Egemen Berköz

Egemen Berköz Kimdir?

Egemen Berköz Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Egemen Berköz (d. 13 Nisan 1941 – Karadeniz Ereğli, Zonguldak) Şair, yazar, çevirmen.

Egemen Berköz

Egemen Berköz, 1941’de Karadeniz Ereğlisi’nde doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi.

Çevirmenlik ve metin yazarlığı yaptı.

Şiirleri Ataç, Devinim, Dost, Soyut, Yeditepe, Yelken gibi dergilerde yayınlandı. 1960’lı yıllarda şiir yazan kuşağın İkinci Yeni‘ye en yakın şairlerinden.

Egemen Berköz’ün Eserleri

Şiir:

  • Çin Askeri Ah Devran (1966)
  • Yalnızlıklar ve Yalnızlıklar (1977)
  • Bu Kitapta Sen Nerdesin? (1981)
  • Yalnız ve Birlikte (1985, seçme şiirler)
  • Salvatore Qusşünoda (1995, seçme şiirler)
  • Yalnızlık Tanımları (2021)

Çevirileri:

  • Senin Köylerin, Cesare Pavese, 1982, Tan Yayınları
  • Salvatore Quasimodo: Bütün Şiirlerinden Seçmeler, 1995, Kavram Yayınları
  • Tepelerdeki Şeytan, Cesare Pavese, 1996, Can Yayınları
  • Sıradan Bir Gün Ve Diğer Oniki Komedi, Dario Fo, France Rame, 2002, Açılım Yayınları
  • Xenia, Eugenio Montale, 2000, İmge Kitabevi
  • Mozart ve Çağı, Francesco Salvi, 2015, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
  • Pinokyo, Carlo Collodi, 2017, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Ödülleri:

  • 2016 Necatigil Şiir Ödülü
  • 2017 PEN Türkiye Şiir Ödülü
  • 2023 TTB Behçet Aysan Şiir Ödülü

Egemen Berköz’ün Şiirlerinden Örnekler

Basit Bir Yalnızlık da Yeterdi

Basit bir kareli defter de yeterdi
Samatya istasyonunu anlatmak için
akşamı beklerken
beklerken parçalanmış umutları
biraz önce yağmur yağmış o istasyon
hüzün dağıtırken
uzaktan bakanlara bile
kıyı yolundan geçenlere
ve yolculara ki hüznün kendisidir
biraz şairdir akşama doğru
anlayışla bakar istasyon şefi
hafif gülümseyerek
ve aldırmaz bile
ve birden gün geçer
aldırmaz
trenlerle yolcularla yüklerle
biletlerle pasolarla geçer gün
ve Egemen Berköz evine döner
Kupkuru yüreği hüzünden
hat boyu kırık dökük ev içlerinden akşama doğru
bir gün bir kadın çamaşır asarken memelerini görmüştür
bir gün don fanle bir adamı sabah sabah pilav yerken
bir gün her gün çocuklar görmüştür kirli ve arsız
bir gün her gün insanlar biletler istasyon memurları
ve bir gün Egemen Berköz evine döner
Sabah midesi bozuk
öğlen fasulya kılçıklı
bir parti satranç oynamış
iki metin yazmış
Pavese’den birkaç sayfa okumuş
birkaç çıplak kadın resmi bakmış
pencerede birkaç dal ağaç
ve birkaç on dört on beşinci kat uzaklarda
rüzgârda perde uçuşmuş durmuş
sonra aklında kaktüsleri
sonra Ben Shahn’nın ve Amerika’nın insanları
sonra Töbder’in ve Türkiye’nin insanları
sonra çantasında bir ufak yeni
sonra elinde bir küçük kavun
sonra içinde kıpırdanan bir şeyler
Egemen Berköz evine döner
Tirenden inip istasyondan çıkıp
istavritlere kolyozlara bir göz atıp
tırmanır Mütesellim yokuşunu
tırmanır Ünal apartmanının merdivenlerini
düşünür ta beşinci kat on altı numaranın kapısına kadar
düşünür basit bir kareli defter de yeterdi

basit bir kareli defter de.

İç Zehiri Gir Koynuma Gökyüzü Tanrıçası

-I-

Odaya sığdık.
Uğultu başladı.
Gece yarısı tireni
Muş tütünü
biber acısı
uğultu başladı.
Yağmur yağdı hüzn’ağdı
ay göğsümün içinde
deli çığlıklar attı
uğultu başladı.
Masada kahve fincanı telve
masada kül tablası izmarit
masada çiçeklik boş
masada ben yalnız
yorgun
bir boşluk. Uğultu başladı
bir dünyadır
düş uzun
uzun gece: kalbim
coşkun
ve kaçak
ve yağmura dönmüştür
ölümün yüzü
kaçak ve suskun
uğultu başladı…

-II-

Rüzgar esmese
sen konuşsan, dümdüz olsa yollar
yürüyüp gidebilsek
gecede
gecede
bir bağlama başlasa
bir türkü
uzakta
kent
başlayacak birliktelik
uğultuyla
başlayacak
konuşacak yalnızlar
cesaret mi oynuyor
yalnızlar, kent
çökmüş bulanık
üstlerine, üstlerine
kapıları pencereleri yolları tıkayan
çocuk sesleri
üstlerinden çekilmiş ay
ay göğsümün içinde
emekli memur gibi gülümsüyor
korkuyu yanlış anlaşılmak gibi gülümsüyor
daha yakından bakınca
kaçmak ve
ölüm.

Ölüm
gerilimi yumuşatır
derdi ninem,
ölüm evlerden ırak.
Nineciğim.
Muş tütünü
biber acısı
uğultulu.
Nineciğim.
Gök çöktü
bulanık, üstümüze
üstümüze umarsızlık
sessizlik büyüdü
ses oldu
coşkular coşkular ne oldu
yılgınız
gergin ah
burdan gitsek
uğultuyla
sabahla
burdan…

-III-

Yanmaya başladı birden
sobada
sönmüş sandığım odun.
Perdeyi çektim
gece yok artık.
Yalnız
önümde uzak bir insan haritası
düşlere daldım bir zaman
düşlerim
uğultularım
odamın tozlu camları
raflarım dergilerim kitaplarım yazılarım
akmaya başladı birden
toz toz
son bir parlamasıdır güneşin toz
son
bakmadan göz
toz
bomboş oturmalarım
toz
kımıltısız
toz
uğultularım
toz
bir tek dokunuş
toz
küçük çiçeklere gebe
yeni bir hayata…

-IV-

İçinden hayat fışkıran bir ana başlamak için ne bekliyorsun?

İç zehiri gir dünyama
yalnızlık tanrıçası.

İşte akıyor ırmak!
İşte yükseliyor yapı!
İşte kaynıyor coşku!
Yaşamak için ne bekliyorsun?

Basit Bir Yalnızlık da Yeterdi

Basit bir kareli defter de yeterdi
Samatya istasyonunu anlatmak için
akşamı beklerken
beklerken parçalanmış umutları
biraz önce yağmur yağmış o istasyon
hüzün dağıtırken
uzaktan bakanlara bile
kıyı yolundan geçenlere
ve yolculara ki hüznün kendisidir
biraz şairdir akşama doğru
anlayışla bakar istasyon şefi
hafif gülümseyerek
ve aldırmaz bile
ve birden gün geçer
aldırmaz
tirenlerle yolcularla yüklerle
biletlerle pasolarla geçer gün
ve Egemen Berköz evine döner
Kupkuru yüreği hüzünden
hat boyu kırık dökük ev içlerinden akşama doğru
bir gün bir kadın çamaşır asarken memelerini görmüştür
bir gün don fanle bir adamı sabah sabah pilav yerken
bir gün her gün çocuklar görmüştür kirli ve arsız
bir gün her gün insanlar biletler istasyon memurları
ve bir gün Egemen Berköz evine döner
Sabah midesi bozuk
öğlen fasulya kılçıklı
bir parti satranç oynamış
iki metin yazmış
Pavese’den birkaç sayfa okumuş
birkaç çıplak kadın resmi bakmış
pencerede birkaç dal ağaç
ve birkaç ondört onbeşinci kat uzaklarda
rüzgarda perde uçuşmuş durmuş
sonra aklında kaktüsleri
sonra Ben Shahn’nın ve Amerika’nın insanları
sonra Töbder’in ve Türkiye’nin insanları
sonra çantasında bir ufuk yeni
sonra elinde bir küçük kavun
sonra içinde kıpırdanan bir şeyler
Egemen Berköz evine döner
Tirenden inip istasyondan çıkıp
istavritlere kolyozlara bir göz atıp
tırmanır Mütesellim yokuşunu
tırmanır Ünal apartmanının merdivenlerini
düşünür ta beşinci kat onaltı numaranın kapısına kadar
düşünür basit bir kareli defter de yeterdi

basit bir kareli defter de.

Sensin

Ne kadar gençsin.
Dünya güzelisin.
Topraksın. Çiğli, yumuşak, ot kokusu.
Ağaçlar arasından bir yokuşsun, soluk kesen.
Denize inersin, coşkusun.
Bir telefonsun, kısık.
Bir habersin, taze.
Bembeyaz bir kağıtsın, bekleyen.
Dünyasın.
Kavgam.
dinginliğim.

Beyaza Kaçan

Yalnızlığı kurşunluyor geçmiş gün
kendime bakıyorum. Duvara
tebeşirle çiziyorum testiyi
mavi testi, gözleri
trahomlu esmer bir çocuk
gibi geliyor
gece. Lambam yanıyor.
Testi ve su. Usu
taş evlerin, ne anlatıyor
çobanların ezgileri
yatağımda bir kadın
sessizliği. Şu ovanın
toprakları bomboş, şu bodur ağaç
beyaz çiçeklerle
kalakalmış. Yalnızlığı
kurşunluyor geçmiş gün
kendime bakıyorum
tüylü kalpaklar dağlar ve uzun
bıyıklarıyla, hüznüme
katılıyor atlılar günden
koparak. Beyaz çiçeklerle ağaç
kalakalmış. Testilerle
su dökünülen sabaha karşı
bacası tüten bir ev demektir
alışmak, siyah saçlı
bir kadınla sevişmiş
gibi yaparak. Yere
kilimler seriliyor, çay
buruk insanları uzak Doğunun
ve afyon götüren
tüylü kalpaklar dağlar ve tüfek
sesleriyle
günden koparak, insanlar
karanlık. Duvara
tebeşirle yazıyorum. Testi.
Su. Yalnızlık. Belki
kalakalmış bomboş ovada
beyaz çiçeklerle ağaç, ağaç
çocukluk. Kendime
bakıyorum, ne anlatıyor
Rut tepesi, yalnızlığı
anlatıyor Rut tepesi. Rut tepesi
afyon. Duvara
tebeşirle yazıyorum. Afyon.
Kendime bakıyorum. Afyon.

Bir Kedim Bile Yok

Neden elimdeki gazeteyi attım birden
Neden kapattım radyoyu
Neden bırakıp kalktım sofradan
Neden yarıda söndü sigaram
Neden kalkınca bulamayacağım
masadan terliğimin tekini
Bulup getirsin bir kedim bile yok
Üstelik bir kedim bile yalnızlığım bile tamam değil
Ne kitaplarım var tozlarını alacak
Ne kedim üzüm yedirecek
Ne kadınım sevecek
Bu iş burada biter diye düşünürüm hep
Hiç de bitmez: Başım ağrıyor
Geçer elbet: Denizi düşün on dakka önceki sevinci
Fener alayıyla birlikte geçen karşıki
evin penceresinden bakan çocukların
avucunda sesleşen, geçer…

Çin Askeri Ah Devran

İçim. Yeşil sarı ovada
ilkyaz selleri, gecenin
hüznü olur ve sığmaz, sığmaz
odama. İçim. Binlerce
hasır şapka, güneş
yakar ve divan sazı kırmızı şarap.
Türkümü söyler. İçim.
Benim türkümü söyler.

Karanlığı deler kırmızı. Yanar
toprak yanar toprak
sigaramın ucunda
karanlığı deler kırmızı.
Hoşçakal
derim günışığına. Gecem
benim gecem başlar, yağmuru
ve Vivaldi’yi gecem
alır gelir. Susarım. Şiir yazarım.
Karanlığı deler kırmızı
sigaramın ucunda, yanar ellerin
yanar toprak ve alnım.

İçim. Dereboyunda çocuklar
çılgın çocuklar dereboyunda
ben uzağın türküsünü söylerim
döner devran ve binlerce
olur ah çocuk olur içim.
İçim. Ezgilenir.
Hoşçakal
derim yağmura ve sana
karanlığı deler kırmızı
sigaramın ucunda, yanar ellerin
yanar toprak ve alnım.
İçim. Çin askeri uzağı
ben uzağı bilirim. Bilirim.

Ya Ben mi, Ben

Kirlibeyaz yüzünde rüzgarın
Öfkemi dinlendiriyorum.
Giysilerim. Takvimin sonu.
Demirci topal ve sarışın
anlıyorum. Anlıyorum.
temellerine su sızan evleri
uzak kenti getiren günüme
günüme yaşlı bir ağacı
ağacı.
Dağda kar çoğaldıkça
kuzeyi kapatan dağda
daha esmer buranın çocukları
İstanbul daha uzak
ve bir ırmak tavrıyla kesiyor yolumu dere
ve her sözün başında
kökleri kemirilmiş, buğday
tarlada çürümüş, tütün
ya ben mi, ben
ne güzel ah özlemin
çoğaldıkça kar dağda.

Dağda kar çoğaldıkça
uzak bir gök iner gününe
ve gözlerinin içine vurur
kırpışan ateşi yalnızlığımın
ya ben mi, ben
temellerine su sızan evler için
yalnız o evler için.

Kapana

Seni kırmızı gibi, şiirlerimle bir
susturmak istiyorum seni, bir yosun
gibi yoksul Baraba suyunda
çocukluğumun ezik türküsü ey
çocukluğumun ey bulunmayası gömü
seni nasıl nasıl yaşıyorum.
Yalnızım, dayanamıyorum, uzak
denizler geliyor usuma
seni kırmızı gibi, coşkumun ortasında
(seni?) kuruyorum, neler kuruyorum
belki bir yılgıyı, belki küçük bir gizi
unutuyorum, unutuyorum.
Aşka varmayalı kapılar
kapanır oldu yüzüme
bu insanlar, bilmem, bu uzak dağ sesleri
neden bozar oldu dengemi
sazının tellerine dokunur mu
gibi, bir ezgi mi, dallanıyorum
insanlara gidiyorum, gidiyor muyum
çocukluğumu belki, belki çocukluğumu
unutuyorum, unutuyorum.
seni kırmızı gibi, şiirlerimle bir
susuyorum, haykırıyorum.

Sorular Sorular

Ölümüm boz yüzü, çağırma beni.
Toprağın katı yüzü, bırak beni.
Ezgilerin çekici yüzü, denemeyin beni.
Dünya beni salıversin.
Salıversin beni kendime
Salıversin beni yirmilerime, onbeşlerime doğru.
Gelincik tarlalarıma, çiçek kurutmalarıma, çocukluk uykularıma doğru.

Bir tabanca bana bakıyor.
Bir kül tablası.
İki kalem.
Bir kitap.
Birkaç kelime.
Bir saat. Akşamı getiriyor ve bana bakıyor.
Pencereden karşı pencereler.
Antanler.Duman. Ölümün çizgili lekeli yüzü bana bakıyor.

Bir el işareti. Duralım bekleyelim.
Bir el işareti. Susalım bekleyelim.
Kim gelecek? Konuşacak kim?
Kim vuracak? Vurulacak kim?
Kapılar açılıyor. Bana değil.
Ziyaretçiler geliyor. Bana değil.
Günaydınlar. Merhabalar. Bana değil.
Bana vazoda birkaç papatya.
Bana birkaç sarı, birkaç beyaz.
İçimin karmaşası bana.
Dönelim ölümün pürüzsüz yüzüne.
Bulutsuz rüzgarsız kuşsuz.
Kansız alımlı yüzüne dönelim ölümün.
Papatyalarla süslesek onu.
Kurşunların yerine papatyalar
Gülümsemelerle süslesek onu.
Kinlerin yerine gülümsemeler.
Kendimle süslesem onu.
Karşı dünyadan baksam kendime.
Orda durup sigara içsem dalgın bakarak.
Kalkıp gitsem sonra sokaklara, deniz kıyılarına, ilk yaz coşkularına doğru.
Burada oturup birkaç kelime yazarak dalgın sigara içsem.
Kalkıp gitsem gelincik tarlalarıma, çiçek kurutmalarıma, çocukluk ilk yazlarıma doğru.

Peki, sen nerdesin?
Bu şiirde nerdesin sen?
Kurşunlarda mı? Gülümsemelerde mi?
Kinlerde mi? Papatyalarda mı?

Belki de bir kuşsun sen uçup gidiveren uzaklara konu veren unutuveren.

Yeniyetme

Çiçekler sana geliyor bak
çiçekler suskular ben
umarsız sokaklar sokaklar tirtir
uzak bir dağ yeşillenir gizli
umarsız ellerim ellerim gizli
sonra ben iki çifte adım
hiç ve gizli

kiremitler kıpkırmızı bak
pencereler karanlık karanlık ezgi
bir taş atsam başlamış ezgi
bir karanfi ağacı kurusa karanfiller soluk ufacık karanfiller

hiç ve gizli
sonra ben iki çifte adım

yeniyetme bir yol uzar önümde
teneke saksılarda susku.

Egemen Berköz

Benzer İçerikler:

İlginizi Çekebilir:
Kapalı
Başa dön tuşu