Ahmedi Dai Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Ahmedi Dai Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserler

Ahmedi Dai (d.? – ö.1421 ?) Divan şairi.

Ahmedi Dai

Şiirlerinde asıl adını mahlâsı olarak kullanan divan şairlerinden Ahmed-i Dâ’î aslen Germiyanlıdır. Onun, Sultân I. Murâd, Germiyan Beyi II. Yakûb, Yıldırım Bâyezîd’in oğlu Emîr Süleymân (1402-1410) ve II. Murâd (1421-1451) devirlerini gördüğü bilinmektedir. Babasının adı İbrâhim, dedesinin adı Mehmed’dir. Kaynaklarda Dâ’î’nin bir süre Germiyan’da kadılık yaptığı, hatta bu görev esnasında muhtemelen Germiyan Beyi Süleymân Şâh’ın kızı ile Yıldırım Bâyezîd’in 779/1377-1378 yılında gerçekleşen düğün törenlerine de şahitlik ettiği kayıtlıdır (Gelibolulu Âlî 1277: 130; İsen 1998: 118).

Süleymân Şâh’ın 1387 yılında ölümü üzerine yerine geçen II. Yakûb (1387-1390), kısa süren saltanat yıllarında şairi himayesi altına aldı. Ancak bu beraberlik çok uzun sürmedi. Yıldırım Bâyezîd’in II. Yakûb’u mağlup ederek Germiyan topraklarını Osmanlı ülkesine katmasıyla birlikte Dâ’î de büyük ihtimalle Kütahya’da tanıştığı Emîr Süleymân’ın yanına gitti. Emîr Süleymân bu yıllarda Edirne sarayında olduğuna göre Dâ’î’nin de onun yanında bulunduğu söylenebilir. Cömertliği ile tanınan Emîr Süleymân’ın Edirne sarayındaki meclislerinde Ahmed-i Dâ’î, Şeyhî, Ahmedî ve Hamzavî gibi genellikle Kütahya’dan Edirne’ye gelen şairlerden müteşekkil bir şiir mahfeli de oluştu. İşte bu kültür ve sanat ortamında Dâ’î, meşhur eseri Çeng-nâme’yi yazdı (808/1405-06) ve Emîr Süleymân’a takdim etti. Aynı şekilde Dîvân’ında da Emîr Süleymân adına kaleme aldığı şiirlerin bulunduğu görülmektedir.

Emîr Süleymân’ın 812/1409-10’de öldürülmesi üzerine Çelebi Mehmed’in himayesine girdiği, Dâ’î’nin Çelebi Mehmed’e sunduğu cülûsiyye kasidesinden anlaşılmaktadır.

Dâ’î, aynı yıllarda yazdığı Farsça şiirlerini bir Dîvân’da toplayarak Veziriazam Osmancıklı İmâm-zâde Hâcı Halîl Paşa’ya sundu. Bir ara sarayda Çelebi Mehmed’in oğlu Şehzâde Murâd’a hocalık da yapan Dâ’î, Ukûdü’l-Cevâhir adlı Arapça-Farsça sözlüğünü adı geçen şehzade için bu dönemde kaleme aldı.

824/1421 yılında Çelebi Mehmed’in vefatı üzerine Sultân II. Murâd’ın himayesine giren şair, Tezkiretü’l-Evliyâ adlı eserini aynı devrede yazdı. Bunlar, onun iyi bir öğrenim görerek yetiştiğini göstermekteyse de öğrenimini nerede yaptığı ve kimlerden ders aldığı konusunda eldeki bilgiler yetersizdir. Ahmed-i Dâ’î’nin, 824/1421’den sonra vefat ettiği sanılmaktadır. Bugün Bursa’da onun adıyla anılan bir cami, bir mahalle ve bir de hamam bulunmaktadır. Kesin olarak bilinmemekle birlikte cami yakınlarında Ahmed-i Dâ’î’ye atfedilen bir de mezar vardır.

Ahmedi Dai Eserleri

Ahmed-i Dâ’î; Kur’an, tefsir, hadis gibi dînî-şer’î ilimlerden başlayarak lügat, aruz, inşâ usulü, hey’et, riyâziye, rüya tabiri, tarih, tıp konularında çok sayıda eserin sahibidir. Onun farklı alanlarda, ancak çoğu tercüme olmak üzere kaleme aldığı altısı manzum, dokuzu mensur on beş eseri şunlardır:

  1. Türkçe Dîvân,
  2. Farsça Dîvân,
  3. Çeng-nâme,
  4. Vasiyyet-i Nûşirevân-ı Âdil be-Pusereş Hürmüz-i Tâcdâr,
  5. Ukûdü’l-Cevâhir,
  6. Câmasb-nâme,
  7. Tercüme-i Tefsîr-i Ebu’l-Leys Semerkandî,
  8. Tercüme-i Kitâbü’t-Ta’bîr-nâme,
  9. Vesîletü’l-Mülûk fî Ehli’s-Sülûk,
  10. Miftâhü’l-Cennet,
  11. Tercüme-i Tezkiretü’l-Evliyâ,
  12. Tercüme-i Eşkâl-i Nâsır-ı Tûsî (Tercüme-i Sî Fasl fi’t-Takvîm),
  13. Tercüme-i Tıbb-ı Nebevî,
  14. Teressül,
  15. Müfredât.

1. Türkçe Dîvân:

Dâ’î’nin Türkçe Dîvân’ının iki nüshasından biri “Burdur Vakıf Halkevi Kütüphanesi 735″te kayıtlı külliyât içerisindedir. Ertaylan (1952), içinde şairin Çeng-nâme ve Vasıyyet-i Nûşirevân adlı eserlerinin de yer aldığı bu külliyâtı tıpkıbasım olarak yayımlamıştır. Kortantamer (1977b: 139-147), önceleri Dâ’î’nin farklı bir eseri gibi algılanan Mutâyebât’ın da karşılaştırmalar sonucunda şairin Dîvân’ın Kahire’de Dârü’l-Kütübi’l-Kavmiyye Kütüphanesi 8658/23 numarada kayıtlı tam nüshasının parçası olduğunu belirlemiştir. Dâ’î’nin toplam 331 şiirinin yer aldığı Dîvân’ı üzerinde yapılan doktora tezi (Özmen 1984) yayımlanmıştır (Özmen 2001).

2. Farsça Dîvân:

Çelebi Mehmed’in tahta çıkışı vesilesiyle kaleme alınan ve Veziriazam Hâcı Halîl Paşa’ya sunulan eserin telif tarihi 816/1413-14’dır. Metnin, Dâ’î’nin elinden çıktığı sanılan tek nüshası, “Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi, Orhan Gazi Koleksiyonu 1196″da kayıtlıdır. Nüshanın Ali Nihat Tarlan tarafından yapılan kopyası “Süleymaniye Kütüphanesi Tarlan kitapları 187″de yer almaktadır. Şairin Farsça Dîvân’ı üzerinde İran’da hazırlanan doktora çalışması (Ocak 1973) basılmıştır (Ocak 2006).

3. Çeng-nâme:

Önceleri uzun süre eserin adının “Cengnâme”, konusunun da savaşla ilgili olduğu sanılmıştır. Hatta Gelibolulu Mustafa Âlî, sözkonusu eseri Şeyhoğlu’nun eseriyle karıştırmış ve adının Ferahnâme olduğunu kaydetmiştir. Kâtip Çelebi de eserin adını Cengnâme olarak nakleder. Sonraki kaynaklar da aynı yanlışı tekrarlamışlardır. Sehî ve Latîfî dışında eserin adını tam ve doğru olarak veren yoktur. Ayrıca bazı araştırıcılar da Ahmed-i Dâî’yi, hem Cengnâme, hem de Ferahnâme yazmış gibi gösterirler. Bursalı Mehmet Tâhir ise onun Cengnâme tarzında bir Ferahnâme yazdığını söyler. Gibb ve Hammer de aynı hataya düşmüşlerdir. Nihayet eserin bulunmasıyla bütün bu belirsizlikler ortadan kalkmıştır (Kut 1989: 56-58). Çeng-nâme’nin Burdur, Konya İzzet Koyunoğlu ve Sivas kütüphanelerinde kayıtlı üç yazma nüshası belirlenmiştir.Çeng-nâme, Türklerin millî çalgılarından birisi sayılan “çeng”in yapısının alegorik/temsîlî ve mistik bir bakış açısıyla ele alındığı bir eserdir. Metinde Çeng’in başından geçenler; nasıl yapıldığı, kimler tarafından çalındığı, müzikal özellikleri gibi hususlar üzerinde durularak anlatılmıştır. Bir ana öykü ve dört kısa hikâyeden oluşan Çeng-nâme, aruzun “mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün” kalıbıyla yazılmış 1446 beyitten ibaret, yirmi dört bölümden oluşan bir mesnevîdir. Bu metnin de içinde yer aldığı Burdur Kütüphanesindeki külliyât tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır (Ertaylan 1952). Bunun yanı sıra Çeng-nâme’nin, Konya Koyunoğlu Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan nüshasının baş tarafına Ahmed-i Dâ’î ve eser hakkında bilgiler verilerek yapılmış iki neşri mevcuttur (Alpay Tekin 1975; Alpay Tekin 1992).

4. Vasıyyet-i Nûşirevân-ı Âdil be-Pusereş Hürmüz-i Tâcdâr:

115 beyitlik didaktik bir mesnevîdir. Nasihat kitabı tercümesidir. Tıpkıbasım olarak yayımlanan (Ertaylan 1952: 299-308) metin üzerinde üç çalışma mevcuttur (Kaplan 1992; Yeniterzi 2006; Kavruk vd. 2010).

5. Ukûdü’l-Cevâhir:

Sultân II. Murâd’ın yaralanması için şehzadeliği yıllarında yazılmış 650 beyitlik manzum bir sözlüktür. Mukaddimesi mensur olan metin Reşîdüddîn Vatvat’ın Nukûdü’z-Zevâhir adlı eserinin kısa bir tercümesidir. Latîfî (Canım 2000: 166), manzumenin bir kısmının Dürer ü Gurer’den tercüme olduğunu belirtmektedir. Dört nüshası olan eserin tıpkı basımı yapılmıştır (Ertaylan 1952: 265-272).

6. Câmasb-nâme:

Nâsıreddîn-i Tûsî’nin aynı adlı eserinden Türkçeye çevrilen Hz. Danyâl’ın oğlu Câmasb’ın hayatının anlatıldığı küçük bir mesnevîdir. Tıpkıbasım olarak yayımlanan (Ertaylan 1952: 147-154) metin üzerinde yapılmış bir dil incelemesi vardır (Köktekin 1999).

7. Tercüme-i Tefsîr-i Ebu’l-Leys Semerkandî:

Anadolu sahasında Türkçeye tercüme edilen ilk Kur’an tefsiri olarak kabul edilmektedir. Aslı Ebu’l-Leys Semerkandî tarafından kaleme alınan bu eserin tercümesi, Emîr Süleymân adına Timurtaş Paşaoğlu Umûr Bey’in emir ve teşvikleriyle yapılmıştır. Eserin mukaddimesi tamamen Ahmed-i Dâ’î’ye ait olup manzumdur. Gerek yazıldığı dönemde ve gerekse sonraki asırlarda büyük ilgi gören bu eserde Dâ’î, sadece tercüme ile sınırlı kalmamış, kendisi de yer yer açıklamalar yapmıştır. Ancak Çetin (2007), “Ebu’l-Leys Semerkandî Tefsiri’nin Türkçe Tercümesi Üzerine” başlıklı makalesinde söz konusu eserin aslında Dâ’î’nin değil, Mûsâ İznikî’nin Enfesü’l-Cevâhir adlı tercümesi olduğu tartışmalarını gündeme getirmiştir. Taşıdığı dil özellikleri itibariyle tam bir Eski Anadolu Türkçesi örneği olan ve çok sayıda yazma nüshası bulunan tercümede yer alan bazı sureler üzerinde yüksek lisans tezleri yapılmıştır (Özdemir 2000; Alakese 2002; Budak 2002; Gonca 2002; Koç 2002; Yılmaz 2002; Çiçek 2003; Topaloğlu 2003; Aksu 2006; Dalkıran 2006; Ay 2007; Ertik 2007; Sarı 2007; Uğursal 2007; Aktaş 2008; Daşdelen 2008; Gedik 2008; Gökkaya 2008; Vursun 2008).

8. Tercüme-i Kitâbü’t-Ta’bîr-nâme:

Ebûbekir b. Abdullah el-Vâsıtî’ye ait Arapça mensur eserinin Farsçaya tercümesi Ahmed-i Dâ’î tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Rüya tabirleri konusundaki eser, Kitâbü’t-Ta’bîr veya Ta’bîr-nâme-i Türkî adlarıyla da bilinir. Germiyan Beyi II. Ya’kûb adına düzenlenmiştir. Bilinen iki yazma nüshası “Süleymaniye Kütüphanesi, Hekimoğlu Ali Paşa 588” ve “Atatürk Kitaplığı/Eski Belediye Kitaplığı, Muallim Cevdet Yazmaları 26″da kayıtlıdır. Eser üzerinde bir yüksek lisans çalışması yapılmıştır (Yılmaz 1998).

9. Vesîletü’l-Mülûk fî Ehli’s-Sülûk:

İçinde Esmâü’l-Hüsnâ şerhi de bulunmakla beraber esasen Âyetü’l-Kürsî tefsirinden ibarettir. Muhtemelen II. Ya’kûb adına kaleme alınmıştır. Bilinen tek nüshası Konya İzzet Koyunoğlu Müzesi Kütüphanesindedir.

10. Miftâhü’l-Cenne(t):

Lü’lü’ Paşa adına Arapçadan Türkçeye çevrilmiş “akâid”e dair bir eserdir. Sekiz bölümden oluşmaktadır. Birkaçı Süleymaniye Kütüphanesi’nde olmak çok sayıda nüshası mevcut bu metin üzerinde yüksek lisans (Kahramanoğlu 1989) ve doktora tezi yapılmıştır (Gülsevin 1989).

11. Tercüme-i Tezkiretü’l-Evliyâ:

Ahmed-i Dâ’î’nin, Karaca Bey’in isteği üzerine Sultân II. Murâd için Ferîdüddîn Attâr’ın aynı isimli eserinden tercüme ettiği kitabın bilinen tek nüshası “Süleymaniye Kütüphanesi, Serez, no. 1800″de kayıtlıdır.

12. Tercüme-i Eşkâl-i Nâsır-ı Tûsî (Tercüme-i Sî Fasl fi’t-Takvîm):

Nâsıreddîn-i Tûsî’nin Risâle-i Sî Fasl adlı mensur eserinin Türkçeye tercümesidir. Birçok nüshası olan kitapta ağırlıklı olarak astronomi ve astrolojiye dair konular ele alınmıştır.

13. Tercüme-i Tıbb-ı Nebevî:

Ebû Nu’aym el-Isfahânî’nin Tıbb-ı Nebevî adlı eserinin Ahmed b. Yûsuf et-Tifâşî tarafından yapılan özetinin Türkçeye tercümesidir. Dâ’î’nin babasının ve dedesinin isimlerini açıkça zikrettiği eser, Timurtaş Paşa oğlu Umûr Bey’in isteği üzerine yazılmıştır. Peygamberin hadislerine dayanan tercüme iki bölümdür. Dört nüshası bilinen metin üzerinde doktora çalışması yapılmıştır (Çağıran 1992).

14. Teressül:

İçinde en eski inşa örneklerinin, mektup türlerinin ve kompozisyon yazma kurallarının yer aldığı eserin eksik bir nüshası “Manisa İl Halk Kütüphanesi, Muradiye Koleksiyonu 1856/3″te kayıtlıdır. Eser üzerinde yapılmış iki çalışma vardır (Derdiyok 1994; Haksever 2011).

15. Müfredât:

Ahmed-i Dâ’î’nin Türkçe terimler açısından zengin bir söz varlığına sahip olan, iki dilli (Farsça-Türkçe) sözlük ve gramer kitabıdır. Esmâ (isimler), Ef’âl (fiiller), Tasarrufât (şekil bilgisi, morfoloji) ve Hurûf (edatlar) başlıklı dört bölümden oluşmuştur. Müellifin, pek bilinmeyen bu eserini ilim âlemine bir makale ile tanıtan Çetin (2003), daha sonra da kitap olarak yayımlamıştır (Çetin 2008).

Yukarıdakilerin dışında kaynaklarda Cinânü’l-Cenân (Coşan 1967) ve Sîrâcü’l-Kulûb adlı eserlerin de Ahmed-i Dâ’î’ye ait olduğu yazılagelmiştir. Ancak Kut (1989), Cinânü’l-Cenân’ın Muhammed b. Hâcı İvâz el-Müfessir’e ait olduğunu; Sîrâcü’l-Kulûb’ün de Dâ’î’nin adının geçmemesi, ancak diğer eserlerinde adını mutlaka zikretmesi gerekçesine dayanarak yazara ait olamayacağını söylemiştir. Kut (1989), yine Dâ’î’ye atfedilen Esrarnâme, Mansurnâme ve Yüz Hadîs Tercümesi gibi eserler henüz ele geçmediği için bu konuda kesin bir şey söylemenin doğru olmayacağını yazmıştır. Çetin (2006), Dâ’î’ye ait gösterilen Yüz Hadîs Tercümesi’nin, Erzurumlu Mustafâ Darîr’in Yüz Hadîs Yüz Hikâye isimli eserinin bir nüshası olduğunu ileri sürmüştür. Kaymaz, Dâ’î’nin yazdığını belirttiği Cevâhirü’l-Me’ânî üzerine bir doçentlik çalışması yapmıştır (1997). Ancak Çetin (2003), söz konusu eserin de Dâ’î’ye değil, Hızr bin Ya’kûb el-Hatîb’in (öl. 899/1406) olduğunu ileri sürmüştür. Ahmed-i Dâ’î’nin kaleme aldığı düşünülen risalelerden İlm-i Arûz üzerine de bir makale yazılmıştır (Sevgi 2007).

Ahmedi Dai Edebi Kişiliği

Germiyan ve Osmanlı saraylarının XIV. asrın sonları ile XV. asrın ilk yarısında yetiştirdiği Ahmed-i Dâ’î, nazım ve nesirlerinde kullandığı dille, aruzu başarılı bir biçimde kullanmasıyla, kafiye ve rediflerdeki ustalığı ile döneminin önde gelen sanatçılarından olmuştur.

Dâ’î, ruhundaki çalkantının türlü görünüşlerini, rikkat ve hüznü, duyarlılığı, hüznü, özlemi, ümitsizliği “sehl-i mümtenî” sayılabilecek çok samimi ve sade bir biçimde anlatan bir şairdir.

Son derece zarif, şuh, ince aşk şiirleri söylemiştir. Rint, laubali, epiküryen bir ruh taşıyan şiirleri olduğu gibi, tasavvufî ve arifane bir eda ile yazılmış manzumeleri de vardır. Lirik ve didaktik şiirlerinde de aynı başarıyı gösteren Dâ’î, ince hayalleri, derin duyuşları, samimiyeti ile olduğu kadar tasvir ve tahkiyedeki kudreti ile de önemli bir şair sayılmıştır.

Dâ’î; Türkçeyi başarı ile kullanmasının yanı sıra, Türkçenin kaba ve ifadeye elverişsiz olduğunu söyleyenlere cevap niteliğindeki eserleriyle bu dilin Arapça ve Farsça karşısındaki ifade kabiliyetini ispatlayarak bir edebiyat ve ilim dili olarak gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Ancak o, öncelikle ve özellikle klâsik şiir geleneğine bağlı şiirler söyleyen bir “divan şairi” olarak kabul görmüştür.

Ahmedi Dai Şiirlerinden Örnekler

Gazel

Eyâ hurşîd-i meh-peyker cemâlün müşterî-manzar
Ne manzar manzar-ı tâli’ ne tâli’ tâli’-i enver

Cemâlünden cihân rûşen tudagun gonce-i gülşen
Ne gülşen gülşen-i cennet ne cennet cennet-i kevser

Yüzündür âyet-i rahmet özündür mazhar-ı kudret
Ne kudret kudret-i sâni’ ne sâni’ sâni’-i ekber

Süleyman sûreti sende Sikender sûreti sende
Ne sûret sûret-i Yûsuf ne Yûsuf Yûsuf-ı server

Felek satrancını ütdün sa’âdet mülkini tutdun
Ne milket milket-i devlet ne devlet devlet-i Kayser

Kapunda kullarun bî-hadd velî kemter kulun Ahmed
Ne Ahmed Ahmed-i Dâ’î ne Dâ’î Dâ’î-i çâker

Gazel

Şükrâne senin yoluna bin cân ola bir gün
Kim hazretine ermege imkân ola bir gün

Aşkın yolına ok gibi cân dogruluk eyler
Tâ kaşlarının yayına kurbân ola bir gün

O zülf-i perîşân bana görsen neler eyler
Dimez bana kim gönli perîşân ola bir gün

Agyârı sürüp gönlüm evin halvet idindüm
Tâ kim gele ol yâr ana mihmân ola bir gün

Ey bülbül-i dil-haste melûl olma kafesde
Kim menzilin ol bâg u gülistân ola bir gün

Hem bâd-ı sabâ ire bişâret vire gulden
Hem gonca dahî gül gibi handân ola bir gün

Hicran sonucu vasla dönüp şâd ola Dâî
Bu gamdan anın derdine dermân ola bir gün

Beyit

Gözüm hiç gördügün var mı be-hakk-ı Sûre-i Tâhâ
Benüm yârüm gibi fitne benim gönlüm gibi şeydâ

Kaynak: Doç. Dr. Rıdvan Canım

Ayrıca bakınız ⇒

Divan Edebiyatı

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu