Abdürrahim Karakoç

Abdürrahim Karakoç Kimdir?

Abdürrahim Karakoç Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Abdürrahim Karakoç (D: Nisan 1932, K.maraş, Elbistan, Ekinözü (Cela) Köyü – Ö: 7 Haziran 2012, Ankara) Şair, yazar, gazeteci.

Abdürrahim Karakoç

Abdürrahim Karakoç, Nisan 1932 yılında Kahramanmaraş, Elbistan, Ekinözü (Cela) Köyü’nde doğdu. Şair Bahattin Karakoç ağabeyi. İlkokul’dan sonra öğrenimini sürdüremedi. Köyünde bir süre marangozluk yaptı, belediyede muhasebeci olarak çalıştı (1958-1984), emekli olup Ankara Sincan’a yerleşti.

Yeni Ufuk, Yeni Düşünce, Yeni Hafta ve başka dergilerde yayımladığı birçok şiir için soruşturma açıldı, beraat etti. İlk şiiri Elbistan’da basılan Engizek gazetesinde 1955’te çıkan bir taşlamaydı. Sonraki şiirlerini de hep halk şairleri gelenek ve doğrultusunda yazdı, taşlamalarıyla tanındı.

07 Haziran 2012 tarihinde, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde yoğun bakımda iken 80 yaşında hayatını kaybetti.

Abdürrahim Karakoç’un Eserleri

Şiir:

  • Hasan’a Mektuplar (1965)
  • Eli Kulakta (1969)
  • Vur Emri (1973)
  • Kan Yazısı (1978)
  • Suları Islatamadım (1983)
  • Beşinci Mevsim (1985)
  • Dosta Doğru, Akıl Karaya Vurdu (1994)
  • Yasaklı Rüyalar (2000)
  • Gökçekimi (2000)
  • Gerdanlık – I (2000)
  • Gerdanlık – II (2002)
  • Parmak İzi (2002)
  • Yağmur Yerden Yağar (2002)
  • Gerdanlık – III (2005)
  • Anadolu’da Bahar (2007)
  • Barış Çağrısı-Dünya Barışına Çağrı Grubu-Meneviş Yayınları (2009)

Deneme:

  • Düşünce Yazıları (1990)

Abdürrahim Karakoç’un Şiirlerinden Örnekler

MİHRİBAN

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban!
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban!

Yâr deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor
Lâmbamda titreyen alev üşüyor
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban!

Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban!

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban!

Boşa bağlanmamış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban!

Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban!

Unutursun Mihribanım

“Unutmak kolay mı?” deme
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.

Zaman erir kelep kelep.
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep
Unutursun Mihriban’ım.

Yıllar sinene yaslanır
Hâtıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır…
Unutursun Mihriban’ım.

Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce…
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım.

Gün geçer, azalır sevgi
Değişir her şeyin rengi.
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.

Düzen böyle bu gemide
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.

(Dosta Doğru)

Anadolu Sevgisi

Sen bizim dağları bilmezsin gülüm,
Hele boz dumanlar çekilsin de gör.
Her haftası bayram, her günü düğün,
Hele yaylalara çıkılsın da gör.

Bilmezsin ovalar nasıldır bizde;
Kağnılar yollarda, yoncalar dizde…
Saydıklarım damla değil denizde,
Hele bir ekinler ekilsin de gör.

Görmedin sen bizim mavi suları,
Karlar eriyince kırar yuları…
Köpük olur beyaz, sel olur sarı;
Hele taştan taşa dökülsün de gör.

Sen bizim köyleri görmedin ki hiç,
Yolları toz, çamur, evleri kerpiç.
O kirli kabukta, o en temiz iç;
Hele bir yakından bakılsın da gör.

Anlamaz, bilmezsin sen bizim halkı,
Sevgiyi bulasın, yakına gel ki…
Kalıplar gerçeği göstermez belki
Gönül perdeleri sökülsün de gör.

(Dosta Doğru)

ACABA

Uyuyan göllere ay ışığında
Sevginin resmini çizsem kim anlar?
Tomurcuk ayrılıp, gül açtığında
Yağmurun saçını çözsem kim anlar?

Bir mekân kaplamış ne varsa nerde
Kendi ötesini saklar her perde
Sonsuzluğun sona erdiği yerde
Huduttan bir kulaç kazsam kim anlar?

Aşk, kömür beyazı; kin, süt karası
Eklenir yarama her dost yarası
Et oldum bıçakla kemik arası
Cellatla ahdimi bozsam kim anlar?

Doğumda yalan var, ölümde gerçek
Bir şeyler anlatır balık, kuş, çiçek
Kırık gönülleri toplayıp tek tek
Toplayıp göğsüme dizsem kim anlar?

Gün geldi zamanı gömdüm kabire
Dağ oldu aklımın verdiği fire
Bağlasam telaşı çelik zincire
Sabrın derisini yüzsem kim anlar?

İçte deprem olur dışın düğümü
İhlâssız çözülmez işin düğümü
Aklımdan geçeni, düşündüğümü
Okusam kim dinler, yazsam kim anlar?

(Gökçekimi)

50.YIL HESABI

Bağladım nefsimi zincir yulara
Dünyayı duvara astım; gel de gör.
Rahatı huzuru attım kenara
Çileyi bağrıma bastım; gel de gör.

Yürüdüm sel oldum, durdum göl oldum
Mazluma, mağdura kıvrak dil oldum
Zulüm sıcağında serin yel oldum
Yürekten yüreğe estim; gel de gör.

Sonu hatırladım, ilki duyunca
Kula kul olmadım ömür boyunca
Hakkın zehirini içtim doyunca
Batılın balına kustum; gel de gör.

Ülfetim olmadı iriler ile
Ağıla girmedim sürüler ile
Ölümden korkmayan diriler ile
Selâmı, sabahı kestim; gel de gör.

Aşk ceylanı emzirince sütünü
Taşa çalıp, kırdım benlik putunu
Düşmanımdır inkârcının bütünü
Allah dostlarıdır dostum; gel de gör.

Bazı kötülüğü kovdum elimle
Bazı kötülüğü yerdim dilimle
Gücüm yetmeyince kendi hâlimle
Haksıza buğzettim, küstüm; gel de gör.

Çıkar için lâf davulu çalmadım
Hiçbir yerden makam, rütbe almadım
Bildimse söyledim; korkak olmadım
Bilmediğim yerde sustum; gel de gör.

Suları Islatamadım (s. 46)

BEŞİNCİ MEVSİM

Düştü can evime dördüncü cemre
Dünyayı üçüncü gözümle gördüm.
Dörtyüz seksenbeş gün çekti bir sene
Onaltıncı aya takvimsiz girdim.

Aynalara baktım korku gösterdi
Saatler her sabah kırkı gösterdi
Namlular, nişanlar Türk’ü gösterdi
Hayatım boyunca hedefte durdum.

Gül sundum yediler, koklamadılar
Armağan can verdim saklamadılar
Gittim… gelir diye beklemediler
Kaybolan gölgemi yollara sordum.

Getirdim yanıma ay’ı bir karış
Ölçtüm ki dağların boyu bir karış
Şehiri bir adım, köyü bir karış
Damlada denizdir en küçük derdim.

Savurdum, eledim, seçtim zamanı
Yaprak, yaprak tel tel açtım zamanı
Haftada üç asır geçtim zamanı
Nereye gittimse zamansız vardım.

Yırtıldı ruhlara çizdiğim resim
Yazık, kuklalara sığmadı sesim
Yaşadığım şimdi beşinci mevsim
Çağın çilesini sırtıma sardım

Bayramlar Bayram Ola – 1

Güneş yükselmeden kuşluk yerine
Bir adam camiden döndü evine
Oturdu sessizce yer minderine

Kızı “Bayram” dedi, yalın ayaklı
Adam “Bayram” dedi, tam ağlamaklı…

Eli öpüldükçe içi burkuldu
Konuşmak istedi, dili tutuldu
Güç belâ ağzından bir “off! ” kurtuldu

Oğlu “Bayram” dedi, sırtı yamalı
Adam “he ya” dedi, gözü kapalı…

Düşündü kış yakın, evde odun yok
Tenekede yağ yok, çuvalda un yok
Yok yoka karışmış; tuz yok, sabun yok

Avrat “Bayram” dedi, eğdi başını
Adam “evet” dedi, sıktı dişini…

Çalışsa ne iş var, ne cepte para
Dağ oldu içinde büyüyen yara
Dikti gözlerini karşı duvara

Takvim “Bayram” dedi, silindi yazı
Adam “öyle” dedi, bağrında sızı…

Döndürse yönünü herhangi dosta
Yaralı, gariban, dul, yetim, hasta
Yıllar, aylar, günler erirken yasta

Yer-gök “Bayram” dedi, ağzını açtı
Adam “Bayram” dedi, evinden kaçtı!..

(Suları Islatamadım)

İsyanlı Sükût

Gitmişti makama arz-ı hâl için
‘Bey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim..
‘Şey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı…
Bir baktı konağa alttan yukarı
‘Vay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Çekti ayakları kahveye vardı
Açtı tabakasın, sigara sardı
Daldı.. neden sonra garsonu gördü
‘Çay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

İçmedi, masada unuttu çayı
Kalktı ki garsona vere parayı
Uzattı çakmağı ve sigarayı
‘Say’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş
Sandım can evime döktüler ateş
Sordum: ‘memleketin neresi gardaş? ‘
‘Köy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden
Ağzına küfürler doldu zehirden
Salladı dilini.. vazgeçti birden,
‘Oyyy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

(Vur Emri)

Açık Dilekçe

Görmediğim bir bambaşka durum var
Sizin şehrin kızlarında savcı bey!
Yaklaşanı tâ yürekten vururlar
Kan kokuyor gözlerinde savcı bey!

Gayeleri gönül kırmak dal gibi
Bakışları çifte faul bal gibi
Ülkeler fethetmiş bir kral gibi
Gurur dolu pozlarında savcı bey!

Kaş yaparken, göz çıkarır elleri
Çok silâhtan tesirlidir dilleri
Hayret ettim, bir tuhaf ki hâlleri,
Poyraz eser yüzlerinde savcı bey!

Derviş olup çıktım tığsız, tebersiz
İlk görüşte avladılar habersiz
Pişirdiler beni tuzsuz, bibersiz
Kebap oldum közlerinde savcı bey!

Bölüştüler gönlüm ile aklımı
Davacıyım, ara benim hakkımı…
Bir yol göster, haksız mıyım, haklı mı?
Yorulmayım izlerinde savcı bey.

İncitme

Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.

Yollar uzun, yollar ince
Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce
Bıçak senden incinmesin.

Burdayım de ararlarsa
Doğru söyle sorarlarsa
Tabutuna sararlarsa
Bayrak senden incinmesin.

İl göçsün göçtüğün vakit
Yol yansın geçtiğin vakit
Suyundan içtiğin vakit
Kaynak senden incinmesin.

Toz konmasın sakın sana
Hakkı geçer halkın sana
Gücenmesin yakın sana
Uzak senden incinmesin.

(Yasaklı Rüyalar)

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu