Orhan Pamuk Romanlarının Özetleri

Orhan Pamuk Romanları

Orhan Pamuk Romanlarının Kısa Özetleri

Orhan Pamuk Romanları

Orhan Pamuk romanlarının kronolojik sıraya göre kısa tanıtımları, özetleri

1. Cevdet Bey ve Oğulları (1982)
2. Sessiz Ev (1983)
3. Beyaz Kale (1985)
4. Kara Kitap (1990)
5. Yeni Hayat (1994)
6. Benim Adım Kırmızı (1998)
7. Kar (2002)
8. Masumiyet Müzesi (2008)
9. Kafamda Bir Tuhaflık (2014)
10. Kırmızı Saçlı Kadın (2016)

CEVDET BEY VE OĞULLARI (1982)

Cevdet Bey ve Oğulları

Cevdet Bey ve Oğulları, Abdülhamit’in son yıllarında küçük dükkân sahibi, Nişantaşılı ilk Müslüman tüccarlardan Cevdet Bey’in ve oğullarının, yüzyıl başından günümüze kadar üç kuşaklık hikayesidir. Bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin özel hayatının da hikâyesidir. Eserde ev içlerinin renkleri, zamanın akışı, günlük sıradan konuşmalar, Batıklaşan büyük aileler, Beyoğlu’na çıkıp yapılan alışverişler kahramanlar vasıtasıyla anlatılmıştır.

SESSİZ EV (1983)

Sessiz Ev – Orhan Pamuk

Sessiz Ev; biri tarihçi, biri devrimci, biri de zengin olmayı kafasına koymuş üç torunun, 1980 yazında İstanbul’dan elli kilometre uzakta, Cennethisar’da yaşayan babaannelerini konağında geçirdikleri bir haftanın öyküsüdür.

Yüzyılın başında, siyasetle uğraştığı için İstanbul’dan uzaklaştırılan, sürgüne gönderilen dede, Cennethisar’da bir konağa yerleşmiş bütün yaşamını Doğu ile batı arasındaki uçurumu kapatacağını sandığı büyük bir ansiklopedinin yazımına vermiştir. Öldükten sonra babaanne ile cüce kâhya tek başlarına kalırlar. Her yaz olduğu gibi bu yaz da şehirden gelecek torunlar beklenir. Torunlar gelince, tam babaannenin düşündüğü gibi aynı konuşmalar yapılır ve herkes kendi odasına ve kendi dünyasına çekilir. Babaanneyle beraber dedelerinin mezarını ziyaret ederler. Kitapta belirli bir konu işlenmemektedir. Aslında kitabı ilginç yapan da budur. Olaylar sırasında kişilerin kendi bakış açılarından düşüncelerini anılarını öğreniyoruz. Genel olarak iki aşk hikâyesi işlenmiş. Torunlardan biri olan Nilgün’ü Cennethisar’da oturan eski çocukluk aşkı Haşan hala sevmektedir. Haşan geçen zaman içinde solcu görüşlerin etkisinde kalmış ve kasabada sanki onların bir adamı olarak yardım parası haraç toplamaktadır. Diğer bir torun olan Metin ise Ceylan adındaki zengin bir kıza âşıktır. Bir süre sonra evdekilerin de bundan haberleri olacaktır. Faruk Bey uzun zamandır aşırı derecede içki içmektedir. Ev halkı ve babaanne bunu görüp ellerinden bir şeyin gelmediği için üzülmektedirler. Kitabın sonlarına doğru Nilgün’ün cumhuriyet gazetesi aldığını gören Haşan onunla tartışırlar. Tartışma sonucu yere düşen Nilgün beyin kanaması geçirir bir gün sonra ölür.

BEYAZ KALE (1985)

Beyaz Kale – Orhan Pamuk

Beyaz Kale romanında 17. yüzyılda Türkler tarafından esir edilen Venedikli bir bilim adamının başından geçenler anlatılır. Hoca; iyi bir eğitim görmüş ve parlak zekâlı, hırslı ve okumayı seven bir kişidir. Venediklinin içinde olduğu gemi Türk gemilerinin baskınına uğrar. Venedikli esir olur. İstanbul’da zindana atılır. Burada hastaları tedavi eder. Paşa onun astronomi, matematik, tıp ve mühendislikten anladığını öğrenir. Paşa nefes darlığı çeker, onu iyileştirir. Ama zindandan çıkarılmaz. Bir gün Paşa onu çağırır, tıpkı kendine benzeyen Hoca diye hitap edilen biriyle tanıştırılır. Hocayla ona bir düğün için fişek hazırlama görevi verilir. Güzel bir gösteri hazırlarlar. Paşa bir gün yeniden Venedikliyi çağırır, dinini değiştirirse azat edeceğini yoksa onu öldüreceğini söyler. Din değiştirmez. Paşa da onu Hoca’ya köle olarak verir. Hocanın yanında yaşamaya birbirlerinden istifade etmeye başlarlar. Hoca saraya müneccimbaşı olur, ondan büyük bir silah yapması istenir. Hoca, yerine Venedikliyi gönderir. Kimse bir şey anlamaz. Beyaz Kale kuşatmasında yaptığı silahı kullanmak isterler, ama silah çalışmaz. Padişah müneccimbaşının öldürülmesini ister. Venedikli ile Hoca kıyafetlerini değiştirir. Hoca kılığına giren Venedikli kurtulur, Hocanın öldüğünü sanır. Hoca olarak uzun yıllar yaşar. Bir gün bir adam gelir Hoca’nın İtalya’da yaşadığını, evlendiğini, zengin olduğunu söyler ve Hoca’nın yazdığı kitabı okuduğunu söyler. Hoca kılığındaki Venedikli de bir kitap yazmıştır. Kitapların ikisinin de sonu aynı cümlelerle bitmektedir. Hoca onun İtalya’daki hayatını o da İstanbul’da Hoca’nın hayatını yaşamaktadır.

KARA KİTAP (1990)

Kara Kitap – Orhan Pamuk

Orhan Pamuk’un Kara Kitap romanı dünya çapında çokça konuşulmuş, belli başlı dillere çevrilmiştir. Doğu edebiyatına özgü motiflerin kullanıldığı romanda verilen her değer, simgesel özellikler taşımaktadır. Şeyh Galip‘in Hüsn ü Aşk’ından Binbir Gece Masalları’na, Attâr’ın Mantıku’t Tayr’ından Mevlâna’nın Mesnevi’sine kadar geleneksel metinlerin anlatım biçimleri romanın tekniğini oluşturmaktadır.

Romanın konusu ise günümüzde değerlerinden koptuğu için çevresinden soyutlanan bu yüzden de yalnızlaşan insanın kendisini bulması, kendisi olması çevresinde şekillenir.

“Ayna metaforu”nun kullanıldığı roman, geleneksel anlatı türlerinden metinler arasılık tekniğinden yararlanarak post modern bir roman yazılabileceğini göstermesi bakımından önemlidir.

Kahramanlar alegorik niteliktedir. Gazeteci “Celal Salik” Mevlana’yı; Avukat Galip ondan 500 yıl sonra Mevlevi Şeyhi olan Şeyh Galip’i, Avukat Galip’in eşi “Rüya” Hüsn ü Aşk’taki kadın kahraman olan Hüsn’ü temsil etmendir. Yazar bu kitapta “ayna motifi”ni başarıyla uygulamıştır. Her kahraman tarihsel bir kişiliğe ayna tutmaktadır.

Kısa özet:

Avukat Galip, İstanbul’da yaşar. Bir gün, karısı Rüya ardında küçük bir açıklama bırakarak onu terk eder. Galip, çocukluk aşkı, arkadaşı, amcasının kızı, sevgilisi ve kayıp karısı Rüyayı karlı bir kış günü İstanbul’da aramaya başlar. Karısının, bir gazetede köşe yazarı olan kardeşi Celâl’le olduğundan şüphelenir ve Celâl’in de kayıp olduğunu öğrenir. Galip araştırmaları sırasında, Celâl’in yeniden basılan, İstanbul ve tarihi hakkındaki yazılarını bir araya getirir. Bir süre sonra Celâl gibi yaşayarak onun nasıl düşündüğünü anlayabileceğine ve böylece yerlerini bulabileceğine inanır. Bu düşünceyle Celâl’in apartmanında bir daire tutar; bir süre sonra onun elbiselerini giymeye ve onun köşe yazılarını yazmaya başlar. Galip çocukluğundan beri Celâl’e hayrandır, içinde bulunduğu durum Celâl olma fırsatıdır onun için. Bir süre sonra karısını aramaktan vazgeçer. Gazeteci Celâl olarak BBC televizyonundan gelen kişilerle röportaj yapar, telefonda hayranlarıyla Celâlmiş gibi konuşur. Romanın sonunda çok eski bir hayranı, Celâl’in, karısını ayarttığını öne sürerek bir akşam vakti yolda yürüyen Celâl ile Rüya’yı tabancayla vurur, ikisinin de ölmesinden sonra Galip, avukatlığa devam eder fakat Celâl’in yerine de köşe yazısı yazmayı sürdürür.

YENİ HAYAT (1994)

Yeni Hayat – Orhan Pamuk

“Bir gün bir kitap okudum ve hayatım değişti.” cümlesiyle meşhur olan eseri Yeni Hayat‘tır.

Üniversite öğrencisi bir genç, şehirden şehire otobüs yolculuklarıyla ölümü kovalamaktadır.

Okuduğu bir kitaptan sarsılarak etkilenen, sayfalardan neredeyse fışkıran ışığa bütün hayatını veren ve kitabın vaat ettiği yeni hayatın peşinden koşan genç bir kahramanın olağanüstü hikâyesi bu. Kitabın etkisiyle âşık oluyor, üniversite öğrenciliğinden uzaklaşıyor, İstanbul’dan ayrılıyor, bitip tükenmeyen otobüs yolculuklarına çıkıyor, taşra şehirlerine doğru savruluyor. Onunla birlikte ve aynı hızla sürüklenen okuyucu, kahramanın okuduğu kitabı değil, başından geçenleri izleyerek bize özgü bir hüznün ve şiddetin ta kalbinde buluyor kendini. Siyah-beyaz televizyonlu kahvelere, video seyredilen otobüslere, trafik kazalarına, siyasi kumpas ve cinayetlere, bayi örgütlerine, paranoyakça kuramlara, saat kadar dakik muhbirlere, kaybolan eski eşyaların şiirine ve taşranın öfkesine uzanan bu harikulade yolculuk, Orhan Pamuk’un çağdaş dünya romanının en özgün yaratıcılarından biri olduğunu bir kere daha kanıtlıyor. Bir yandan Hayat’ın, Eşsiz Anlar’ın, Ölüm’ün, Yazı’nın, Kaza’nın sırlarına, bir yandan da çocukluğun resimli romanlarına, bir belirip bir kaybolan arzu meleğine ve Dante’nin, Rilke’nin şiirlerine açılan benzersiz bir roman. Hayatla okumanın kesiştiği alanda seyreden ve her sayfada katman katman genişleyen sarsıcı bir yol hikâyesi.

BENİM ADIM KIMIZI (1998)

Benim Adım Kırmızı – Orhan Pamuk

Benim Adım Kırmızı: 1591 kış ayları, İstanbul, iki erkek çocuk annesi Şeküre’nin kocası dört yıldır savaştan dönmemiştir. Şeküre baba evine döner. Şeküre’nin babası Enişte Efendi Padişahın emri ile gizli bir kitap yaptırmaktadır. Kitabın gizi Avrupai usuller kullanarak res-medilmesidir. Enişte Efendi Osmanlı sarayının ünlü nakkaşları Kelebek, Zeytin ve Leylek’i kitabın nakışlarını yapmaları için görevlendirir. Tezhibi de Zarif Efendi yapmaktadır. Koyu bir taassup içinde olan Erzurumlu Hoca Efendi de nakkaştır. Padişahın yaptırdığı kitabın hazırlanmasına karşı çıkar ve nakkaşlar arasında tartışma yaratır. Geleneklere ve dine aykırı bir şeyler çevrildiğini söyler. Zarif Efendinin işlerine köstek olacağını anlayan nakkaşlardan biri (Zeytin) Zarif Efendi’yi öldürür. Enişte Efendi kendisine yardım etmesi için yeğeni Kara’yı (ünlü bir nakkaş)İstanbul’a çağırır. Kara, Enişte Efendi’nin kızı Şeküre’yi sevmiş, aşkını ona söyleyince evden kovulmuştur. Kara şehir şehir dolaşmış, ama Şeküre’yi unutamamıştır. Enişte Efendinin bu çağırışı üzerine on iki yıl sonra İstanbul’a döner. Bir süre sonra Enişte Efendi de öldürülür. Katili Kara bulur. Şeküre ile evlenir.

KAR (2002)

Kar – Orhan Pamuk

Kar: Kerim Alakuşoğlu (Ka) on iki yıl Almanya’da sürgün yaşamıştır. Türkiye’ye dönüşünden dört gün sonra gazetelerde çıkan kadın intiharlarını araştırmak, halkı aydınlatmak ve röportaj yapmak için Kars’a gider. Ağır ağır ve hiç durmadan yağan karın altında sokak sokak, dükkân dükkan bu hüzünlü ve güzel şehri tanımaya çalışır. Ağzına kadar işsizlerle dolu çayhaneler, dışardan gelen ve kardan dolayı mahsur kalmış bir tiyatro kumpanyası, intihar eden, türban direnişi yapan kızlar, çeşitli siyasal gruplar, gizli gerici İslamcı gruplar, dedikodular, söylentiler roman boyunca sürer. Karpalas Otelinin sahibi, çocukluk aşkı ve romanın sonunda her şeyin az çok düzeldiğinde ayrılmak zorunda olduğu ipek (KA, İpek’i çocukluluğundan beri sevmektedir, ipek sonra başka biriyle evlenip ayrılmış).

MASUMİYET MÜZESİ (2008)

Masumiyet Müzesi – Orhan Pamuk

Masumiyet Müzesi: Hayatımın en mutlu ânıymış, bilmiyordum.” Orhan Pamuk’un aşk romanı diyebileceğimiz kitabı bu sözlerle başlıyor…

1975’te bir bahar günü başlayıp günümüze kadar gelen, İstanbullu zengin çocuğu Kemal ile uzak ve yoksul akrabası Füsun’un hikâyesi: Hızı, hareketi, olaylarının ve kahramanlarının zenginliği, mizah duygusu ve insan ruhunun derinliklerindeki fırtınaları hissettirme gücüyle, Masumiyet Müzesi, elinizden bırakamayacağınız ve yeniden okuyacağınız kitaplardan biri olacak.

Masumiyet Müzesi’ni okurken yalnız aşk hakkında değil, evlilik, arkadaşlık, cinsellik, tutku, aile ve mutluluk hakkındaki bütün düşüncelerinizin derinden etkilendiğini ve kitabın rengârenk dünyasından hiç ayrılmak istemediğinizi göreceksiniz.

Romanı yazdıktan dört yıl sonra, 2012’de, Pamuk romanıyla aynı adlı müzeyi Çukurcuma’da açtı. Şimdiye dek on binlerce ziyaretçinin gezdiği müze için ünlü sanat tarihçisi Simon Schama, Financial Times gazetesine yazdığı yazıda, “Dünyadaki en güçlü, en güzel, en insanî ve en etkileyici çağdaş sanat eseri,” diye yazdı. “Aynı zamanda hem şiir hem karamizah gibi; hem zarif ve şefkatle dolu, hem de kutu kutu, vitrin vitrin, estetik olarak muhteşem.”

KAFAMDA BİR TUHAFLIK (2014)

Kafamda Bir Tuhaflık

Kafamda Bir Tuhaflık hem bir aşk hikâyesi hem de modern bir destan. Orhan Pamuk’un üzerinde altı yıl çalıştığı roman, bozacı Mevlut ile üç yıl aşk mektupları yazdığı sevgilisinin İstanbul’daki hayatlarını hikâye ediyor.

1969 ile 2012 arasında, kırk yılı aşkın bir süre Mevlut, İstanbul sokaklarında yoğurtçuluk, pilavcılık, otopark bekçiliği gibi pek çok iş yapar. Bir yandan sokakların çeşit çeşit insanla dolmasını, şehrin büyük bölümünün yıkılıp yeniden inşa edilmesini, Anadolu’dan gelip zengin olanları izler; diğer yandan ülkenin içinden geçtiği dönüşümlere, siyasi çatışmalara, darbelere tanık olur. Onu başkalarından farklı kılan şeyin, kafasındaki tuhaflığın kaynağını hep merak eder. Ama kış akşamları boza satmaktan ve sevgilisinin aslında kim olduğunu düşünmekten hiç vazgeçmez.

Aşkta insanın niyeti mi daha önemlidir, kısmeti mi? Mutluluk veya mutsuzluğumuz bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa bizim dışımızda mı gelişip başımıza gelirler? Kafamda Bir Tuhaflık bu sorulara cevap ararken aile hayatıyla şehir hayatının çatışmasını, kadınların ev içlerindeki öfke ve çaresizliklerini resmediyor.

KIRMIZI SAÇLI KADIN (2016)

Kırmızı Saçlı Kadın

Kırmızı Saçlı Kadın: İlk aşk deneyimi bütün bir hayatı belirler mi? Yoksa kaderimizi çizen yalnızca tarihin ve efsanelerin gücü müdür? Orhan Pamuk, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Kırmızı Saçlı Kadın’da bizi otuz yıl önce İstanbul yakınlarındaki bir kasabada liseli bir gencin yaşadığı sarsıcı bir aşk hikâyesiyle, büyük bir insanî suçun peşinden sürüklüyor…

Benzer İçerikler:

İlginizi Çekebilir:
Kapalı
Başa dön tuşu