İkinci Meşrutiyetten Sonra Edebiyattaki Değişmeler

İkini Meşrutiyet’ten Sonra Edebiyattaki Değişmeler: Temalardaki Değişmeler-Bir Ütopya Olarak Anadolu ve Tarih

İkinci Meşrutiyetten Sonra Edebiyattaki Değişmeler

Meşrutiyet dönemi şiirinin ilk dikkati çeken yönü, düşünce ağırlıklı bir içerik taşımasıdır. Yukarıda sözünü ettiğimiz savaşlar ve düşünce akımlarının etkisi şairin topluma yönelmesine sebep olmuştur. Fecr-i Âtî şiiri, Meşrutiyet’in ilk günlerinde gazete-dergi sayfalarını dolduran siyasal nitelikli ancak edebî değeri düşük çok sayıda şiirin yayınlanmasına bir tepkidir aynı zamanda. Buna karşılık millî edebiyat anlayışının yükselmesi döneme asıl karakterini veren faktör olacaktır. Bu yüzden bir yandan bireysel duyuşun bir damar halinde varlığını sürdürdüğü, öte yandan sosyal meselelerin ön plana çıktığı iki çizginin, (ikincisinin daha ağırlıklı olmak kaydıyla) bu dönem şiirlerinin ana istikametini gösterdiğini söylemek mümkündür. Bu iki birbirine zıt anlayışın dönem şiirinde kesin hatlarla birbirinden ayrıldığını iddia etmek de yanıltıcı olur. Bireysel anlayışın Cumhuriyet’ten sonra da en önemli temsilcisi Ahmet Hâşim’i ayrı tutarsak genel olarak bireysel duygu ile toplumsal söylemin iç içe geçme özelliği dikkati çeker. Yani toplumsal içerik duygusal bir söylemle sunulur.

İçerik değişmesinde yukarıda ele aldığımız düşünce akımlarının etkili olduğu görülüyor. Mehmed Emin’in “Cenge Giderken” şiirinden beri edebiyatımızda yansıması görülen Türkçülük anlayışı, Ziya Gökalp’in “Turan” (1911) manzumesiyle Türkiye dışındaki Türkleri de kapsayan bir hedefe yönelir. Aynı zamanda Osmanlı’nın çözülmesiyle doğru orantılı olarak tarihin masallaştırılması, mitolojik motiflerin şiire girişi, Anadolu’nun masalsı bir mekân algısıyla işlenmeye başlanması yaygın olarak görülmeye başlanır. Süleyman Nesib’in “Altın Ordu”, Ömer Seyfeddin’in “Yeni Gün”, “Altın Destan”, Emin Bülend’in “Bir Destandan”, Orhan Seyfi’nin “Peri Kızı ile Çoban” başlıklı şiirleri bu eğilimin yalnızca birkaç örneğidir. Bu gelişme başka ulusların uluslaşma sürecinde de görülen, romantik duyarlılığın ulus inşâsı için tarihi mitleştirmeye ve mitoloji öğelerini malzeme olarak kullanmaya yönelmesinin bizdeki karşılığıdır. Bu aynı zamanda, aktüel koşulların içerisinde kuşatılmışlık hisseden toplumun moralini yükseltme işlevi görmesi açısından da dönemin ruhuna uygun düşüyordu.

Öte yandan bu dönemde kimi kavramların nitelik değiştirmeye başladığı görülür. Tanzimat döneminin başından itibaren edebiyat ve yazı hayatında giderek artan bir sıklıkla görülmeye başlanan ve daha çok memleket sorunları konusunda söz söyleme hakkına, seçme (ve seçilme) yeteneğine sahip nitelikli kitle anlamlarında kullanılan “halk” kavramı, bu dönemde içerik değiştirmeye başlamıştır. Milli edebiyat, halkı yalnızca parlamenter yönetimin dayanağı olarak görmekle kalmıyor, aynı zamanda aydınların ve devletin her türlü faaliyetinin kaynağı olarak yönelinmesi gereken bir potansiyel değer biçiminde algılıyordu. Yani güncel politik ihtiyaçları karşılayan bir kavram olmaktan ulusu oluşturan değerlerin kaynağı biçimine dönüşmekte, böylece millet kavramının oluşmasına zemin hazırlamaktaydı. Cumhuriyet’ten sonra kavram hem yönetimin dayanağı olmak bakımından hem de “sınıfsız kaynaşmış” bir kitle anlamını da içeren millet kavramı ile yakın bir anlam alanı içerisinde sıklıkla kullanılacaktır.

Cumhuriyet’e kadar hemen hemen sürekli savaşlarla yaşayan bir toplumun edebiyatı ve şiiri de bu olgunun derin izlerini doğal olarak taşır.

Bu dönemde;

  • Abdülhak Hâmid’in İlhâm-ı Vatan,
  • Fâik Âli’nin Elhân-ı Vatan,
  • Nigâr Hanım’ın Elhân-ı Vatan,
  • Ali Ekrem’in Ordunun Defteri,
  • Mehmed Ali Tevfik’in Turanlı ‘nın Defteri,
  • Mehmed Emin’in Ordunun Destanı, Zafer Yolunda,
  • Halid Fahri’nin Cenk Duyguları

gibi kitap olarak yayımlananların dışında da büyük bir toplam oluşturan savaş şiirleri yazılmıştır.

  • Abdülhak Hâmid’in “Girit İçin”, “İlhâm-ı Nusret”,
  • Cenab Şahabeddin’in “Hilâl-i Giryân”,
  • Emin Bülend’in “Kin”,
  • Mehmed Âkif’in Asımdaki “Çanakkale Şehitleri’ne” yazdığı kısım, “Bülbül”,
  • Midhat Cemal’in “Kuvvete”,
  • Orhan Seyfi’nin “Ordu Kafkasya’ya Girince”,
  • Yusuf Ziya’nın Kafkas’ta Kalanlara”,
  • Yahya Kemal’in “1918”

adlı şiirleri bunlar arasında ilk hatırlananlardır.

“Mehmed Âkif’in şiirleriyle İslâmcılık, Tevfik Fikret ve Abdullah Cevdet’in şiirleriyle Batıcılık düşünceleri de bu dönem edebiyatında yansımasını bulmuştur. Bunların dışında İslâmcılık düşüncesinin politik yönüyle ilgisi olmayan metafizik konular ve dinî temalar ile sınırlı sayıda din karşıtı düşünceler içeren şiirlerin; Batı’nın medeni ve teknik düzeyini öven manzumeler ile Batı’yı özellikle emperyalist oluşu dolayısıyla eleştiren şiirlerin bulunduğunu da belirtmek gerekir.”

Meşrutiyet’ten sonraki Türk şiirinde pek çok sosyal konunun işlendiği de görülmektedir. Tanzimat’la birlikte giderek gelişen kadının toplumsal bir figür olarak ele alınması bu dönemde daha da hızlanmıştır. Aynı şekilde çocuk şiirlerinde de büyük bir artış olduğu gözlenmektedir. Fakirlik teması ve merhamet duygusu bu dönem şiirlerinde sık karşılaşılan içerik öğeleri arasındadır. Son olarak bu dönemde tabiata ilişkin temaların hem öznel hem de gerçekçi tasvirlerle yoğun bir biçimde işlendiğini; özellikle Anadolu’ya önce romantik ve mitleştiren bir bakışla, giderek gerçekçi ve duygusal bir yaklaşımla yönelmenin başladığını da belirtmek gerekir.

Kaynak: Doç.Dr. Yılmaz DAŞÇIOGLU, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirini Hazırlayan Şartlar

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu