Türk Şiirinin Doğuşu ve Gelişim Evreleri

TÜRK ŞİİRİNİN DOĞUŞU VE GELİŞİM EVRELERİ

Türk Şiirinin Doğuşu ve Gelişim Evreleri

Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI/Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fak. Türkçe Eğitimi Bölüm Başkanı.

I
Estetik duyguların henüz bireyselleşmediği ilk topluluklarda bir söz sanatı olan şiir yoktu. Onun yerini genellikle dini törenlerde müziğe eşlik eden soyut birtakım sözler alıyordu. Zamanla bu anlamsız söz dizisi gelişip bir anlam kazanarak şiiri doğurmuştur.

İlk şiirler yazılı olmayıp doğaçlama olarak ümmi (okur-yazarlığı olmayan) ozanlar tarafından söylendiğinden çoğu geçmişin karanlıklarında erimiş, fakat Zent Avesta gibi bir kısmı çok az değişikliğe uğrayarak günümüze değin gelebilmiştir.

Hemen hemen bütün ilkçağ uygarlıklarında şiire rastlanmaktadır. Asurlarda “İstar’ın Cehenneme Gidişi”, Mısır uygarlığmda “Nil Manzumesi” gibi örnekler bunu kanıtlamaktadır.

Eski Yunan edebiyatında şiir, önceleri dinsel bir görünüm gösterirken Yunanlıların en büyük destan ozanı Homeros‘tan sonra din dışı konularda da söylenmeye başlanmıştır.

Türk şiiri de diğer uluslarda olduğu gibi ilkin dini törenlerden doğmuş, daha sonra da din dışı konularda gelişimini sürdürmüştür. Sözlü olarak Asya’da başlayan Türk şiirine yır adı ile önce Orhun yazıtlarında daha sonra da Divanü Lügati’t Türk‘te rastlanmıştır.

Yüzyıllarca edebiyatımızın ana anlatım aracı şiir olmuştur. Edebiyatımızda hikâye bile mesnevi yoluyla şiirle anlatılmıştır.

Edebiyatımıza giren sayısız yazı türleri olmasına karşın, biz edebi zevkimizi yüzyıllar boyu şiirden almış, şiiri sevmiş, şiiri benimsemişizdir.

Türk halkının dini ve dindışı bütün törenlerinde müzik-şiir-raks öğesinin yer alması şiirin hep ön planda tutulmasını sağlamıştır.

Binlerce dizeden oluşan destanlarımız manzum olup çeşitli serüvenleri işleyen şiir parçalarından oluşmuştur.

Acılarımız yuğ adı verilen cenaze törenlerinde sagu dediğimiz ağıtlarla dile getirmiş;

Sav dediğimiz:

“Eski mezarlıkta ev olmaz
Gevşek toprakta av olmaz “

biçimindeki atasözlerimizi bile birer ölçülü söz biçiminde şiirle dillendirmişiz, şölen dediğimiz eğlencelerimizi dönemin bir çeşit türküleri olan koşuklarla söylemişizdir.

Edebiyattan söz edilince önce şiir düşünmemiz yüzyılların bize bıraktığı büyük mirastan kaynaklanmaktadır. Türk edebiyatında en çok gelişme gösteren tür şiirdir. Halkımız bütün iç güzelliklerini şiirin sıcak havasmda yansıtmıştır. Türk halkının geçirdiği evreler boyunca şiirin özünde söz, sözün özünde güzellik egemen olmuştur.

Türk şiirinin bilinen en eski örneği Çin yıllıklarında bulunmakta ve 329 tarihini taşımaktadır.

İslâmiyet’in kabulünden önceki Türk edebiyatının asıl zengin ve değerli bölümü yazılı edebiyat olmayıp sonradan yazıya geçirilmiş sözlü edebiyat verimleridir. Sonradan derlenip yazıya geçirilen örnekler Türklerin zengin bir sözlü edebiyatmm varlığını kanıtlamaktadır.

Bunlar, yazarları genel olarak bilinmeyen ve halk arasmda sözlü olarak nesilden nesle ulaşabilen ninni, mâni, tekerleme, türkü gibi anonim halk edebiyatımızın içinde yer alan disiplinlerdir.

Mendilim turahdır
Sevdiğim burahdır
Geçme kapım önünden
Yüreğim yaralıdır

biçimindeki anonim halk şiirinin en kısa nazım şekillerinden olup doğa, sevgi, ayrılık ve nefret gibi konular yanmda dinleyeni yürekten sarsan, umulmadık bir sürprizle sonuçlanan, az sözle çok anlam ifade eden küçük ve bağımsız bir şiir türü olan manilerimizin hemen her ortamda doğaçlama söylenebilmesi halkımızm şiire yatkmlığmm bir ifadesidir.

Halkımız Orta Asya bozkır kültürünü yaşarken dini ayinlerin yöneticisi olan Âşık tipinin prototipi konumundaki Kam ve Şamanlar yeri geldiğinde doğadan topladıkları otlarla ilaç yapıp hekimlik görevini sürdüren, yeri geldiğinde şölenleri ve dini ayinleri yöneten, beyin en yakınındaki kişi iken zamanla toplumsal statülerin farklılaşması, iş bölümünün gelişmesi gibi etmenlerle Şamanın özellikle din adamlığı görevini üstlenmesi ve şairlik mesleğini ikinci planda tutması sonucu ozan tipi ortaya çıkmıştır.

Şiiri müzikle birlikte sunan ozan, elinde kopuzu ile gezici bir tiptir ve dini bir görevi yoktur.
Ozanın bütün Türk topluluklarında önemli ve saygın bir yeri vardır. Tarih içinde Türk şiirinin varlığı bugün âşık dediğimiz ozanlarla korunmuştur.

Ozanm elindeki kopuz Anadolu’ya gelindiğinde saza dönüşmüştür. Anadolu’da teli tanıyan ozan, kopuzunun bağırsak derisi ya da at kılından oluşan telini çıkarıp madeni tel takmış, madeni telin uzunluğundan yararlanarak kopuzunun sapını uzatıp teknesini büyütüp telin sızlamasından çıkan sese bağlı olarak da elindeki yeni oluşturduğu alete saz demiştir.

Türk insanının dünya görüşünü, toplumsal ve bireysel sorunlarını, duygu ve düşüncelerini sade, yalın, doğal bir dille ele alıp işleyen eski Türk şiiri Anadolu’da yeni kalıplara bürünmüştür.

Edebiyatımızda Kavmi dönem şiiri tamamen milli özellikler ve milli bir dil ile yoluna devam ederken, 11. yüzyıl başlarında yeni bir ses ve imaj dünyasıyla tanışmıştır. Yeni ses ve imaj dünyası İslâmiyet sonrası Türk edebiyatıdır.

Orta Asya’dan başlayan ve tasavvuf edebiyatı da denilen dini içeriğin ön plana çıktığı bu edebiyat Anadolu ve Balkanları da içine alan geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.

Yazının devamı için tıklayınız ⇒ TÜRK ŞİİRİNİN DOĞUŞU VE GELİŞİM EVRELERİ

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu