Osmanlı devletini çağdaşlaştırmaya çalışan, ancak haksızlıklara uğrayan Mithat Paşa’nın bireysel ve siyasal hayatına, dostluklarına ve aşklarına ayna tutarken, Abdülaziz, 5. Murat ve Abdülhamit dönemlerinin siyasal oyunlarını da aksettirir.

Paris’te Son Osmanlılar-Mediha Sultan ve Damat Ferit (1999), romanı 19. yüzyılın ortalarından yirminci yüzyılın başına uzanan dönemde padişahlık rejimine karşı Türk aydınlarının verdiği mücadeleleri ve Batılılaşma çabalarını naklederken Namık Kemal, Abdülhak Hamit, Sami Paşazade Sezai, Ali Suavi gibi aydınların siyasal mücadelelerinden kesitler sunar. Sultan Abdülmecit’in kızlarından Mediha Sultan’ın yaşadığı aşkları, başından geçen evlilikleri ve sürdürmek zorunda kaldığı çileli hayatı roman kurgusu içinde gözler önüne serer.

Gazi ve Fikriye (2001), Mustafa Kemal’e olan aşkıyla trajik bir hayatın öznesi olan Fikriye’nin hikâyesi çevresinde kaleme alınmıştır. Fikriye, Mustafa Kemal’in “Beni iki kadın sevdi, biri kendim için, diğeri mevkim için” cümlesinde anılan birinci kişidir. Mustafa Kemal’in Harbiye’de okuduğu yıllarda başlayan aşk, Gazi’nin Latife ile evlenmesi sonucu sahibini intihara sürükler.

İmparatorluk Çökerken Sarayda 22 Yıl alt başlığıyla yayımlanan Abdülmecit (2009) adlı romanda, 16 yaşında tahta çıkan, Mustafa Reşit Paşa’nın çabasıyla Tanzimat’ı ilân eden, yaşadığı aşklar ve acılarla bir roman karakterine dönüşen; zarif, duygulu ama zayıf iradeli padişah Abdülmecit’in hikâyesi anlatılır. Dönemin siyasal, sosyal ve ekonomik çözülmeleri romanın arka planını oluşturur.

Hava_Kursun_Gibi_AgirTopuz’un Hava Kurşun Gibi Ağır (2011) adlı romanı ise, 1920’lerden başlayarak şair Nâzım Hikmet’in hayat hikâyesini anlatır. Nâzım Hikmet on sekiz-on dokuz yaşlarında, işgal altındaki İstanbul’dan kaçmak isteyen bir genç olarak romana girer. Galatasaray Lisesi’nden sınıf arkadaşı ve yakın dostu Vâlâ (Vâlâ Nureddin, Vâ-Nû) ile birlikte, yanlarına aldıkları birkaç parça çamaşırla Anadolu’ya gitmeye karar verirler. İnebolu’ya doğru başlayan maceralı yolculukları, onları Karadeniz’e, Tiflis’e, oradan da Moskova’ya sürükler. Topuz, “Nâzım Hikmet’in Romanı” alt başlığını koyduğu kitapta ailesi ve yakın dostlarından dinlediği anılarla Nâzım’ın hayatını romanlaştırır.

Adi_Aylin_Ayse_KulinAyşe Kulin: Günümüzün en çok okunan biyografik roman yazarlarından Ayşe Kulin (1941-), Adı Aylin, Püreya, Köprü, Veda ve Türkan adlı eserleriyle tanınır.

Adı: Aylin (1997), kökleri Giritli Deli Mustafa Naili Paşa’ya kadar uzanan bir ailenin kızı olan, Aylin Devrimel’in fırtınalı hayatından kurgulanmış bir romandır. Yazarına İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nce verilen “yılın yazarı” ödülünü kazandırır.

Yazar, kuzeni olarak yakından tanıdığı Aylin’in ölümüyle başlattığı romanı flash-beck (geriye dönüş) tekniğine uygun olarak kurgular. Aylin’in çocukluğu, yurt içi ve yurt dışındaki öğrenim süreci, evlilikleri, meslek hayatı, başarıları, doktor sıfatıyla Amerikan ordusuna katılarak Körfez savaşında ruh sağlığı bozulan hasta askerleri tedavi etmesi, Albay rütbesindeyken ordudan ayrılması, 19 Ocak 1995 Perşembe günü evinin bahçesinde temizliğe gelen hizmetçisi tarafından kendi arabasının altında ölü bulunması, bu ölümün polis kayıtlarına “freak accident” (garip bir kaza) olarak geçmesi biyografik romanın anlatım imkânları içinde okura sunulur.

FureyaFüreya (2000) adlı eser, Cumhuriyet döneminin ilk kadın seramik sanatçısı Füreya Koral (1910-1997) hayatını roman kurgusu içinde anlatırken bir yandan da Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki olaylara tanıklık eder. Aynı zamanda Füreya’nın şahsında sanatçıların mücadele, heyecan ve sevgi dolu hayatlarıyla sıradan insanlardan farklı olduklarını sezdirir.

Füreya, bir gerçek kişi ve bir roman kahramanı olarak, hayatının tamamına yakınını seramik sanatına adamış, risk almayı seven, yapılmamışı yapmaya çalışan, zaman zaman da kurallara meydan okuyabilen bir mizaçtır. Fiziksel güzelliğini iç güzelliğiyle bütünlerken ülkesine hizmet etmeye çalışır.

Bu idealizmin arkasında Mustafa Kemal Atatürk’ün bir ev ziyareti sırasında Füreya’nın defterine yazdığı cümleler vardır: “Görüyorum ki çok çalışkan bir insansınız. Millet sizden çok şey bekliyor, Siz çalışıp bir şeyler vermelisiniz memlekete.”

Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali’yle evlenen Füreya, protokolda yer alır. Teyzesi ressam Fahrünnisa’nın teşvikleriyle seramik sanatına yönelir. Türkiye’de seramik sanatında birçok ilki gerçekleştirir, 87 yaşında ölür.

Ayşe Kulin, romanın teşekkür sayfasında Füreya’yı yazarken Füreya’nın kardeşi Afife ve Afife’nin kızı (sanatçının evlatlık alıp daha sonra nüfusuna geçirdiği) Sara Koral’ın arşivlerinden yararlandığını belirtir. Ayrıca Füreya ile ilgili anılarını kendisine nakleden Müşerref Cimcoz, Mina Urgan; belge, bilgi ve fotoğrafları kendisiyle paylaşan Altemur Kılıç, Ferit Edgü, Şakir Eczacıbaşı gibi isimlere teşekkür eder. Romanın sonuna yararlanılan kaynakların listesiyle zengin bir fotoğraf albümü eklenmiştir.

Köprü (2001), Anadolu’da yaşanan trajik bir hayat öyküsüdür. Erzincan’da, Fırat nehri üzerine köprü yaptırabilmek için mücadele veren bir bürokratın yaşadıkları romana özgü bir anlatım içinde okuyucuya sunulur. Dizi film olarak televizyon ekranlarında da gösterilen Köprü, hırslı, azimli, iradeli, sıra dışı bir vali olan Recep Yazıcıoğlu’nun hayat hikâyesiyle örtüşür.

Fırat nehri, hastaların, hamilelerin hastaneye yetiştirilmesine engeldir, Ölümler kaçınılmaz hâle gelmiştir, Vali duruma el koyar, Bütün güçlükleri yenerek, imkânsızlıkların üstesinden gelerek Fırat’ı dizginleyecektir, ancak Vali’nin Fırat üzerine köprü yaptırma iradesi, azmi ve kararlılığı, karşısında köprü yaptırmamak üzere örgütlenmiş bir yapıyı bulur. Terör, valinin bu çabasını boşa çıkarmak için iş başındadır. Ankara’dan köprünün ayaklarını dikmek üzere gelen mühendisler, terörist saldırı sonucu kaçarlar.

Valinin kararlılığı ve mühendislerin cesaretiyle, teröre rağmen, yapımı tamamlanan köprü, tırlarla Erzincan’a getirilir. Köprünün ilk ayağı oturtulur. Diğer ucunu karşıya geçirmek için feribota köprünün diğer ayağı yüklenir. Yolun yarısında feribotun bozulması ve çalışmaların aksaması halkta tedirginlik yaratır. Bir sonraki gün arıza giderilir ve yoğun bir çalışmayla köprü tamamlanır.

Veda-Esir Şehirde Bir Konak (2007) adlı romanda Osmanlı devletinin son günlerinde işgal altındaki İstanbul’da bir konakta yaşananlar hikâye edilir. Yazarın büyük dedesi, son Maliye Nazırı (Bakanı) Ahmet Reşat Bey ve ailesi çevresinde bir dönemin resmini çizen Veda, çöküş sürecindeki bir devlet ile yeni bir gelecek kurma arayışındaki Milliciler arasında kalan Osmanlı aydınının hikâyesini anlatır. Yazar, biyografi biliminin sağladığı verilerle roman tekniğini ustalıkla birleştirir.

Türkan (Tek ve Tek Başına), Ayşe Kulin’in 2009 yılında çıkardığı, ÇYDD (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği) başkanı Türkan Saylan’ın hayatını ve meslek alanında yaptıklarını anlattığı biyografik romandır. Kulin, Saylan’ı bir roman kahramanı olarak betimlerken, onun iç dünyasını da yazdığı mektuplar aracılığıyla hissettirir. Kitap, Saylan’ın ölmeden önce kendisi hakkında bir roman yazılması vasiyetine Ayşe Kulin tarafından verilmiş bir cevaptır.

bozgunda-fetih-ruyasiBeşir Ayvazoğlu: Bozgunda Fetih Rüyası (2001) adlı biyografik romanında Beşir Ayvazoğlu (1953-), Yahya Kemal Beyatlı’nın hayatının 1912-1922 yılları arasındaki dönemini anlatır. Bir şair, öncü ve kurucu isim olarak dönemin edebiyat anlayışını şekillendiren Yahya Kemal’in portresini çizer. Dost ve arkadaş çevresi, öğrencileri, edebiyat dünyasındaki etkileriyle Yahya Kemal’in hayat hikâyesini dile getirir.

“Yahya Kemal’in Biyografik Romanı”alt başlığıyla dikkatlere sunulan romanın sonunda ayrıntılı bir kronoloji ve zengin bir kaynakçaya yer verilmiş, bilimsel çalışmalarda rastlanabilecek bir dizin de romana eklenmiştir.

Attilâ İlhan: On iki romanı içinde özellikle Allahın Süngüleri-Reis Paşa ve Gazi Paşa romanlarıyla Attilâ İlhan (1925-2005) biyografik roman türünde adı anılması gereken yazarlardandır.

Allahin_Sunguleri_Reis_Pasa_Atilla_ilhanAllahın Süngüleri-Reis Paşa (2002), Mustafa Kemal’in 1920’den sonra “Reis Paşa” sıfatıyla Anadolu’ya geçmesi, Kurtuluş Savaşını örgütlemesi çevresinde kurgulanmış bir romandır. Tarih biliminin sınırları içinde önemli birer kimlik olan Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Halide Edip, Yunus Nadi, Makbule Hanım, Zübeyde Hanım, Fikriye gibi isimler, Attilâ İlhan’ın eserinde birer roman kahramanı olarak karşımıza çıkar.

Yakın tarihle ilgili ve bir dönem romanı olarak değerlendirilse de Mustafa Kemal’in biyografisinden yola çıkılarak yazılmış olması bakımından dikkat çekicidir. Gazete haberleri, telgraf metinleri, şifreli iletilerle belgesel yönü güçlendirilen romanda Mustafa Kemal’in Rumeli ağzı konuşması da biyografinin sağladığı bilgilerden kaynaklanır.

Attilâ İlhan’ın biyografik roman vadisinde ikinci eseri Gazi Paşa (2005) adını taşır. Romanda Kurtuluş Savaşının en hareketli günleri Mustafa Kemal’in hayat hikâyesiyle iç içe anlatılır. Roman, Kuva-yı Milliye’nin İzmir’e girişinin ardından Trakya’nın geri alınması ile sona erer.

Mustafa Kemal’in yakın çevresinde, Latife Hanım, Fikriye Hanım, İsmet Paşa, Hoca Paşa (Fevzi Çakmak), Mustafa Suphi, Çerkez Ethem, Kazım Karabekir gibi isimler, Attilâ İlhan’ın roman kurgusu içinde yeniden var olurlar. Romanda belge niteliğinde alıntılar ve telgraf metinleri sıklıkla kullanılmıştır.

Sadık Yalsızuçanlar: Gezgin, Cam ve Elmas, Şey-Bir Ömer Hayyam Anlatısı, Anka gibi romanlarıyla Sadık Yalsızuçanlar (1962-), son dönem Türk edebiyatında biyografik romanın dikkat çekici yazarları arasındadır.

Gezgin‘de (2004), 1165-1239 yılları arasında yaşamış Mağripli bilge Muhyiddin İbni Arabî’nin kendi ruh dünyasında yaptığı yolculuğu nakleder, Anlatılan bir ârif, bir veli, bir kâmil insanın hikâyesidir, Yazar, çıkış noktası olarak İbni Arabî’nin biyografisini alır ve zaman zaman menkıbe diliyle roman dilini birleştirir, Gezgin, yazarın deyişiyle “geleneksel bir roman ya da çağdaş bir menkıbe” olarak tanımlanabilir.

Cam ve Elmasta (2006), Harakanlı bilge Ebu’l Hasan’ın (ö,1034) hayatı, Kars’a belgesel film çekimi için giden bir kameramanın gözünden aktarılır, Kitaba alınan epigraf, Harakanlı’nın hayat hikâyesini özetler gibidir: “Yeryüzünde yolculuk yapanın ayağı, gökte yolculuk yapanın ise kalbi su toplar,” Romanda Harakanî’nin çağdaşı olduğu Gazneli Mahmut, İbni Sina gibi şahsiyetlerle ilişkileri yanında Ba-yezid Bistamî ile kurduğu zaman ve mekân üstü diyaloglar, yazar muhayyilesinin Ebu’l Hasan biyografisine eklediği mistik ve fantastik unsurlardır.

Şey-Bir Ömer Hayyam Anlatısı (2006), (1048-1131) İran coğrafyasında yaşamış rubai şairi, filozof, astronom ve matematikçi Ömer Hayyam’ın hayatı çevresinde kurgulanmış bir metindir. Yalsızuçanlar, Hayyam romanında da (2011) Ömer Hayyam’ın biyografisi üzerine temellendirdiği bir hikâye anlatır.

Anka‘da (2008) Niyazi Mısrî’nin efsanevi hayatı, Mısrî hakkında lisansüstü çalışma yapan bir doktora öğrencisinin bakış açısından, bilinçakışı tekniğiyle roman kalıbına dökülür.

Fatma Karabıyık Barbarosoğlu: Fatma Aliye: Uzak Ülke (2007) adlı eserinde Fatma K. Barbarosoğlu (1962-), ilk Türk kadın romancı Fatma Aliye’nin doğumundan ölümüne kadar bütün hayat hikâyesini anlatır. Tarihçi ve devlet adamı Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı olarak 1862’de dünyaya gelen, babasının isteği üzerine Sultan Abdulhamit’in kolağası Faik Beyle on altı yaşında evlenen, çevirilerle başladığı yazma serüvenini roman ve makalelerle sürdüren, son yıllarını rahibeliği seçen kızını aramakla geçiren, bir kesimin feminist, diğer kesimin muhafazakâr kabul ettiği Fatma Aliye, Barbarosoğlu’nun kalemine bir roman kahramanı olarak konuk olur.

VE DİĞERLERİ

Tarihî roman çizgisinde kaleme aldığı çok sayıda eserden özellikle Selâhaddin Eyyûbî (1976), 4. Murad (2 c, 1982), Cem Sultan (2 c, 1990) gibi romanlarıyla Yavuz Bahadıroğlu (1945-) biyografik roman sayılabilecek örnekler verir.

Mehmed Niyazi (Özdemir) (1942-), Ölüm Daha Güzeldi (1983) romanında Azerbaycan’dan Türkiye’ye sığındıktan sonra Türkiye’de Ağır Ceza Reisliği yapmış Tahir Mihmandarlı’mn hayatını ve ülkesinde yaşadığı büyük acıları, gerçek olay ve kişiler çevresinde hikâye eder.

Kurt_Seyt_ShuraNermin Bezmen (1954-), Kurt Seyt & Shura (1999) ve Kurt Seyt & Murka (2002) romanlarını dedesi ve anneannesi üzerine kurar. Birinci romanda Kurt Seyt, Mirza Eminof’un oğlu olarak dünyaya gelir, Çar Nikola’nm Muhafız Alayında genç bir üsteğmen olarak Bolşeviklerin ölüm listesine girer, Bolşeviklerden kaçarken yanında getirdiği bir taka dolusu silahı Mustafa Kemal’in Kuva-yı Milliyesine teslim eder, Shura da savaş, ihtilâl ve vatan hasreti arasında Seyit’le bu zorlu maceraya katılır. İkinci romanda ise Shura’dan ayrılan Kurt Seyt’le Murka’nın (Mürivet) İstanbul Beyoğlu’nda 1924’ten itibaren başlayan maceralı hayatları hikâye edilir.

Atillâ Şenkon‘un (1962-) , Bütün Düşler Nazlı’dır (1999) adlı kitabı, fantastik romanlarıyla özgün bir tarzın temsilcisi olarak tanınan yazar Nazlı Eray’ın biyografisi çevresinde kaleme alınmış bir romandır, Eray’ın çocukluğundan başlayarak hayatını etkileyen birçok olay roman kurgusu içinde okuyucuya aktarılır. Kitapta bir roman yazarı, bir roman kahramanı olarak resmedilirken biyografik roman yazarının, Nazlı Eray’ın üslûbuna öykündüğü görülür.

M. Talât Uzunyaylalı (1955-), Efsane Kadın-Nene Hatun (2006) romanında, 93 Harbi olarak tarihe geçen 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşında, güçlü ve donanımlı Rus ordusuna karşı Erzurum halkını taş, sopa, kazma ve kürekle direnişe çağıran Nene Hatun (1857-1955) adlı yirmi yaşında bir gelinin efsanevi hayatını roman kurgusu içinde dikkatlere sunar.

Hasan Öztürk, Çınarlı Köyün Muhtarı (2007) romanını Bursa’da Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşunda rol oynamış. İznik’in Müşküle (Çınarlı) Köyünde yirmi yıl görev yapmış sosyalist muhtar Fevzi Kavuk’un hayat hikâyesinden hareketle kaleme alır.

Naşide Gökbudak‘ın (1937-) Perina (2009) romanı Rus Çarı 2. Nikolay’ın küçük kızı sonradan adı Perina olarak değişen Anastasia’nın Rusya’da başlayıp Elazığ’da son bulan hayatının hikâyesidir.

İskender Pala‘nın (1957-) Şah&Sultan (2010) ve Od (2011) romanları biyografik roman çizgisinde değerlendirilebilir. Şah&Sultan ‘da Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim’in, Od’da ise Yunus Emre’nin biyografileri esas alınmıştır.

askin_gozyaslariSinan Yağmur (1965-), Aşkın Gözyaşları / Tebrizli Şems (2010), Aşkın Gözyaşları II (Hz. Mevlana) (2011) romanlarında Mevlâna ve Şems’in hayat hikâyesinden yola çıkar. Birinci kitap, Şems’in bıçaklanarak öldürülmesiyle sonuçlanan olaylar zincirini anlatır. Aşkın Gözyaşları II (Hz. Mevlana) (2011) adlı ikinci kitap ise 5 Aralık 1273’te Mevlâna’nın gördüğü bir rüya ile başlar. Mevlâna’nın Şems’ten sonraki hayatı okuyucunun gözleri önüne serilir.

  • Etkin Yayınevi’nin “biyografik roman” dizisinde yayımlanan A. Mümtaz İdil‘in, Çılgın Keşiş Rasputin (2003), Dehşetin Kanlı Gölgesi Caligula (2003),
  • Erdem Sabih Anılan‘ın Padişahlar da Ağlar/Kanunî (2004) ve Cariyelikten Hasekiliğe Hürrem (2005),
  • Sedat Memili‘nin Kökenini Arayan Adam Darwin (2005) ve Ölümsüz Aşk: Dante (2010),
  • Aysun Akkaya‘nın Küllerdeki Sır Neron (2005),
  • Neşe Taluy Yüce‘nin Romantik Müzik Dehası: Chopin (2005),
  • Hakan Gezik‘in Anadolu Fatihi Alparslan (2008),
  • N. Barış İdil‘in Adaletin Keskin Kılıcı Kral Arthur (2008),
  • Serhan Olcay Anılan‘ın Hamdım, Piştim, Yandım: Mevlâna (2008)
  • Şule Türker‘in Vatansız Asker Napoleon (2009)

kitapları, son dönem biyografik romanları arasındadır.

Kaynakça: Yrd.Doç.Dr. Tacettin ŞİMŞEK, Çağdaş Türk Romanı

Benzer İçerikler:

İlginizi Çekebilir:
Kapalı
Başa dön tuşu