14. Yüzyılda Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı ve Temsilcileri

14. YÜZYILDA DİNÎ-TASAVVUFÎ TÜRK EDEBİYATI VE TEMSİLCİLERİ

XIV. yüzyıl Anadolu’sunda Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı, XIII. yüzyıldaki kadar bahtiyar bir devir yaşamıştır. Bu asrın ilk yarısında “Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı” Yunus Emre’nin yolunda yürümüştür. Yunus tarzı söyleyiş, onun bu asırdaki çağdaşlarınca ideal söyleyiş olarak benimsenmiştir. O kadar ki, bu ve müteakip asırların Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri, şiiri Yunus gibi söylemeye çalışmakla kalmamış bazen Yunus’un ya “emre”liğini ya da “Yunus” adını unvan olarak kullanmışlardır. Bu hâdise Yunus’u takip edenlerin tam bir tasavvuf terbiyesi içinde olduğunu gösteriyordu. Bunlar ilâhiler söyleyerek asrın tekkelerinde büyük rağbet görüyorlardı (Banarlı 1971: 397).

Bu asırda Sâid Emre ve Kaygusuz Abdâl, Yunus’un en önde gelen muakkiplerindendir. Aynı asır Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairlerinden Gülşehrî, Âşıkpaşa, Eflâkî Dede ve Elvan Çelebi’yi de zikredebiliriz. Bunlardan Kaygusuz Abdal; tam manasıyla bir Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairidir. Zira onun eserlerinin temeli “din, tasavvuf, vecd, bilim, sevgi, hoşgörü vb.ler”dir. O, tasavvufî vecd ve heyecan bakımından en az Yunus Emre kadar başarılı şiirler vermiştir. Kaygusuz, sanatı yönüyle de ondan geri kalmadığı gibi, eser ve şiirlerinin miktarı itibariyle de onun üstündedir. Onun on yedi bin beyte yaklaşan şiirleri ve on yedi eseri bize büyük bir mirastır. Ancak Kaygusuz Abdal, eserlerinin bu cesameti içinde kaybolmaz. Ufak tefek bazı kısımlar hariç onun şiiri her zaman üstün bir seviye gösterir.

Abdal Mûsâ

Abdal Mûsâ (Güzel 1999), XIIL yüzyılın sonu ile XIV. yüzyılın başlarında yaşamıştır. Horasan’dan geldiği, Antalya’nın Elmalı Kazası Tekke Köyü’nde dergâhını kurduğu ve burada Anadolu’yu aydınlatacak “Alp-Erenler”ler yetiştirdiği bilinmektedir.

Abdal Mûsâ’nın vefatından sonra, onun hayatı etrafında teşekkül eden menkıbeler günümüze kadar fazla bir incelemeye tâbi tutulmadan gelmiştir. Elimizde bulunan “Abdal Mûsâ Velayetnâmesi” ise XVII. yy.da yazılmıştır. Bundan başka elimize geçen Sadeddin Nüzhet Ergun, Süleyman Fikri Erten, Naci Kum v.b. hepsi aynı velayetnâme’yi tekrar etmişlerdir. Hatta bu asıl nüshada okunmayan kısımlar hâlâ okunamamış olarak zamanımıza kadar gelmiştir.

Abdal Mûsâ Velayetnâmesi’ni tamamlayan bir diğer eser de Kaygusuz Abdal Menakıbnâmesidir. Bilindiği gibi Kaygusuz Abdal, hem Abdal Mûsâ’nın müridi, hem de Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının Anadolu yakasında yetişen büyük simalarından biridir.

Abdal Mûsâ; Batı Anadolu’da hakikî bir şöhret kazanan menkıbeleri ile Osmanlı Devleti’nin ilk kuruluş dönemlerinde, hususîyle Yeniçeriliğin kuruluşuna ait rivayetlerle de karışarak Türk-İslam ananesinde önemli bir yeri olan alp-erenlerdendir. Bursalı Beliğ’in, Bursa’nın fethinden önce Buhara’dan gelen “Kırk Abdal”dan biri olarak tanıttığı Abdal Mûsâ, daha sonra XV. asır tarihçilerinden Âşıkpaşazâde’de de Hacı Bektaş mensuplarından olarak göstermektedir. Osmanlı kaynaklarına göre Orhan Gâzî ile beraber Bursa fethinde bulunan Abdal Mûsâ için XV. yüzyıldan itibaren Bursa ve Teke muhitinde bir “Abdal Mûsâ ananesi” nin geliştiğini görüyoruz. Abdal Mûsâ’nın Orhan Gâzî zamanında Bursa fethinde bulunduğu; Geyikli Baba ile münasebeti olduğu, daha sonraki asırlarda kaleme alının Şakâyık, Güldeste, Vefâyat, Seyahatnâme ve Tâcu’t-Tevârih gibi eserlerde yer almaktadır.

Şakâyık ve Evliya Çelebi, Bursa’daki “Abdal Mûsâ”dan bahsederken onu ‘Ahmed Yesevî Halifeleri’nden göstermektedir. Yukarıda adı geçen eserler, Abdal Mûsâ’ya atfen Bursa’da bazı tekke, zaviye ve türbeleri de örnek olarak göstermektedirler. Daha sonraki bazı araştırmacılar da bu kaynaklara dayanarak ‘iki Abdal Mûsâ var’ zannetmişlerdir. Hâlbuki buna benzer merkatlar, Türk-İslam velîlerinin halk tarafından icâd edilen birer makamlarıdırlar. Aslında Abdal Mûsâ’nın Bursa’daki makamıyla ilgili tarihî bir vesika şimdilik mevcut değildir. Fakat onun Bursa’da bulunduğu, gazalara iştirak ettiği hususu gerçeğe yakındır.

Abdal Mûsâ’nın babası, Hasan Gâzî; annesi, Ana Sultân; kız kardeşi, Hüsniye Bacı’dır. Onun doğum yeri de bir rivayete göre Azerbaycan’ın Hoy şehridir ki, bu durum Tâcü’t-Tevârih’te; “Abdal Mûsâ bilâd-ı Acem’den Hoy’da tevellüd eylemişlerdir.” şeklinde belirtilmiştir. Doğum tarihinin tahmini tespiti için aşağıdaki tarihi ve menkıbevî bilgileri verebiliriz. Abdal Mûsâ, Geyikli Baba’nın hemşerisi ve yaş-daşıdır. Rivayetlere göre her ikisi de Bursa’nın fethine iştirak etmişler ve bazı kerametleri beraberce göstermişlerdir. Bu beraberlik ve tarihî olaylar sebebiyledir ki, Abdal Mûsâ’nın 1325’lerde Orhan Gâzî ile beraber bir “gazâ”da bulunduğu sırada onun yaşının 35-40 civarında olduğu rivayet edilmektedir.

Velayetnâme’ye göre ise Abdal Mûsâ; Hacı Bektaş Velî’nin vefatından (1272) sonraki zaman dilimi içinde yaşadığı, İzmir Fâtihi Gâzî Umur Beg (öl.1348) ile de görüştüğü bilinmektedir. Abdal Mûsâ’nın vefat tarihi hakkında kesin bir bilgimiz yoktur. Ancak bazı tarihî bilgilere baktığımız zaman onun uzunca bir zaman yaşadığını ve ölüm tarihinin de 1380-1410 yılları arasında olabileceğini düşünüyoruz. Abdal Mûsâ’nın Elmalı/Tekke Köyü’nde vefat ettiği ve mezarının da burada olduğu bilinmektedir.

Kaygusuz Abdal

Kaygusuz Abdal; XIV. yüzyılın sonu ile XV. yüzyılın birinci yarısında yaşayan, Teke ili Alâiye sancağı beyinin oğludur. O; tamamıyla bir “tasavvuf şairi, toplumun Hocası ve Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının Yûnus Emre’den sonra en önemli temsilcileri”nden biridir. Çünkü Kaygusuz, tasavvufî vecd ve heyecan bakımından en az Yûnus Emre kadar başarılı şiirler vermiş ve Yûnus’un sanatından geri kalmadığı gibi, eser ve şiirlerinin miktarı itibarıyla onun üstündedir. Zira onun on yedi bin beyti geçen şiirleri ve on dört müstakil (manzum-mensur ve manzum+mensur karışık) eserleri ondan bize kalan büyük bir mirastır (Güzel 1981, 1999b).

Bilindiği gibi, Kaygusuz Abdal etrafında teşekkül etmiş bulunan menâkıbnâme nüshalarında onun menkıbevî hayatı Hac’dan dönüp Abdal Mûsâ’ya kavuşmasına kadar kayıtlıdır. Ayrıca Abdal Mûsâ Tekkesi’nin bugünkü dervişleri de onun men-kıbevî hayatını sözlü olarak anlatmaktadırlar.

Menâkıbnâme’ye göre Kaygusuz; çok iyi tahsil görmüş, zamanının maddî ve manevî ilimlerini öğrenmiş, Alâiye Sancağı Beyinin oğlu ve asıl adı Gaybî’dir. Bir av sırasında, kendisine geyik suretinde görünen Abdal Mûsâ’nın peşine takılmış ve sonunda Abdal Mûsâ Dergâhına ulaşarak ona mürit olmuştur.

Menâkıbnâme’de Kaygusuz’un ailesi, doğumu ve çocukluğu hakkında kesin bir bilgi yoktur.

Kaygusuz Abdal’ın Abdal Mûsâ’ya intisap ettiği hususu kesindir. Kısaca hülâsa ettiğimiz “Menkâbevî Hayat” bölümünde Kaygusuz etrafında gelişen bütün men-kâbelerin Abdal Mûsâ ile bağlantılı olduğu açıkça görülmektedir. Tarafımızdan ilk defa hülâsa edilen “Kaygusuz Menâkıbnâmesi”nde görüldüğü gibi bugüne kadar tanıtılmış bulunan diğer Kaygusuz menâkıbnâmelerinde de Kaygusuz daima Abdal Mûsâ’nın müridi olarak gösterilmiştir. Ayrıca Abdal Mûsâ Velayetnâmesi’nde de

Abdal Mûsâ’nın müridleri arasında Kaygusuz yer almaktadır. Esasen bugüne kadar yapılan bütün araştırmalarda bu husus kabul edilmektedir. Şu halde Abdal Mûsâ’nın yaşadığı devrin, Kaygusuz’un yaşadığı devre de ışık tutacağı tabiidir.

Kaygusuz’un bazı şiirlerinde geçen tarihî şahsiyetler de onun yaşadığı devir hakkında fikir vermektedir. Onun şiirlerinde geçen Murâd Han, İshak Beg ve İbni Fenârî isimleri, bizce bazı araştırıcıları yanıltmıştır. Muhtar Yahya Dağlı ve Vasfi Mâhir Kocatürk bu şahısları XV. yüzyıl ricali olarak kabul etmektedirler. Ancak Muhtar Yahya Dağlı bu noktadan hareketle Kaygusuz’u da XV. yüzyıl ricalinden sayarken, Vasfi Mâhir Kocatürk, XV. asırda yaşamış ikinci bir Kaygusuz olduğunu ileri sürmektedir. Hâlbuki bu, ikinci bir Kaygusuz değil, aksine bizim Kaygusuz Abdal’ın ta kendisidir.

Kaygusuz Abdal’ın adı üzerinde bugüne kadar yapılan araştırmalarda Onun asıl adının “Gaybî” olduğu üzerinde birleşilmiştir. Çünkü Menâkıb-nâme’de “Gaybî” adı açıkça zikredilmektedir. Ancak Kaygusuz’un asıl adının sadece Gaybî olduğu düşünülemez. “Gaybî”, daha çok ikinci bir ad veya mahlâs intibaını uyandırmaktadır. Böylece Türk halkı arasında “Gaybî” kelimesinin isim olarak kullanıldığı pek görülmez. O halde Kaygusuz’un asıl adının bir başka isim olması icap eder. Bu husus üzerinde şimdiye kadar sadece Muhtar Yahya Dağlı durmuş, “Gaybî”nin Kaygusuz’un göbek adı olması gerektiğini, asıl adının “Ahmet Gaybî, Mehmed Gaybî ve emsali gibi” bir şekli olması icap ettiğini belirtmiştir. Kaygusuz Abdal’ın asıl adı bizce “Alâeddin Gaybî”dir.

Kaygusuz, şiirlerinin büyük bir çoğunluğunda, “Kaygusuz Abdal”, Kul Kaygusuz, Miskin Kaygusuz, Sarayî, Miskin Sarayî” mahlâslarını kullanmaktadır. Bizim tespit ettiğimize göre Kaygusuz Abdal, yedi şiirinde Sarayî mahlâsını kullanmıştır.

Kaygusuz, birkaç şiirinde kendisinden “Miskin Kaygusuz” ve “Miskin Sarayî” olarak da bahsetmektedir. Yûnus Emre’de de görülen bu “Miskin” sıfatı yine tasavvufî bir mana taşır.

Kaygusuz Abdal’ın ölüm tarihi hakkında herhangi bir tarihî belge mevcut değildir. Sadece, Mısır’daki son Bektaşî şeyhlerinden Ahmed Sırrı Baba, hiçbir kaynak belirtmeden Kaygusuz Abdal’ın M. 1444’te vefat ettiğini yazar. Ahmed Sırrı Ba-ba’nın verdiği bu ölüm tarihini Rıza Nur, Anna Maria Schimmel, Walter Björkmann ve Rudolf Tschudi de aynen kabullenmektedirler. Bazı araştırıcılar da kesin bir ölüm tarihi vermemekle beraber Kaygusuz’un XIV. asrın sonlarında veya XV. asrın ilk yarısında yaşadığını kaydederek onun XV. yüzyılın birinci yarısında ölmüş olabileceğini kabul ederler.

Bize göre de Kaygusuz’un XV. asrın ilk yarısında öldüğü muhakkaktır. Ahmet Sırrı Baba’nın verdiği 1444 tarihini ihtiyatla kabul etmek mümkündür.

Ayrıca bakınız-> Kaygusuz Abdal’ın Eserleri

Bülbül isen gülşene gel Tâvus isen bostâne gel
Baykuş isen vîrâna var mürg-âb isen emmâne gel

Terk eyle bu hasetliği bilmezliğe ver biligi
Varlığını yokluğa say bî-nişân ol nişane gel

Terk eyle nefsi fânidür hayâl ü cân rindânıdur
Merdânlarun meydânıdur bu meydân-ı merdâne gel

Tâlibgönül ummanına iriş bu ma’nîkânına
Kaygusuz Abdal er isen ‘ışk ile bu meydâne gel (Güzel 1989a: 377).

Said Emre

Said Emre’nin XIII. yy. sonlarıyla XIV. yy. başlarında yaşadığı öne sürülmektedir. Bir rivayete göre Hacı Bektaş Velî müritlerinden olan Said Emre, onun Makâlât’ını Arapçadan Türkçeye tercüme eden Sadeddin adlı kişidir.

Hacı Bektaş Velî menâkıbına göre, Molla Sadeddin, Aksaraylı bir âlimdir. Her yıl, erenlerden Kayserili bir dostunu ziyarete gider. Bir seferinde yolda Molla Hünkâr ile karşılaşır. Kerâmetlerini görünce ona bağlanır ve ömrü boyunca ondan feyz alır. Bu himmetle bir divan oluşturacak kadar ilâhî-nefes söyler ve Makalat’ı Arapçadan Türkçeye mensur olarak tercüme eder. Said Emre’nin eski yazma mecmualarda bazı şiirlerine rastlanmaktadır. Edebiyat Tarihi’nde Said Emre, Yûnus’un talebesi ve muakkibi olarak da bilinmektedir.

Kaynak: Prof.Dr. Abdurrahman GÜZEL, Türk Halk Şiiri

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu