Şükûfe Nihal Başar

Şükûfe Nihal Başar Kimdir?

Şükûfe Nihal Başar Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Şükûfe Nihal Başar (D: 1896, Yeniköy, İstanbul – Ö: 24 Eylül 1973, İstanbul) Öğretmen, şair, yazar.

Şükûfe Nihal Başar

Şükufe Nihal Başar, 1896’da İstanbul’da doğdu. Babası V. Murat’ın (1840-1904) başhekimi Doktor Emin Paşa‘nın oğlu eczacı, Miralay Ahmet Bey‘dir. Annesi Nazire Hanım ise asker kökenli bir aileye mensup Binbaşı Şevket Bey’in kızıdır. Soy kütüğü, baba tarafından Kastamonu’da Katipzadeler’e, anne tarafından Fatih Sultan Mehmet’in başressamı Nakkaş Mehmet Efendi’ye dayanır.

Eğitimine özel hocalardan ders alarak başladı. İstanbul Darülfünun’u Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nden mezun oldu. Uzun süre İstanbul Kız Lisesi’nde coğrafya ve edebiyat öğretmenliği yaptı. 1973’te İstanbul’da yaşamını yitirdi.

Başlangıçta Tevfik Fikret‘in etkisinde aruz ölçüsüyle şiirler yazarken zaman içinde Milli edebiyat akımının ilkelerine uygun olarak hece ölçüsünü kullanmaya başladı. Devrinin tüm şairleri gibi Edebiyat-ı Cedide, Fecri Ati ve Milli edebiyat akımı arasında sıkıştı kaldı.

Güneş, Varlık, Aydabir, Çınaraltı, Şadırvan gibi dergilerde yayınlanan ve çoğu hece vezniyle yazılmış şiirlerinde lirizm ve kadınsı bir içtenlik dikkat çeker.

Milli uyanış hareketi içinde de yer aldı, Fatih mitinginde etkileyici bir konuşma yaptı. Türk Kadınlar Birliği’nin kurucuları arasındadır.

24 Eylül 1973 tarihinde İstanbul Bakırköy’de bir huzur evinde 77 yaşında hayata gözlerini yummuş; Rumelihisarı Mezarlığı’na gömülmüştür.

Şükûfe Nihal Başar’ın Eserleri

ŞİİR:

  • Yıldızlar ve Gölgeler (aruz’la yazılmış şiirler 1919)
  • Hazan Rüzgarları (1927)
  • Gayya (1930)
  • Yakut Kayalar (1931)
  • Su (1933)
  • Sıla Yolları (1935)
  • Sabah Kuşları (1943)
  • Yerden Göğe (1960)
  • Şükufe Nihal / Şiirler (1975, ölümünden sonra toplu şiirler)

ROMAN:

  • Renksiz Istırap (1928)
  • Yakut Kayalar (1931)
  • Çöl Güneşi (1933)
  • Yalnız Dönüyorum (1938)
  • Çölde Sabah Oluyor (1951)

ÖYKÜ:

  • Tevekkülün Cezası (1928)

GEZİ NOTLARI:

  • Finlandiya (1935)
  • Domaniç Dağlarının Yolcusu (1946)

Şükûfe Nihal Başar’ın Şiirlerinden Örnekler

İnanma

Güldümse inanma, bil ki bu gülüş
Güldüğüm sabahın bir rüyasıdır
Dudaklarımdaki acı bükülüş
Veda akşamının sonsuz yasıdır.

Hangi kudret var ki solan ruhuma
Senden sonra yeni bir ışık versin
Söner gün geçince bu hain humma
Ağlar mıyım başka acıyla dersin?

Bir salgın alevsin içimde bugün
Yakmaya en sönmez yerden başladın
Eriyip sönersem ancak büsbütün
Sevmiş diyeceksin beni bu kadın.

DUYMAYAN KADINA

Topla eteklerini yerlere sürünmesin
Rüzgara cilvelenen tülleri görünmesin
Köşede kar içinde can veren çocuklar var…

Süzülerek çıkarken bir barın kapısından
Haberin yok yurdumun eleminden, yasından
Köşede kar içinde can veren çocuklar var…

Yerlere pırıltılar aksederken dizinden
Karlar göz göz olmuştur bir gözyaşı izinden
Köşede kar içinde can veren çocuklar var…

Tahammülüm yok artık çiçeklere, tüllere
Yükselen gururunla indir başını yere
Köşede kar içinde can veren çocuklar var…

SEVGİLİ KAMERE

Sana dikkatle baktığım o gece
Sarışın bir likayı hicrandın
Süzülürken semâların ince
Tüllerinden elemli bir yadın

Kaldı kalbimde sanki sen nakâm
Bir kadından şifası pek mevhum
Ruhı sâfında titreyen âlâm
Anlaşılmaz müebbeden mektum

Seneler geçti, ben de bir gün âh
Sarışın ay, senin gibi soldum
İlkbaharımda bak harab oldum

İki hemşire hazanız biz
Her gece birleşirse derdlerimiz
Gömülür mü melâli ömri siyah

SU

Kalbinden kalbime akan bir sesdi
Akşam gölgesinde çağlayan o su
Sesini en tatlı yerinde kesdi
Bizi sonsuzluğa bağlayan o su

O su, bir sır gibi mırıldanırdı
Göğsünde bir sarı ay yıkanırdı
Bizi Leylâ ile Mecnun sanırdı
Gamlı yolumuzda ağlayan o su

Sessiz ruhumuzu o bestelerdi
Bize “Unutalım dünyayı” derdi
Bir aldı sonunda verdi bin derdi
Bizi bizden fazla anlayan o su

Şimdi ne akşam var, ne ses, ne dere
Yolumuz ayrıldı başka ellere
Benzetti bizi bir kırık mermere
Ruha zehir gibi damlayan o su

Kalbinden kalbime akan bir sesdi
Akşam gölgesinde çağlayan o su
Sesini en tatlı yerinde kesdi
Bizi sonsuzluğa bağlayan o su

ÇOBAN NİNE

Bu tarlada doğmuştu, burada büküldü beli;
Hiç durmadan uludu bahtının kara yeli;
O, yerinde oyuldu bir çınar vakariyle…

Er verdi, evlat verdi tükenmeyen cenklere;
Hastalıkla, kıtlıkla kaç torun gömdü yere;
Saçı bir örnek oldu dağların kariyle…

Kimi vardır şu yurtta yetmiş yıllık ömrünün?
Ardında sürünerek üç koyunluk sürünün
Allahıyla baş başa kalmıştır Çoban Nine.

Bir sır gibi derindir karanlık bakışları;
Gönlünde birdir ömrün baharları, kışları;
Çekmiş ummanlar gibi her derdi sinesine.

Aşık Sazıyla

Gözyaşlarıyla ördüm
Saçımın örgüsünü;
Bir ağızdan söyledik
Ayrılık türküsünü..

Gün battı bir taraftan
Bir yanda onun yüzü;
Hayatımın gündüzü.
O son günle kapandı

Yolculuk rüzgar gibi,
Dağ dağ savurdu beni;
Ayrılık bir cehennem,
yaktı, kavurdu beni.

Neme Yetmez

Yakut, mine, zümrüt bana birdir kayalarla;
Bir gül dikeninden kanayan el neme yetmez?
Kâşâne, sedir, sırma, ışık onların olsun;
Bir köhne kitap, bir sarı kandil neme yetmez?

Rûhum ki yanıktır ve şifâsızdır ezelden,
Sarmak dilesem, bir kara mendil neme yetmez?
Dağlar neme yetmez, bağlar neme yetmez?
Bir kuş ki benim derdime ağlar, neme yetmez?

Yanmaz ateşinden deli gönlüm bu diyârın,
Gökten bir alev bağrımı dağlar, neme yetmez?
Kestimse ümîd artık ezelden ve ebetten;
Bir eski rübâb ömrümü bağlar, neme yetmez?

Bir çölde biten dal gibi ıssızsa da rûhum,
Dost âleminin ettiği kem söz neme yetmez?
Vardır anacak bir gün olup ismimi elbet,
Bir servinin altında dolan göz neme yetmez?

Dağlar neme yetmez, bağlar neme yetmez?
Bir kuş ki benim derdime ağlar, neme yetmez?

Bir Şey Unuttum

Yolum uzundu biraz, kayalıklar çetindi
Sona yaklaşınca da gün bitti, akşam indi
Dediler; “Pek boş yere değil verdiğin emek,
Eriştin demek”
Hazırlık da bir büyük savaş bu yolculukta
Ne uçurumlar aşmak gerekmiş bir solukta
Bir cılız su başı da bulsam şimdi tasam yok
Dayandığım kayaya değemez ateş ve ok
Yalnız
Gönlümde bir acı var, adını bulamadım
Kırık bir kanadım
Bir şey mi kaybettim ne, ellerim bomboş gibi
Bir yakuttan kadeh ki varlık, çatlamış gibi
Ses mi çiçek mi desem
Işık mı renk mi desem
Sanki geçtiğim yolda bir şey unuttum.

Bizim Destanımız

(…)
Türk ölür mü, tarihi yaratan Türk ölür mü?
İnsanlığa ün veren ad yere gömülür mü?
Tarihte sönük kalır bir Kartaca kadını;
Biz, ateş harfle yazdık Türk kızının adını.
(…)
O gün dünya anladı Türk ne demektir, nedir?
Beş gün beş gece süren bu cenk, bir efsanedir!
Bu mucize önünde akıllar donakalır;
Türk, çalınan malını alınca böyle alır
O gün, Dumlupınar’da bir tarih kapanarak
Yeni bir çağ açıldı güneş gibi yanarak
(…)

Yoldayız

Alp Er Tunga soyundan,
Oğuz boylarındanız;
Gittikçe kuvvet alan,
Kızıllaşan bir kanız;
Yan bakanlar oldu mu,
Yamanlardan yamanız!
Medeniyet, sanatta
İlk yol alanlardanız…
Göklere, ta göklere
Türk alnı değmez yere

Şükufe Nihal Başar’ın Hayat Hikâyesi

Darül Fünun’un ilk kadın mezunlarından. şair ve kadın hareketinin sembol isimlerinden Şükufe Nihal’i, Prof. Dr. Hülya Argunşah anlatıyor.

Şükufe Nihal Başar Hakkında Bir Anekdot

Şükufe Nihal Başar, zamanın önemli bir edebiyatçısı yazar ve şairi olmazdan önce, 16 yaşında iken ailesinin baskısıyla, dönemin önemli aydınlarından Türkçe öğretmeni “Limancı Hamdi” lakaplı Mithat Sadullah Sander ile evlenir. Aralarında büyük yaş farkı vardır, görüş farkı vardır, mutlu olamaz.

Karşısına kocasının da arkadaşı Cenap Şahabettin‘in üvey kardeşi Osman Fahri çıkar. Yazar ve ressamdır Osman Fahri ve ona âşık olur, Osman Fahri de aynı duygular içerisindedir.

Şükufe evli olduğu için Osman Fahri’den uzak durur. Osman Fahri bunu gururuna yediremez ve tabancasını şakağına dayayarak ateş eder. Dört ay bitkisel hayattan sonra vefat eder.

Şükufe eşinden boşanır Ahmet Hamdi Başar’la evlenir ve bir kızları olur.

Güzellik başa bela derler ya, işte Şükufe’nin başına gelende bunun aynısıdır. Faruk Nafiz Çamlıbel, Şükufe’yi görür aşık olur ve yazmaya başlar.

***
Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü
Alnından öz kardeşin öpse ben irkilirim
Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü
Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim.

Şükufe karşılık vermez Çamlıbel’e, o hala kendisi için intihar eden Osman’ı unutamamaktadır.
İşte kıskançlık şiiri böyle ortaya çıkar Faruk Nafiz Çamlıbel’in:

Sakın bir söz söyleme yüzüme bakma sakın
Sesini duyan olur, sana göz koyan olur
Düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın
Anan bile okşasa benim bağrım kan olur.

Suat Sayın şiirden etkilenir ve notalara döker. O güzelim şarkı ortaya çıkar.

Soner Yalçın

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu