Mustafa Kemal Atatürk ve Nutuk

Mustafa Kemal Atatürk ve Nutuk

Atatürk’ün Yaşamı

Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk 1881’de Selanik’te Kocakasım Mahallesi, Islahhane Caddesi’ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım’dır.

Aile, baba (Hafiz Ahmet Efendi) tarafından 14. – 15.yüzyıllarda Konya ve Aydın’dan Makedonya’ya yerleştirilen Kocacık yörüklerindendi. Annesi Zübeyde Hanım, Selanik’e bağlı Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıydı.

Ali Rıza Efendi, 1871 yılında Zübeyde Hanım’la evlendi. Milis subaylığı, vakıflarda memurluk ve kereste ticareti yaptı. Altı çocukları oldu. Ne var ki dördü çok küçük yaşta öldü, yalnızca Makbule (Atadan) 1956 yılına kadar yaşadı.

Çocukluğu, Okul Yaşamı

Mustafa okula başlayacağı zaman, babası günümüzün çağdaş bir okulu sayılan Şemsi Efendi Mektebi’ne, annesi ise ilahilerle mahalle mektebine gitmesini istiyordu. Mustafa, babası gibi düşünüyordu. Sonunda sorunu babası çözdü. Önce törenlerle mahalle mektebine başladı, annesinin gönlü oldu, birkaç gün sonra da Şemsi Efendi Mektebi’ne yazıldı.

Az zaman sonra babasını yitiren (1888) Mustafa, annesiyle birlikte dayısının çiftliğine yerleşti. Burada bakla tarlasını kargalardan nasıl koruduğunu Mustafa hiçbir zaman unutamadı. Zübeyde Hanım, Mustafa’nın okulsuz kalmaması için Selanik’te bulunan kız kardeşinin yanına gitmeye ve Mustafa’yı Selanik’te Mülkiye İdâdisine kaydettirmeye karar verdi. Dediğini yaptı, Mustafa İdâdiye’ye kaydoldu, öğrenimini sürdürdü. Mustafa’nın bu okulda Kaymak Hafiz adında bir öğretmenden yediği dayak, büyükannesinin tepkisiyle karşılaştı. Mustafa’ya okula göndermedi. Çünkü Kaymak Hafiz’ın dövmesi sonucu tüm vücudu kan içinde kalmıştı.

Bu arada Mustafa, komşuları Binbaşı Kadri Bey’i gelip giderken görüyor, onun giysileri çok hoşuna gidiyordu. Üstelik oğlu Ahmet Bey, Askeri Rüştiye’ye devam ediyor, onun da okul kıyafeti askeri üniforması Mustafa’yı askeri okulda okumaya heveslendiriyordu.

Bir gün Selanik’e gelen annesine Askeri Rüştiye’ye girmek istediğini söyledi, annesi karşı çıktı. Bunun üzerine Mustafa, annesine sezdirmeden sınavlara girdi ve Askeri Rüştiye’de okuma hakkını kazandı (1893).

Adı “Mustafa Kemal” Oldu.

Bu okulda Matematik öğretmeni Mustafa Bey, Mustafa’nın matematik konusundaki üstün yeteneklerini gördükten sonra;

-Oğlum, senin de ismin Mustafa, benim de. Bu böyle olmayacak, arada bir fark bulunmalı. Bundan sonra adın (Mustafa Kemal) olsun dedi.

O zamandan beri adına “Kemal”i ekledi.

Subaylığa İlk Adım

Manastır Askeri İdâdisi

1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdâdisi’ni bitirdi, İstanbul’da Harp Okulu’na başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu. Harp Akademisi’ne devam etti. 11 Ocak 1905’te yüzbaşı rütbesiyle Akademi’yi tamamladı. 1905-1907 yıllan arasında Şam’da 5. Ordu emrinde görev yaptı. 1907’de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu. Manastır’a 3. Ordu’ya atandı. 19 Nisan 1909’da 31 Mart Olayı’nı bastırmak üzere İstanbul’a giren Hareket Ordusu’nda Kurmay Başkanı olarak görev yaptı. Fransa’ya gönderildi (1910). Picardie Manevralan’na katıldı. 1911 yılında İstanbul’da Genel Kurmay Başkanlığı emrine atandı.

Savaş Alanlarında Geçen Yıllar

1911 yılında İtalyanların Trablusgarp’a hücumu ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911’de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşı’nı kazandı. 6 Mart 1912’de Derne Komutanlığına getirildi.

Ekim 1912’de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal, Gelibolu ve Bolayır’daki birliklerle savaşa katıldı. Dimetoka ve Edirne’nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında Sofya Ateşemiliterliğine atandı. Bu görevdeyken 1914 yılında yarbaylığa yükseltildi. Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915’te sona erdi.

I. Dünya Savaşı başladığında Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kaldı. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirdağ’da görevlendirildi.

1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı’nda, Mustafa Kemal Çanakkale’de bir kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine ” Çanakkale geçilmez!” dedirtti. 18 Mart 1915’te Çanakkale Boğazı’nı geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası’na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915’te Arıburnu’na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal’in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı’nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseltildi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915’te Arıburnu’nda tekrar saldırıya geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos’ta Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos’ta Kireçtepe, 21 Ağustos’ta II. Anafartalar zaferleri takip etti.

Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 253.000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bildi. Mustafa Kemal’in askerlerine Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum! sözünün gücü kendini kanıtladı.

Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları’dan sonra 1916’da Edirne ve Diyarbakır’da görev aldı. 1 Nisan 1916’da tümgeneralliğe yükseltildi. Rus güçleriyle savaşarak Muş ve Bitlis’in geri alınmasını sağladı. Şam ve Halep’teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917’de İstanbul’a geldi. Veliaht Vahdettin Efendi’yle Almanya’ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Ne var ki bu yolculuktan sonra hastalandı. Viyana ve Karisbad’a giderek tedavi oldu. 15 Ağustos 1918’de Halep’e 7. Ordu Komutanı olarak döndü. Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Mondros Ateşkesi’nin (Mütarekesi) imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918’de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelip Harbiye Nezâreti’nde (Bakanlığında) göreve başladı.

19 Mayıs 1919, Samsun’a Çıkış

Mondros Ateşkesi’nden sonra İtilaf Devletleri’nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak ve vatanın kurtuluşu için 16 Mayıs’ta Bandırma vapuruyla yola çıktı, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ilk adımı attı. Orada büyük bir vatansever grupla bir araya geldi. 22 Haziran 1919’da Amasya’da yayımladığı genelgeyle “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve karan kurtaracaktır.” görüşünü dile getirdi ve Sivas Kongresi’ni toplantıya çağırdı.

“Milletin istiklâlini yine milletin azim ve karan kurtaracaktır.”

23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi’ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919’da Ankara’da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasını sağladı, Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Meclis ve Hükümet Başkanlığı’na Mustafa Kemal seçildi. TBMM, Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı.

15 Mayıs 1919’da Yunanlılar’ın İzmir’i işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla zafere giden yolda, savaş başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması’nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşan I. Dünya Savaşının galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle karşı konuldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye – Ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.

Kurtuluş Savaşı

Mustafa Kemal yönetimindeki Kurtuluş Savaşı’nın önemli aşamaları şunlardır:

• Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü’nün (7 Kasım 1920) kurtarılışı.
• Çukurova, Gazi Antep, Kahramanmaraş, Şanlıurfa savunmaları (1919-1921)
• 1. İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921)
• 2. İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921)
• Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921) ,
• Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muharebesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos, 9 Eylül 1922)

TBMM Sakarya Zaferi’nden sonra 19 Eylül 1921’de Mustafa Kemal’e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi.

(Not: Mareşal Nedir? Mareşal, Türk Kara Kuvvetleri ve Türk Hava Kuvvetlerinde en yüksek askerî rütbe. Türk Deniz Kuvvetlerindeki karşılığı büyükamiraldir. Bu rütbe en yüksek askeri rütbe olmakla beraber diğer rütbelerden önemli bir farkı kıdem ve bekleme ile kazanılamamasıdır. )

Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’yla sonuçlandı. Böylece Türkiye topraklan üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu

23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM açıldı.

23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM açıldı. Padişah egemenliği sona erdi. Egemenlik ulusa geçti. Meclis ulusal egemenliğin tek temsilcisi kabul edildi. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı’nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922’de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı.

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi. Atatürk oy birliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet’in ilk hükümeti kuruldu.

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”

Türkiye Cumhuriyeti, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” ve “Yurtta barış cihanda barış.” temelleri üzerinde yükselmeye başladı. Atatürk, Türkiye’yi “Çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak” amacıyla bir dizi devrim yaptı.

Bu devrimleri beş başlık altında toplanabilir:

1. Siyasal Devrimler

  • Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
  • Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)
  • Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)

2. Toplumsal Devrimler

  • Kadın-erkek eşit hakların kabulü (1926-1934)
  • Şapka ve kıyafet devrimi (25 Kasım 1925)
  • Tekke zaviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925)
  • Soyadı yasası ( 21 Haziran 1934)
  • Lâkap ve unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934)
  • Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerin benimsenmesi (1925-1931)

3. Hukuk Devrimi

  • Mecellenin kaldırılması (1924-1937)
  • Türk Medeni Kanunu ve diğer kanunların çıkarılarak laik hukuk düzenine geçilmesi (1924-1937)

4. Eğitim ve Kültür Alanındaki Devrimler

  • Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924)
  • Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928)
  • Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1931-1932)
  • Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs. 1933)
  • Güzel sanatlarda yenilikler

5. Ekonomi Alanında Devrimler

  • Aşârın kaldırılması
  • Çiftçinin özendirilmesi
  • Örnek çiftliklerin kurulması
  • Sanayiyi Teşvik Kanunu’nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının kurulması
  • 1. ve 2. Kalkınma Planları’nın (1933-1937) uygulamaya konulması, yurdun yeni yollarla donatılması

Ayrıca bakınız⇒ Atatürk İlke ve İnkılâpları

Soyadı Kanunu gereğince, 24 Kasım 1934’te TBMM tarafından Mustafa Kemal’e “ATATÜRK“, soyadı verildi.

Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi. Devlet-Hükümet Başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. TBMM Atatürk’ü 1927, 1931, 1935 yıllarında yeniden cumhurbaşkanlığına seçti.

Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. Aksayan yönleri gördükçe ilgilileri uyardı. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye’yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını komutanlarını ağırladı.

15-20 Ekim 1927 tarihinde Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyet’in kuruluşunu anlatan Söylev’i, 29 Ekim 1933 tarihinde de Cumhuriyet’in 10. Yıl Nutku’nu okudu.

Özel Yaşamı

Atatürk, özel yaşamında sadelik içinde yaşadı. 29 Ocak 1923’te Latife Hanım’la evlendi. Birçok yurt gezisine birlikte çıktılar. Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü. Çocukları çok seven Atatürk, Afet (İnan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edindi. Abdurrahim ve İhsan adlı çocukları himayesine aldı. Onlara iyi bir gelecek hazırladı.

Atatürk’ün Vasiyeti

Atatürk’ün Vasiyeti

5 Eylül 1938’de Mustafa Kemal Atatürk’ün el yazısıyla kaleme aldığı vasiyetnamenin içeriği ise şöyle:

“Malik olduğum bütün nukut ve hisse senetleriyle Çankaya’daki menkul ve gayrimenkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisi’ne atideki şartlarla terk ve vasiyet ediyorum:

1) Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.
2) Her seneki nemadan, bana nisbetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule’ye ayda bin, Afet’e 800, Sabiha Gökçen’e 600, Ülkü’ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile’ye şimdiki yüzer lira verilecektir.
3) Sabiha Gökçen’e bir ev de alınabilecek ayrıca para verilecektir.
4) Makbule’nin yaşadığı müddetçe Çankaya’da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.
5) İsmet İnönü’nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.
6) Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.”

1937 yılında çiftliklerini hâzineye, bir kısım taşınmazlarını da Ankara ve Bursa Belediyelerine bağışladı. Mirasından kızkardeşine, manevi evlatlarına, İsmet İnönü’nün çocukları Ömer ve Erdal İnönü’nün öğrenimlerine, Türk Dil ve Tarih Kurumlarına pay ayırdı.

Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok severdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine aşın ilgisi vardı. Tavla ve, bilardo oynamaktan büyük keyif alırdı. Sakarya adlı atıyla, köpeği Fox’a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları davet eder, ülkenin sorunlarını tartışırdı. Temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık Atatürk Orman Çiftliği’ne gider, çalışmalara bizzat katılırdı.

Atatürk, Fransızca ve Almanca biliyordu. Gece gündüz demeden çok çalışıyor, neredeyse hiç dinlenmiyordu. Son dönemde siroz hastalığına yakalandığı, tanı ve tedavide de geç kalındığı ortaya çıktı. 10 Kasım 1938 saat 9.05’te İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda hayata gözlerini yumdu.

10 Kasım 1938

Bütün yurt gözyaşlarına boğuldu. Dünyanın tüm devletleri onun vatanseverliğini, dahiliğini, kahramanlığını dile getiren demeçler verdiler. Ulusumuzun yası günlerce değil, yıllarca sürdü. Ama onu sevmenin yas tutmakla değil, onun düşüncelerine sahip çıkmakla olabileceğini kararına varıldı. Düşünceleri yaygınlaştırılmaya çalışıldı.Atatürk’ün cenazesi 21 Kasım 1938 günü törenle geçici istirahatgâhı olan Ankara Etnografya Müzesi’nde toprağa verildi, Anıtkabir yapılınca da görkemli bir . törenle 10 Kasım 1953 günü buraya nakledildi.

NUTUK (Söylev)

Nutuk

Yurdu düşmanlardan kurtaran, Cumhuriyet’i kuran Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşı tarihini en ince noktalarına kadar, belgeleriyle açıkladı. 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi salonunda, altı günde 36 saatlik bir konuşma yaparak ulaşılan başarılan bir bir sıraladı. Atatürk, bu Büyük Söylev’ini doğallıkla o günün diliyle yaptı.

Söylev, Kurtuluş Savaşımızı aydınlatan güvenilir bir kaynak, onun önderi ve Cumhuriyetimizin kurucusu olan M. Kemal Atatürk’ü en iyi anlatan kitaptır. Gerek Söylev ve gerekse Onuncu Yıl Nutku, dünya edebiyatında sayısı az olan bir seçkin bir söylev örneği oluşturmaktadır.

Ne kadar dirençli, dayançlı (sabırlı), ileri görüşlü ve yürekli bir asker, devlet adamı olduğu Söylev’in her sayfasından anlaşılabilir. M. Kemal Atatürk, bu yapıtıyla üstün bir konuşmacı ve devrimci olduğunu da kanıtladı, yalnızca o günkü insanlara değil, gelecek kuşaklara da yol gösterdi. Asker, sivil her kamu görevlisi, bunaldığı, başı sıkıştığı zaman Söylev’i okuyabilir ve orada toplumsal sorunları çözümlemede sağlam, her zaman geçerli çıkış yollan bulabilir.

“Söylev’i niçin verdim?”

Böyle bir Söylev’e niçin gerek gördüğünü Atatürk şöyle anlatır:

“Sayın Baylar, sizi günlerce işlerinizden alıkoyan ayrıntılı sözlerim, en sonunda tarihe mal olmuş bir çağrı öyküsüdür. Bunda, ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmişsem kendimi mutlu sayacağım.

Bu Söylev’imle, ulusal varlığı sona, ermiş sayılan büyük Türk Ulusu’nun, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son verilerine dayanan ulusal ve çağdaş bir Devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun köşesini sulayan kanların karşılığıdır.”

