Ömer Bedrettin Uşaklı Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Ömer Bedrettin Uşaklı Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Ömer Bedrettin Uşaklı (d. 24 Ağustos 1904, Uşak – ö. 24 Şubat 1946, İstanbul) Şair, kaymakam, milletvekili.

Ömer Bedrettin Uşaklı

Ömer Bedrettin Uşaklı, 1904’te Uşak’ta doğdu. 24 Şubat 1946’da İstanbul’da yaşamını yitirdi. Sivas Kadısı Ömer Efendi’nin oğlu. 1924’te İstanbul Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdi. 1927’de Mülkiye Mektebi’nden (Siyasal Bilgiler Fakültesi) mezun oldu. Mudanya Kaymakam Vekilliği’ne atandı. 1928’den sonra kaymakam oldu. Manavgat, Ünye, Şavşat ve Edremit ilçelerinde görev yaptı. 1938-1943 arasında mülkiye müfettişliğine atandı. 1943’te Kütahya’dan milletvekili seçildi.

TBMM’nin VII. döneminde Kütahya milletvekili (1943-1946) iken verem hastalığından dolayı tedavi gördüğü İstanbul Yakacık Senatoryumu’nda 24 Şubat 1946 tarihinde henüz 42 yaşındayken vefat etti.

Edebi Kişiliği

1925’te “Milli Mecmua”da çıkan şiirlerle adını duyurdu. Daha sonra şiirleri Hayat ve Varlık dergilerinde yayınlandı. Anadolu’da görev yaptığı sırada gezip gördüğü yerlerdeki izlenimleri şiirlerinin temel konusu oldu.

Biçim açısından Hecenin Beş Şairi‘ne yakın durur. Ama öz yönünden onlardan ayrılır. Daha çok Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon çizgisindeki yurt şiiri anlayışının etkisindedir.

Şiirlerinde izlenimci bir gözle algıladığı doğayı, ülke gerçekleri ve bireysel duyarlılığını özgün bir yaklaşımla yansıtır. Annesi ile çocuğunun ölümü, ayrılık acısı, gurbet tedirginlikleri, görev yaptığı, gezip gördüğü yerlerdeki toplumsal sorunlar duyarlılığını besleyen başlıca öğeler oldu. Son dönemde çağdaş Fransız şiirinden de yararlandı.

Öz ve sade bir söyleyişi vardı. Şiirlerinin önemli bir bölümü Türk Müziği bestekarları tarafından bestelenmiştir. Özellikle Kaptanzade Ali Rıza Bey ve Cevdet Çağla’nın yaptığı besteler halk tarafından çok sevilmiş ve beğenilmiştir. Bu gün bile bu şarkılar dillerdedir ve yeni kuşaklar tarafından benimsenmektedir. Yıldızların Altında, Eğilmez Başın Gibi, Kapıldım Gidiyorum adlı besteler buna örnek verilebilir.

Şiirleri üzerinde yeterince önemle durulmamış, bugünün kuşaklarının tanıyıp değerlendirmesi gereken bir şair olduğu söylenir.

Ömer Bedrettin Uşaklı Eserleri

Şiir kitapları:

  • Efe’nin Bayramı,
  • Deniz Sarhoşları, 1926 (değiştirilmiş 2. Basım, 1929).
  • Yayla Dumanı, 1934.
  • Sarı Kız Mermerleri, 1940; Yayla Dumanı-Seçme Şiirler.
  • Deniz Hasreti,
  • Veda,
  • Aşkımın Kini,
  • Bir Hançer İstiyorum,
  • Dağ Başında Bir Gece,
  • Efe’nin Müjdesi,
  • Engin Şarkısı
  • Kim Bilir?
  • Sevgiliye,
  • Sevgiliye Üç Sual,
  • Sılaya Giderken,
  • Son Dilek,
  • Yıldızların Altında
  • Munzur Dağları

Ömer Bedrettin Uşaklı’nın Şiirlerinden Örnekler

YILDIZLARIN ALTINDA

Benim gönlüm sarhoştur
Yıldızların altında
Sevişmek ah ne hoştur
Yıldızların Altında

Sular rüzgârı dinler
Âşıklar hep serinler
Çoban yolları inler
Yıldızların altında

Yanmam gönlüm yansa da
Ecel beni ansa da
Gözlerim kapansa da
Yıldızların altında

Mavi nurdan bir ırmak
Gölgede bir salıncak
Bir de ikimiz kalsak
Yıldızların altında

Ne keder ne yas olur
Çakıllar elmas olur
Bir kadeh bir tas olur
Yıldızların altında

Ettiğim ah değildir
Bahtım siyah değildir
Buse günah değildir
Yıldızların altında

DENİZ HASRETİ

Gözümde bir damla su deniz olup taşıyor
Çöllere kalmış gibi yanıyor, yanıyorum.
Bütün gemicilerin ruhu bende yaşıyor
Başımdaki gökleri bir deniz sanıyorum.

Nasıl yaşacağım ey deniz senden uzak?
Yanıp sönüyor gibi gözlerimde fenerin.
Uyuyor mu limanda her gece sallanarak
Altından çivilerle çakılmış gemilerin?

Sevmiyorum suyunda yıkanmamış rüzgarı
Dalgaların gözümde tütüyor mavi, yeşil.
İçimi güldürmüyor sensiz ay ışıkları
Ufkunda yükselmeyen güneşler güneş değil.

Bir gün nehirler gibi çağlayarak derinden
Dağlardan, ormanlardan sana akacak mıyım?
Ey deniz, söyle bir gün sana bakacak mıyım
Elma bahçelerinden, fındık bahçelerinden?

BURSA’DA AKŞAM

Bu gün de sonbahardan süzülüp doğdu akşam
Dağların yere indi koyu serin gölgesi.
Uludağ etekleri al ipekten bu akşam
Düştü yeşil ovaya kubbelerin gölgesi.

Ufuklarda bu akşam ne sis var, ne bulut var
Selvilerin içinde bir alev Emir Sultan.
İçten dualar gibi geçiyor sanki rüzgar
Bir ilahi adaya benzeyen Yıldırım’dan.

Orada ince yollar gölgeleniyor işte
Karşıdan renk içinde solgun ay görünüyor.
Güneşin son nurundan bir damlacık içmiş de
Şu karşıki kulübe bir saray görünüyor.

Gözlerine vurunca kubbelerin gölgesi
Öz cenneti gönlümle seyr ettim ben bu akşam.
Göklerde ne bir nefes, ne de bir kanat sesi
Uludağ etekleri al ipekten bu akşam…

SEVGİLİME

Yolunda gençliğim sönse de, yine
İçimde kız senin aşkın var, yeter.
Baygınlık çöksün de kirpiklerine
O kumral saçlarla beni sar, yeter.

Varlığın uçarken en şakrak çağa
Dolaştım bakıştan, nurdan bir ağa;
Beni öldürmeye ve yaşatmaya
O baygın gölgeli bakışlar yeter.

Karşısında hasretle gelsem dize de
Anlatsam şu gönül ne felekzede.
Bahar yollarında ikimize de
Menekşe türbeli bir mezar yeter.

UFUK HASRETİ

Sarp dağlardan örülmüş dört duvar içindeyim
Nerdesiniz güneşler, nerdesiniz ovalar?
Dağılmaz simsiyah bulutlar içindeyim
Nerdesiniz güneşler, nerdesiniz ovalar!

Yine duman kapladı zindanımda her yeri
Çoruh’a savuruyor yaprakları sonbahar.
Nerdesiniz ey sabah ve akşam güneşleri
Nerdesiniz atımı koşturduğum ovalar?

Duvarlara çarparak çırpınan bir kuş gibi
Gözlerim uzak geniş bir ufku arıyor.
Çoruh, dağlar içinde akamaz olmuş gibi
Süzülerek geçtiği ovaları anıyor.

Ufuk… Ufuk… Upuzun deniz olsun, göl olsun!
Gözlerimi dikince kanarak indireyim
Doğan, batan güneşleri içime sindireyim
Ufuk… Ufuk.. İsterse alevden bir çöl olsun…

Bir gün ufuk derdine gönlümü verip bir an
Ufuk… diye dağları gözümle deleceğim…
Bir gün ufuk! Diyerek bu çıplak kayalardan
Bir siyah kartal gibi göğe yükseleceğim…

BİR HANÇER İSTİYORUM

Portakallar altında geçmiyor bu yıl güzüm
Gönlüm uzak bir köyün gelecek baharında.
Aylar var ki, ey tanrım, görünmez oldu yüzüm
Dört atlı yaylıların süslü aynalarında.

Dağlar önümde boy boy, güneş gözümde tel tel
At üstünde söylenen şiirler kadar güzel
Türküler yakılacak ölümler istiyorum.

Bayburt’un kalesinden sakatlar geçmez elbet
Çoruh’un sularından hastalar içmez elbet
Yiğitçe saplanacak bir hançer istiyorum.

SON ŞEHİR

Anneme

Duvarda canlı ışıklar bir hayal
Bu yaldızından alevler taşan resim.
Ölümle gölgeli bir düştür, ihtimal
Bakıp bakıp bana mahzunlaşan resim.
Bu ince çerçeveden başlıyor düşüm
Gözümde canlanıyor mavi bir liman.
Bu rengi, bilmiyorum, nerde görmüşüm?
Deniz parıltılı, dağlar duman duman…

Düşünce yollara köy köy, konak konak
Nasıl arardık o aydın şehirleri.
Derinleşen uçurumlardan korkarak
Nasıl geçerdik o azgın nehirleri…
Nasıl arardık o aydın şehirleri.

Önümüzde şarkın o kar yüklü damları
Ve işte buzdan ışıklarla bir şafak!
Beyaz ufuklara karşıydı camları
Benim kızaktır o billur yokuşta bak!
Ve işte buzdan ışıklarla bir şafak!

Bir ince kız gibi omuzumda mavzerim
“Çakırcalım” diye başlardı türküler…
Birer ateşti o çapraz fişeklerim
Güneş batınca yavaşlardı türküler
“Çakırcalım” diye başlardı türküler…

Uzaklaşırken at üstünde bahçeden
Düşerdi omuzuma nurdan bakışların.
Limon çiçekleri dallarda ürperen…
Alevlenirdi gururdan bakışların
Düşerdi omuzuma nurdan bakışların…

Bu son şehirde kapanmıştı gözlerin:
Sütun sütundu uzaktan şelaleler.
Deniz güzel… geceler, çeşmeler serin…
Bahar sefasına dalmıştı bahçeler
Sütun sütundu uzaktan şelaleler…

SARIKIZ MERMERLERİ

Afrodit, aşk tahtını kurmuş yüksek başında,
Yakubun rüyasından sanki iz var taşında…
Şahikanda yaşamış efsane dünyaları,
Senden birer parçaymış kainatın dağları…
Yalçın tepelerinde kartal saklı yuvalar,
Eteğinde Aşil’den ses veren Truvalar;
Binbir çiçek açarken ormanlarında yer yer,
Saçlarını tararmış körfezinde periler…
Bahar, meşalelerle sende alkışlanırmış,
Yapraklar solarken de başında ağlanırmış…
Venüs, şen sahilinde yatarmış kumsallara,
Her taşın bir taç gibi sunulmuş krallara…
İlyad’ı çamlarının dibinde yazmış Homer,
Lesbos’tan akşamları seyretmiş seni Bodler…
Barbaros, göklerinde tanımış ülkelerini,
Yeşil ormanlarında yapmış gemilerini…
Sarıkız’ın derdiyle çatlamış kayaların,
Sarıkız’ı anarak esiyormuş rüzgarın…
Taşında ve suyunda ağlıyor onun sesi,
Zümrüt tepelerinde türkmenlerin kabesi…
Mağrur güzelliklerin ruhunda ve tenimde,
Senin yüksek başından dileğim var benim de…
Bir şey istemiyorum, ne çiçek, ne de çemen…
Ne dağ çileklerinden, ne beyaz çam balından,
Ne gemiler yapılan o kızıl çam dalından…
Ne ceylan, ne de ince türkmen dilberlerinden…
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden…
Ne üstüne destanlar, sevdalar yazmak için;
Ne şekilsiz derdime bir şekil kazmak için…
Fıskiyeli havuzlar, heykeller kurmuyorum;
Mermerinden saraylar yapıp oturmuyorum;
Bir şelale parçası, bir kevser ister gibi,
Onu çürütmeyecek bir cevher ister gibi;
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden…
Ne ceylan, ne de ince türkmen dilberlerinden;
Sarıkız’ın gözyaşı damlamış bir yerinden
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden…
Toprağına gömdüğüm bir dağ sümbülü için,
Eteğine koyduğum bir küçük ölü için…

Benzer İçerikler:

Başa dön tuşu