Haldun Taner’in Hikâyeciliği – Hikâyelerinden Seçmeler

Haldun Taner’in Hikâyeciliği – Hikâyelerinden Seçmeler

Haldun Taner’in Hikâyeciliği

Haldun Taner, Türkiye’de epik tiyatro türü ve kabare tiyatrosunun öncüsüdür.

Haldun Taner’in eserlerinde gözlemin, mizahın ve yerginin önemli yeri vardır.

Büyük şehrin düzensiz ve çelişkilerle dolu yapısını, görgüsüzlük ve bilgisizliğini yansıtan öyküleriyle tanınmıştır.

Galatasaray Lisesi’nde, Heidelberg Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünde, Max Reinhardt Tiyatro Enstitüsü’nde eğitim gördü. Üniversitelerde edebiyat ve sanat tarihi dersleri verdi. Skeç, öykü, oyun, kabare, senaryo, hiciv, fıkra, köşe yazısı türlerinde yazdı. Devekuşu Kabare’yi, Bizim Tiyatro’yu, Tef Kabare Tiyatrosu’nu kurdu. Küçük Dergi’yi çıkardı.

Öykülerini ve yazılarını Yedigün, Ülkü, Yücel, Varlık, Küçük Dergi, Yeni İnsan dergilerinde, Yeni Sabah, Milliyet, Tercüman gazetelerinde yayınladı. Tercüman ve Milliyet gazetelerinde uzun yıllar, “Devekuşuna Mektuplar” başlığıyla fıkralar yazdı.

Keşanlı Ali Destanı adlı epik oyunu ile dünya çapında tanındı, oyun Atıf Yılmaz tarafından sinemaya aktarıldı (1964). Yeni İstanbul, Atlantis, Varlık, Sait Faik, Türk Film Dostları Derneği, TDK, Bordighera Avrupa Mizah Festivali, Sedat Simavi ödülleri kazandı. Bilgi Yayınevi, bütün eserlerini dizi halinde basmıştır.

Geleneksel Türk sanatlarıyla dünya sanatını birleştiren, halk diliyle yazan Haldun Taner, açık seçik ve içten yazdı, kafasına ve kalemine özen gösterdi. İroniyi her zaman kullandı, halkçılığıyla ve siyasi edebi grupların dışında kalmasıyla sevildi, eserleri dünya dillerine çevrildi.

Haldun Taner’in “Zaten aktör dediğin nedir ki? Sahnede varken varsındır. Perde kapandığı zaman replikler uçuşur, herkes dağılır ve bitti.” sözleri Türk tiyatro tarihine geçmiş ve sayısız kez kullanılmış bir kalıp haline gelmiştir.

Haldun Taner’in Hikâye Kitapları

  • Yaşasın Demokrasi (1949)
  • Tuş (1951)
  • Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu (1953)
  • Ayışığında Çalışkur (1954)
  • Onikiye Bir Var (1954)
  • Konçinalar (1967)
  • Sancho’nun Sabah Yürüyüşü (1969)
  • Kızıl Saçlı Amazon (1970)
  • Yalıda Sabah (1983)

Haldun Taner Öykülerinde Yazınsal İletişim – Deneysellik – Yaratıcılık

* Metafor Öykü Dergisi / Aysu Erden

Giriş

Yazınsal biçembilim (stylistics) öykülerin ve diğer sanatsal metinlerin incelenmesinde dilbilim yöntemlerini araç olarak kullanan bir alandır. Söz konusu alan öyküde dilbilimsel sorgulamayı gerçekleştirir. Öykülerin içinde bulunan değer yargısı dizgelerini ve inanç dizilerini keşfetmeyi amaçlar. Diğer bir deyişle, dile yansıyan kimi düşünsel akımları (ideolojileri) keşfetmeye çalışır (Simpson, 4-5).

Yazınsal biçembilimi diğer yazınsal eleştiri yöntemlerinden farklı kılan, yazınsal biçembilimin öykü dahil tüm yazınsal metinlerde, yazarların dilbilim kullanımlarını vurgulaması ve incelemesidir. Çağdaş yazınsal biçembilim incelemeleri belirli bir “yazın dili”nden değil yazınsal iletişimden söz eder. Bu yaklaşıma göre belirli bir yazın dili yoktur. Ancak yazınsal iletişim vardır. Yazınsal iletişim ise dilde deneyselliğe ve yaratıcılığa yer verir. Bu nedenle de öncelikli bir alandır. İşte bu bakış açısı, yukarıda söz edilen bu bilim dalını diğer geleneksel eleştiri yaklaşımlarından farklı bir düzleme çıkarır. Çünkü geleneksel eleştiri “yazın dili”nin özel bir dil biçimi olduğunu savunmaktadır (Simpson, 1993:4).

Haldun Taner öykülerinde yazınsal iletişim – deneysellik – yaratıcılık özelliklerinin nasıl ortaya çıktığını (1) öyküde bilgisellik ve (2) öyküde yazınsal anlam kıstaslarına göre incelemeyi amaçlayan bu araştırmada izlenecek olan yönteme değinmeden önce, Haldun Taner öykücülüğünün genel özelliklerine kısaca göz atmak yerinde olacaktır.

Haldun Taner ve Öykücülüğü Üzerine

Öykülerinin tümünde genciyle yaşlısıyla İstanbul insanını İstanbul’da insan yaşamlarını ve İstanbul semtlerini anlatan Haldun Taner’in “Türk edebiyatında iyi bir hikaye ve tiyatro yazarı olarak kabul edilmesinde, sanatının özünde güzel bir dil, alışılmamış ve ender işlenmiş konular, eserlerinde iyi bir yapı ve kurgu düzeni olmasının yanında, yazarın kültürel birikimi de önemli bir yer tutar” (Yalçın, 1995:91). Sıddıka Dilek Yalçın, Haldun Taner’in Hikayeleri ve Hikayeciliği (1995) adlı eserinde Haldun Taner’in öykülerinin tümünde dört temel nokta saptadığını belirtmektedir. Bu noktaları Yalçın’ın söz konusu eserinde söz ettiği şekilde özetlemek olasıdır: (Yalçın, 1995: 78-90).

1. Hikayelere kültür açısından yaklaşım: Haldun Taner “hikayelerinde iki kültür arasında kimlik arayışı içinde olan insanımızı tüm yönleriyle” işlemektedir (Yalçın, 1995: 79).

2. Hikayelerinde insanın özünü yakalama: Bu konuda Yalçın şunları yazmaktadır eserinde:

“Haldun Taner, hikayelerinde insana ve insanlığa duyduğu derin sevgiyi anlatır. Onun insancıl tutumu, çağımız insanının gerçeği ile çatışmaktadır… Taner, hikayelerinde toplum, doğa ve kendi iç dünyası içinde sıkışıp kalan insanının trajedisini anlatır. Bunun için toplumumuzun her kesiminden insan hikaye kurgusu içinde yer alır. Özellikle hızlı değişim ve kimlik arayışı içinde olan kişiler, yaşlı insanlar, kadınlar, aldatılan erkekler, ekalliyet, küçük insanlar, çeşitli meslek gruplarının temsilcileri… hikayelerin tipik kişileridir. Görünürde anlatılan, bizim insanımızdır. Ve yazarın bizim insanımıza yaklaşımı, ona bakışı olumludur.” (Yalçın, 1995: 83).

3. Toplumsal değişim: Taner’in öykülerinde görülen toplumsal bakış açısına Yalçın yine aynı eserinde şöyle yaklaşmaktadır:

“Haldun Taner’in eserinde görülen diğer bir temel sorun da, toplumsal, politik ekonomik koşullara paralel olarak değişen toplumumuzun durumunu vermektir. Çağımızda tüm dünya hızlı bir değişim içine girmiştir. Yazar bu temel sorunu iki yönlü bir yaklaşımla anlatır. Taner ilk olarak değişimin kendi toplumumuzda yaptığı tahribat hakkında bilgi verir, sonra Batı kültürü ve medeniyetinin bu değişimi nasıl yaşadığı sorusuna cevap arar ve bu değişim karşısında aksayan yönleri mizahi bir anlatım tutumu ile eleştirir. (84)… hikayelerinde toplumsal değişimin kültür yönünün ağırlıklı olarak yansıtır.” (86).

4. Devekuşu kompleksi: Taner’in öykülerinde ortaya çıkan devekuşu kompleksine yaklaşımını yine Yalçın şu şekilde açıklamaktadır: (1995: 88-89)

“Yazar, tüm eserlerinde bir gerçeği sorgulamakta ve insanların şartlanmışlıkları üzerinde ısrarla durmaktadır. Taner, eleştirel düşüncenin toplumumuzda yerleşmemiş olmasına ve insanımızın kendisine sunulan her şeyi körü körüne kabullenmesine tahammül edemez. Taner eserden esere şekil değiştirerek de olsa, her defasında egemen değerleri sorgulamaktadır… (88) Taner devekuşu misali başını kuma sokan halkı gerçekleri görmeye çağırır. (89)

Haldun Taner’in öykülerinin genel konularını Yalçın şöyle sınıflandırmaktadır: (1995: 94-150)

1. Yaşlı insanların dünyası – yaşlılık: (Sebati Bey’in İstanbul Seferi, Sahib-i Seyfü Kalem, Kantar Katibi Ali Rıza Efendi vb.)
2. Aldatılan erkek ve ihanet: (Allegro Ma Non Troppo, Geçmiş Zaman Olur ki, İşgüzar bir Polis, Kaptanın Namusu vb.)
3. Ekalliyet: (Beatris Mavyan, Harikliya, vb.)
4. Küçük İnsanlar: (Fasarya, Ases, Ayak vb.)
5. Kültürel Obje Olarak İnsan: (Kızıl Saçlı Amazon, Şeytan Tüyü)
6. Toplumsal bir Obje olarak İnsan: (Töhmet, Tuş)
7. Doğa: (Heykel, Sonsuza Kalmak, vb.)
8. Yaşam: (Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu, Yalıda Sabah, Piliç Makinesi, Küçük Harfli Mumluklar, vb.)

Yöntem

Bu araştırmada Haldun Taner’in öykülerinde yazınsal iletişim, deneysellik ve yaratıcılığı sağlayan iki öğenin varlığına değinilecektir: (1) Bilgisellik ve (2) yazınsal anlam. Öyküde bu olguların nasıl ortaya çıktığını kısacak aşağıdaki gibi özetlemek olasıdır.

1. Öyküde Bilgisellik

Öykülerin derin yapılarındaki kavramsal yapıları ile yüzeysel dilbilgisi yapıları arasında bir tür ilişki vardır. Bir öykünün her tümcesinin içinde öykü metninin tümüne dağılmış olan bir bilgi bütününün sadece bir parçası bulunmaktadır. Tüm bu bilgi parçacıkları öykünün izleksel yapısını oluştururlar. Halliday tümcelerin ve öykülerin her birinin birer başlangıç noktası olduğunu belirtmektedir. Bu durumu açıklamak için de tümcelerde konuyla ilgili üç tür bilginin saklı olduğunu savunmaktadır. Halliday bu bilgileri şu şekilde açıklamaktadır. (1985: 36-39)

A. Öyküde metin düzlemindeki bilgiler:
Öykü metninde sözcük, sözcük öbeği, tümcecik ve tümce gibi dil birimleridir.

B. Öyküde iletişim düzlemindeki bilgiler:
Öyküde yazarın kişilerarası düzlemde iletmeyi amaçladığı bilgilerdir.

C. Öyküde düşünsel düzlemdeki bilgiler:
Öyküde konu ve içerikle ilgili olan bilgilerdir.

2. Öyküde yazınsal anlam

Öykü metindeki sözcük, sözcük öbeği ve tümceler öyküdeki anlamları dizgeselleştirirler. Bunlar aslında öyküdeki göstergelerdir. Hiç biri tek bir kavramı yansıtmazlar. Bu göstergeler değişik durumlarda değişik anlamlar kazanırlar. Bunların her birinin birer “anlam çerçevesi” bulunmaktadır (Aksan, 1995: 73-75). Bir gösterge öyküde birlikte kullanıldığı diğer bir göstergeye kendi anlam çerçevesinden ileriye ya da geriye yönelik olarak kimi anlamları aktarmaktadır. Öyküde yazınsal anlam üç şekilde ortaya çıkmaktadır:

A. Göndergesel anlam: Bir sözcüğün ya da tümcenin temel anlamı, diğer bir deyişle onun gönderimde bulunduğu bir insan, nesne, soyut bir kavram, durum ya da olaydır (Sözlüksel anlam).

B. Toplumsal anlam: Bir sözcüğün ya da tümcenin anlamının sözlüksel olarak değil de toplumsal sınıf, etnik gruplaşma, bölgesel köken, cinsiyet yaş ve bağlam gibi toplumsal faktörler tarafından belirlenmesidir.

C. Etkisel anlam: Dili kullanan kişinin duygularını, davranışını, eğilimlerini ve belirli bir durumda ya da sürmekte olan bağlamla ilgili olan düşüncelerini yansıtır. Örneğin, Türkçe’deki eyvah, tüh, vah, oh, ah gibi ünlemlerin etkisel anlamları vardır.

Kısacası, yukarıda söz edilen tüm bu özellikler öyküdeki yazınsal iletişimi, yazarın deneyselliğini ve yaratıcılığını, dolayısıyla da öykünün yazınsal anlamını oluşturmaktadır.

Haldun Taner Öyküsünde Yazınsal Anlamın Ortaya Çıkışı: Yazınsal İletişim – Deneysellik – Yaratıcılık

Öyküde yazınsal anlamı oluşturan yazınsal iletişim – deneysellik – yaratıcılık üçlüsünün Haldun Taner’in öykülerinde nasıl ortaya çıktığı, yazarın “Artırma” adlı öyküsünden alınan bölümlerin bilgisellik ve yazınsal anlam konularının alt başlıklarının örnekleri olarak irdelenmesi suretiyle açıklanacaktır.

Haldun Taner’in “Artırma” adlı öyküsünün konusu kısaca şöyledir: Öykü iki tip insanın varlığından söz etmekte ve onların tanımını vermektedir. Birinci tip insan toplumun zengin ama görgüsüz sınıfının temsilcisidir. Hacı Ağa’nın simgelediği bu sınıf sürekli olarak müzayede salonuna gidip seçim yapabilmekte ve değerli şeyleri sırf pahalı oldukları için satın alabilmektedir. Öykünün başkişisinin simgelediği ikinci sınıf ise, başkalarının mutluluğu için ve onların seçimleri doğrultusunda yaşayan, onların başarısı için kendisini basamak yapan ve maddi güce sahip olmayan sınıftır. Taner yaşamdaki bu ikilem ve adaletsizlik ile müzayede salonlarında bu iki sınıf temsilcilerinin karşılaşması arasında bir tür koşutluk kurmaktadır. Çünkü yazara göre yaşam bir açık artırmaya benzemektedir. Yaşamda olduğu gibi müzayede salonlarında da yerinde ve zamanında karar vermek gerekir.

1. Bilgisellik: Haldun Taner’in öyküsünde metinsel, iletişimsel ve düşünsel düzlemlerde ortaya çıkan bilgisellik olgusu.

Örnek 1: “Kim alırsa alsın, o avukatın, mühendisin, müteahhidin, doktorun, tüccarın, o kimse kimin, etiketini oraya koymasını bir çeşit lüzumsuz övünme sayıyorum.” (Taner: 78)

Taner’in değerli bir sözlüğü satın alan Hacı Ağa’nın o sözlüğün değerini bilecek bir insan olmadığını, oysa, söz konusu sözlüğün değerini verecek insanın da onu elde edebilecek parasal güce sahip olmadığını anlattığı “Artırma” adlı öyküsünden alınan örneğe bakıldığında, sayıyorum yükleminde gizli olan ve 1. tekil kişi eki -m ile belirtilen 1. kişi adılı ve ana tümcenin öznesi olan ben sözcüğünün kişilerarası bilgiyi aktaran bir aracı olduğu için iletişim düzleminde bulunduğu görülmektedir. Çünkü bu tümcede ben olayı okuyucuya aktaran kişi konumundadır. Örnekten de anlaşıldığı üzere dilin kişilerarası olma işlevi vardır. Burada öyküyü anlatan başkişi, düşüncelerini ve toplumun belirli bir kesimi hakkındaki yorumunu ve eleştirisini okuyucuya aktarabilmek için öykünün dilini araç olarak kullanmaktadır. Böylelikle de yazar kendi değer yargı ve eğilimlerini kendisi ve okuyucusu arasında bir tür ilişki kurma yoluyla öyküsüne yansıtmaktadır. Dilin bu şekilde kişilerarası olma görevi kişinin hem iç hem de dış özelliklerini ortaya koymaktadır. Öte yandan, yan tümcenin özneleri olan avukat, müteahhit, doktor, tüccar sözcükleri ise etiketi koyma işlemini gerçekleştiren kişiler oldukları için düşünsel düzlemdeki konu durumundadırlar ve kişilerarası olma özelliğini taşımaktadırlar (Erden, 1998: 56).

Taner’in söz konusu öyküsü toplum içinde bulunan ve birbirinden çok farklı olan iki insan tipini tüm yönleriyle incelemektedir. Öykü aynı zamanda da her iki insan tipinin özünü yakalamaktadır. Öykünün başkişisi toplumla kendi iç dünyası arasında sıkışıp kalmıştır ve kendi kendisiyle hesaplaşmaktadır. Bu kişi zamanında ve yerinde karar vermekte zorlanmaktadır. Bu nedenle de tıpkı açık artırmada olduğu gibi yaşamında da gerçekten istediği şeyler elinden kayıp gitmiştir.

Örnek 2: “Elimi uzatsam benim olacak bir vazoya sırt çevirip başkasına kaptırınca onu benden çalınmış saymak neden?.. Kendi densizliğimden..

Bu huyda bir insan için, artırma yerinden daha üzücü, daha kahır verici bir yer düşünülebilir mi?

Artırma nedir? Almağa çabuk karar veremediğiniz bir matahın başkaları tarafından artırılıp gözünüzün önünde götürüldüğünü görmeğe katlanmaktan başka?… (Taner: 80)

Örnek 2’de öykünün başkişisinin iç dünyası ile toplum arasındaki sıkışmışlığı arasındaki çatışma hakkındaki bilgi okuyucuya, soru-yanıt biçiminde iletilmektedir. Soruyu başkişi kendi kendisine sormaktadır. Yanıtını ise yine kendisi vermektedir. Aslında başkişinin bu iç hesaplaşması metin düzlemine soru tümceleri ve bu soru tümcelerine yanıt olan diğer soru tümceleri şeklinde yansımaktadır. Başkişi ile toplumun diğer sınıfından olan kişiler arasında gelişen iletişim biçimi soru tümcelerinin edilgen olan yüklemlerinde ortaya çıkmaktadır:

  • “çalınmış saymak…”
  • “başkaları tarafından artırılıp gözünüzün önünde götürüldüğünü görmeğe katlanmak…”

Görüldüğü üzere çalınmış, artırılıp, götürüldüğünü yüklemleri edilgen oldukları için, başkişinin kişisel hatalarının toplum tarafından nasıl değerlendirildiğini göstermektedirler.

2. Yazınsal anlam: Haldun Taner’in öyküsünde kimi göstergeler kendi anlam çerçevelerinden öykü içinde ileriye ya da geriye yönelik olarak kimi anlamlar ve çağrışımlar aktarmaktadırlar.

Örnek 3: “Sergilerden çıktığım yok gibi… Resim, heykel, seramik, elişleri sergisi, ne olursa gidiyorum. Gidip de bir şey mi alıyorum? Yooo.. Sadece bol bol bakıyor ve hayıflanıyorum. Evet tam deyimi bu, hayıflanıyorum. Bakıyor bakıyor, satın alınmış eserlere acınıyorum – Acınıyorum daha yerinde – (Taner: 78)

Örnek 3’te görüldüğü üzere öykünün başkişisinin kullandığı dil onun duygularını, davranış biçimini, yaşam ve açık artırma konusundaki düşüncelerini yansıtmaktadır. Bu durumda öyküde bir etkisel anlam oluşturmaktadır. Bu etkisel anlamı oluşturan dil kullanımının özelliklerini şu şekilde sınıflandırmak olasıdır:

a. Başkişi gündelik dil kullanmaktadır.
b. Başkişinin dil kullanımı düşünce akışına koşuttur ve bu nedenle de akıcıdır.
c. Başkişinin dil kullanımı ünlem içermektedir: Yooo
d. Başkişi kimi sözcükleri yinelemektedir: bol, hayıflanıyorum, bakıyor, acınıyorum.
e. Başkişi soru sormakta ve bu soruyu yine kendisi yanıtlamaktadır: “… bir şey mi alıyorum? Yoooo. sadece bol bol bakıyor…”
f. Başkişi yarım kalmış tümceler kullanmaktadır: “… acınıyorum-acınıyorum daha yerinde.”

Öykünün giriş paragrafı olan Örnek 3’teki dil kullanımı, öykünün diğer bölümlerine gönderimde bulunmaktadır. Çünkü söz konusu bölüm başkişinin bakış açısını, öykünün yer aldığı mekanı ve toplumun eylemini (eserlerin satın alınması) okuyucuya tanıtmaktadır. Aslında bu bölüm aşağıda (Örnek 4) verilen öykünün son paragrafının okuyucuda yarattığı etkisel anlamı tamamlamaktadır:

Örnek 4: “Sırtımda, yeni tersyüz ettirdiğim pardösüm, içimde yine hiçbir şey almayacağım yeni bir arttırmaya katılma hevesi, dudağımda hüzünden mi, sevinçten mi ileri geldiği belli olmayan çarpık bir gülümseme, kabara kabara, oradan, arttırma yerinden uzaklaştım (Taner: 100).

Örnek 4’teki etkisel anlamı oluşturan dil kullanımının özelliklerini ise şu şekilde sınıflandırmak olasıdır:

a. Başkişi gündelik dil kullanmaktadır.
b. Başkişinin dil kullanımı düşünce akışına koşuttur ve bu nedenle de akıcı ve hızlıdır.
c. Başkişi sözcük yinelemektedir: kabara kabara
d. Başkişinin dil kullanımında gündelik dil kullanımına özgür birbirine gönderimde bulunan sözcükler görülmektedir: Oradan … arttırma yerinden uzaklaştım. (Arttırma yeri kendinden önce gelen oradan sözcüğüne gönderimde bulunmaktadır.)

Örnek 5: “Bir tarafından beğenilmiş, ayırtılmış kaporası verilmiş, başkası heveslenmesin diye de altına alanın adresi iliştirilmiş, bir resim, bir kilim, bir vazo, bir ne bileyim ben, biblo gördüm mü, içimin yağı eriyor. Alana garez oluyorum. Ossaat gözüm dönüyor. Kim alırsa alsın, o avukatın, mühendisin, müteahhidin, doktorun, tüccarın o kimse kimin, etiketini oraya koymasını bir çeşit lüzumsuz övünme sayıyorum (Taner 78).

Yukarıdaki örnekte görüldüğü üzere tümcelerin anlamları sözlüksel olarak değil de toplumsal sınıf, gruplaşma ve meslek gibi toplumsal faktörler tarafından belirlenmektedir.

Örnek 6: “Bu vazo var ya, hani şu kart vizitimin yanındaki demek istiyorlar…” işte onu ben aldım ahbap… Ben İnşaat Müteahidi Filan Filanım. Adresim kartın sol köşesinde yazılı. Ayaspaşa’da Gülnur Apartmanının falanca katı. Telefon numaram, dört yüz doksan dokuz bin, dokuz yüz doksan altı. İşte bu vazoyu oraya götüreceğim. İstediğim çiçeklerle süsleyeceğim. Benim oldu o artık, istesen de alamazsın efendi… Avucunu yala, talihine küs, aptallığına doyma, e mi? (Taner: 78)

Örnek 6 Taner’in öyküsünde toplumsal anlamı oluştururken deneysellik ve yaratıcılık yetilerini nasıl ortaya koyduğuna işaret eden özgün bir örnek olarak gösterilebilir. Çünkü yazar bu bölümde toplumun zengin ve istediğini kolaylıkla elde edebilen kesimi hakkındaki görüşlerini o kesime ait birinin kendi ağzından aktarmaktadır.

SONUÇ

Haldun Taner öyküsünü oluştururken öyküdeki yazınsal iletişim deneysellik ve yaratıcılık özelliklerini, düşünce akışına uyumlu, hızlı ve akıcı günlük dil kullanımları, soru-yanıt aracılığıyla kendi kendini sorgulama, yarım kalmış tümceler, sözcük yinelemeleri ve ünlemler aracılığıyla gerçekleştirmektedir. Bu durum da onun öykülerini Türk öykücülüğü içinde dinamik, özgün ve farklı kılmaktadır.

KAYNAKÇA

  • Aksan, Doğan Şiir Dili ve Türk Şiiri, (1995) Ankara: Engin Yayınevi
  • Erden, Aysu Kısa Öykü ve Dilbilimsel Eleştiri, (1998) Ankara: Gündoğan Yayınevi
  • Halliday, M.A.K. An Introduction to Functional Grammar, (1985) London: Edward Arnold
  • Simpson, Paul Language, Ideology and Point of View (1993) London: Routledge
  • Taner, Haldun “Artırma” Onikiye Bir Var, (1983) İstanbul: Bilgi Yayınevi, ss. 78-100
  • Yalçın, Sıddıka Dilek Haldun Taner’in Hikayeleri ve Hikayeciliği, (1995) Ankara: Bilgi Yayınevi

————————-
Haldun Taner, hikâyelerinde yapma bir edebiyattan kaçınmayı ve bugünün sosyal meselelerine de değinmeyi amaç edinmiştir. Onun hikâyelerinde mizah ve yergi, güldürme dikkati çeker. Kahramanlarını kendi şiveleri ile konuşturmaya gayret eder. Toplumun aksaklıklarını realist bir şekilde veya güldürme yolu ile ortaya koymaya çalışır. Canlı, neşeli bir üslubu vardır. Hikâye kitaplarından bazılarının isimleri şunlardır: Tuş, Ay Işığında Çalışkur, Şişhaneye Yağmur Yağıyordu.

HİKÂYELER

Haldun Taner, hikâyelerinde yapma bir edebiyattan kaçınmayı ve bugünün sosyal meselelerine de değinmeyi amaç edinmiştir. Onun hikâyelerinde mizah ve yergi, güldürme dikkati çeker. Kahramanlarını kendi şiveleri ile konuşturmaya gayret eder. Toplumun aksaklıklarını realist bir şekilde veya güldürme yolu ile ortaya koymaya çalışır. Canlı, neşeli bir üslubu vardır. Hikâye kitaplarından bazılarının isimleri şunlardır: Tuş, Ay Işığında Çalışkur, Şişhaneye Yağmur Yağıyordu.

Hikâyelerinden Bazılarının Özetleri

KONÇİNALAR

Hikâye, yazarın iskambil kâğıtlarını kişileştirip, onlara hayali özellikler yüklemesi şeklinde kurgulanmıştır.

Yazarın iskambil destesinden en sevdiği kâğıt The Joly Jocker’dır. The Joly Jocker’ı uçarı, cambaz, sihirbaz, neşe dolu bir kişi olarak düşünür. Çünkü bu kâğıtlar her girdikleri oyuna renk ve neşe katmaktadır.

Destenin en itibarlı kâğıtları, Beyler yani ‘As’lardır. Yazar, oldum olası aslardan nefret etmektedir. Onların her birinde bir kral havası vardır. Yazar ise asla as olamayacağı için onlardan hoşlanmaz.

Karamaca beyinde uğursuz bir şeyler sezer. Ona göre, onun sarayında karanlık işler çevrilmekte, mahzenlerinde kelleler uçurulmaktadır.

İspati beyini ise bir Bizans beyine benzetir.

Kupa beyi içlerinde kendisini en yakın hissettiğidir. Onu Osmanlı hanedanına mensup olarak hayal eder.

Karo beyi bir Selçuklu sultanı olmalıdır. Asil, kibar bir havası vardır. Nazik, sevimli biridir.

Resimli kâğıtlar içinde yazarın en çok kanının ısındığı Kupa kızıdır. Kupa kızı; beyaz tenli, etine dolgun, hanım hanımcık bir kızdır. Liseyi bile okuyamamıştır. Ama dikiş nakış bilir. Evin bütün temizlik işlerini yapar. Evlenince de eşi bulunmaz bir hayat arkadaşı olacaktır. Çünkü bu cins kadınlar çocuklarına ve kocalarına çok düşkün olurlar. Onunla evlenince kayın, akıllı uslu Kupa oğlu olacaktır ayrıca.

Babaları Kupa papazı babacan, cana yakın, hoşsohbet bir insandır. Sürekli fıkralar anlatıp güler.

İspati kızı ise sakin, masum gibi görünür. Fakat içten pazarlıklıdır. Ona hiç güven olmaz. Çok temiz gibi görünür; fakat ahlaksızın tekidir. Maçanın oğlu ile sinemalara, plajlara gider. İspati oğlu ise ablasından beterdir. Sarhoş, kumarbaz biridir.

Karolara gelince, kişizade, güngörmüş bir ailedir. Babalan hariciyeden emeklidir. Kızları matmazellerle el bebek gül bebek büyütülmüştür. Beş senedir İngiliz Filolojisi’ne gider, bir türlü bitiremez. Erkek kardeşi ise oğlandan daha çok kıza benzeyen, şımartılmış, eroin dahi kullanan biridir. Yazar böyle asil babadan böyle çocukların olduğuna hayıflanır.

Maçalar bir Ermeni ailesidir. Gedikpaşa’da otururlar. Peder, koyu bir Katolik’tir. Oğlu, Mahmutpaşa’da bir tuhafiye işletmektedir. Kızı, Maça kızı; esmer, kara kaşlı, kara gözlü biridir. Çok tutucudur. Çok kaba sofudur. Ağırbaşlı bir kısmet beklemektedir.

Resimli kâğıtlardan sonra onlularla dokuzlular gelir. Bunlar önemli oyunlara katılma imtiyazına sahiptirler. Bu yüzden hâllerinde bir budalalık göze çarpar. Dokuzluları, mabeynci veya stile, uşağa benzetir. Sekizliler ve yedililer ise ancak bahçıvan yamağı olabilirler.

Konçinalar’a en son sıra gelir. En pespaye oyunlarda bile işe yaramazlar. Oyunları, üzgün ve küskün dışarıdan seyrederler. Varoluşlarının sebebi, öbür kâğıtlara basamak olmaktır. Bu yüzden kölelere benzerler.

Yazar, deste içindeki bu derebeylik sisteminden ve adaletsizlikten nefret etmektedir. Deste içinde demokrasiyi sağlayacak parya ile beyleri aynı sınıfta olduracak bir oyun yoktur. Bunu anladığı günden beri yazar, artık her kâğıda eşit değer tanıyan biricik oyun Pasyans dışında oyun oynamamaktadır.

BİR MOTORDA DÖRT KİŞİ

Güverteyi aydınlatan loş ışığın altında dört kişi vardır: San saçlı bir kadın, çiğ et kokan bir kasap, kel bir profesör, pipolu bir delikanlı. Hepsinin ortak özelliği, son; vapuru kaçırdıkları için uykulu kaptana beş lira vererek bu bu motora atlamış olmalarıdır.

Motor, karanlık bir denizde giderken, her biri kendi içine kapanmış, farklı şeyler düşünmektedir. Esmer delikanlı az evvel ayrıldığı kız arkadaşını, profesör tramvayda okuduğu bir makaleyi, kasap toptancının yolladığı son faturayı düşünmektedir.

Sarışın kadın, üşümüş olduğu için içeriye girer. İçeriye girince yanık bir benzin kokusundan başı döner. Bir pencerenin önüne oturarak dışarıyı seyretmeye başlar. Çamlıca sırtlarında iki uçaksavarın hareketlerini izlerken arka arkaya hemen yakınından bir ateş böceğine benzeyen ışıltılar görür. Bu ışıltıların ardı arkası kesilmez. Birden duyduğu yanık kokusunu hatırlayınca “Yangın var!” diye bağırmaya başlar.

Her yeri bir duman kaplamıştır. Kasap, şaşkınlıktan minderi kucaklamış, profesör tek can simidini başından geçirmiştir. Sarışın kadın, yüzme bilmediğini söyleyerek gence sokulur, kurtarması için ona yalvarır. Genç de yüzme bilmediğini söyler. Oysa yalnızca kendini kurtarabilecek kadar yüzebileceğine inandığı için yalan söylemektedir. Sarışın kadın, feryat içinde kasaba döner. Kasap onu duymaz bile, kurtulursa üç adak adayacağına dair sözler vermektedir. Profesör, ölüm korkusundan beti benzi atmış bir hâldedir. Oysa bugün bir de derste Sokrates’in hayatı bir çırpıda sildiğini anlatmış, kendisinin de aynı şeyi yapabileceğini söylemiştir. Sarışın kadın, bu sefer su dolduran çımacıya yalvarmaya başlar.

Kaptan, olaya müdahale eder. Hepsine kızar. Motordaki sorun hallolmuştur çünkü. Bir süre sonra her şey yoluna girer ve motor aynı hızla çalışmaya başlar. Güverteyi aydınlatan hüzünlü ampulün altında dört yolcu yine kendi dünyalarına çekilmiş bir hâlde otururlar.

Sarışın kadın, sessizleşmiş, elleri titrediği için sigara içememektedir. Genç delikanlı, daha masum bir şekilde pipo içmektedir. Kasap ise adadığı üç kurbandan vazgeçmeyi vicdanına kabul ettirmeye çalışmaktadır Profesör, esmer delikanlı ve kasap sahile inince hemen motordan atlar. Sarışın kadın, yüksek ökçeleri ile atlamakta zorlanınca biraz önce hayatını kurtarması için yalvardığı çımacı yardım için elini uzatır. Sarışın kadın, bu ter kokulu çımacının elinden tutmamak için kendisi atlayarak oradan uzaklaşır.

Benzer İçerikler:

İlginizi Çekebilir:
Kapalı
Başa dön tuşu