Gazi M. Kemal

Nutuk Şöyle Başlar:

SAMSUN’A ÇIKTIĞIM GÜN YURDUMUZUN GENEL DURUMU

19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığım zaman yurdumuzun genel durumu şöyleydi: Osmanlı Devleti, içinde bulunduğu toplulukla birlikte Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmıştı. Devlet her yanda zedelenmiş, koşullan çok ağır bir Ateşkes Anlaşması imzalanmıştı.

Ulusumuz yorgun ve yoksuldu.

Devletimizi ve ulusumuzu bu duruma sokakların bir bölüğü başlarının derdine düşmüşler, yurttan kaçmışlardı. Padişah ve halife olan Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını kurtarmanın yollarını arıyordu. Damat Ferit Paşa’nın başbakanlığındaki hükümet, güçsüz, onursuz, korkaktı. Padişah Vahdettin’in ağzına bakıyordu. Elinden silahlan ve cephanesi alınmış olan ordumuz, dağılmak üzereydi.

Yurdumuz, her taraftan düşmanla kuşatılmıştı. Başkent İstanbul, yabancı askerlerin ve gemilerin gözetimi altındaydı. Adana’ya Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep ve Merzifon’a İngilizler girmişti. Antalya ve Konya’da İtalyan askerleri bulunuyordu. İzmir’de Yunanlılar…

Atatürk’ün Gençliğe  Hitabı (Seslenişi)

Atatürk’ün Gençliğe  Hitabı

Ey Türk Gençliği!

Birinci ödevin Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuza dek korumak ve savunmaktır.

Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli güven kaynağındır. Gelecekte de, yurt içinde ve dışında, seni bu kaynaktan yoksun etmek isteyecek kötücüller bulunacaktır. Bir gün, bağımsızlığını ve Cumhuriyet’ini savunmak zorunda kalırsan, ödeve atılmak için, içinde bulunacağın ortamın olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve koşullar çok elverişsiz olabilir. Bağımsızlığına ve Cumhuriyet’ine kıymak isteyecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir yenginin temsilcisi olabilirler. Zorla, ya da aldatıcı düzenlerle, sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün gemi yapım yerleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve vurdun her köşesine eylemli olarak girilmiş olabilir. Bütün bu durumlardan daha acı ve daha korkunç olmak üzere, yurdun içinde yönetim başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık ve üstelik hayırdık içinde bulunabilirler. Dahası, kişisel çıkarlarını, yurduna girip yayılmış olan düşmanların siyasal erekleriyle birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve darlık içinde bezgin ve bitkin düşmüş olabilir.

Ey Türk geleceğinin kuşakları! İşte bu ortam ve koşullarda bile ödevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyeti’ni kurtarmaktır! Gereksindiğin güç, damarlarındaki soylu kanda vardır.

Cumhuriyetin Onuncu Yıl Nutku

Türk Milleti,

Kurtuluş Savaşı’na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün, Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun.

Bu anda büyük Türk Milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinç ve heyecanı içindeyim.

Yurttaşlarım,

Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bundaki muvaffakiyeti Türk Milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârane yürümesine borçluyuz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medenî memleketi seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için bizde zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici ve zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız. Daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk Milletinin karakteri yüksektir, Türk Milleti çalışkandır, Türk Milleti zekidir. Çünkü Türk Milleti birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir ve çünkü Türk Milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meş’ale müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk Milletinin tarihî vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fitrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini ve millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.

Türk Milletine çok yaraşan bu ülkü, onu bütün beşeriyette hakikî huzurun temini yolunda kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır.

Büyük Türk Milleti,

On beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vaad eden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküyü tam ve bütünlükle yürütmekte olan Türk Milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfi ve büyük medenî kabiliyeti bundan sonraki inkişafiyla atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.

Türk Milleti,

Edebiyete akıp giden her on senede bu büyük millet bayramını daha büyük şerefle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türk’üm diyene!

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu