ağzı kulaklarına varmak
çok sevinmek: 'Çocuklarıma beni misal gösterdiğini, ağzım kulaklarıma vararak öteden beriden işitiyordum.' -R. N. Güntekin.
(bir şeye) kulak (kulaklarını) tıkamak
bir şeyi duymazlıktan gelmek: 'Vücudu içinden duyduğu çöküntülere kulaklarını tıkar, gözlerini yumar.' -A. Ş. Hisar.
(bir şeye) kulak vermek
değer vermek, önemsemek: 'Usa ve gerçeğe uygun anlatışlara kulak verenin olmadığı görüldü.' -Halikarnas Balıkçısı.
boynuz isterken kulaktan olmak
daha iyisini, mükemmelini ararken mevcut olanı yitirmek.
devede kulak (kulak gibi) kalmak
1) çok az önemi olmak, söz etmeye değer bulmamak: 'Kitaptan öğrendikleri, hayattan gözlediklerinin yanında devede kulak kalır.' -S. Birsel. 2) yetersiz, çok küçük veya az olmak: 'Tekaüt aylıkları günün ihtiyaçları karşısında devede kulak gibi kalıyordu.' -R. N. Güntekin.
ense kulak yerinde olmak
tkz. 1) iri yarı olmak; 2) kelli felli olmak.
göz kulak olmak
1) görme, işitme yoluyla bilgi edinmeye çalışmak; 2) mec. gözetmek, korumak, bakmak: 'Öbürü göğsünden ağır yaralı iki erin geriye alınmalarına göz kulak oluyordu.' -A. İlhan.
kabakulak olmak
kabakulak hastalığına yakalanmak: Ahmet kabakulak oldu, üç hafta evden dışarıya çıkamadı.
kelle kulak yerinde
1) kanlı canlı ve iri yapılı olan; 2) gösterişli, itibarlı sayılan: 'Aralarında yaşlı başlı, kelle kulak yerinde, efendiden adamlar da var.' -R. N. Güntekin.
kulağı (kulakları) çınlasın
konuşulan yerde bulunmayan, sevilen biri anıldığında söylenen bir söz: Kulağı çınlasın, bizim arkadaş öyle derdi.
kulak arkası (ardı) etmek
dikkate almamak, göz önünde tutmamak: 'Bazıları hava kirlenmesinde olduğu gibi bu eleştirileri kulak ardı ediyorlar.' -H. Taner.
kulak asmak
önem vermek, dinlemek: 'Bunların sözlerine ne diye kulak asıyor, ona göre yapacağın işi kestiriyorsun?' -M. Ş. Esendal.
kulak kabartmak
belli etmemeye çalışarak dinlemek: 'Karanlıkta, uyuyup uyumadığını anlayabilmek için tüm seslere kulak kabartarak yanına uzandım.' -E. Şafak.
kulak kesilmek
büyük bir dikkatle dinlemek: 'Çok kızgın bir fikir çarpışmasının üzerine gelmişim, kulak kesildim.' -İ. H. Baltacıoğlu.
kulak kıvırmak
domatesin olgunlaşmasını sağlamak için işlem yapmak.
kulak (kulağını) tırmalamak
kulağı rahatsız etmek: 'Evde kimse yoktu sözü kulağını tırmaladı.' -M. Ş. Esendal.
kulak misafiri olmak
yanında konuşulanları konuşmaya katılmadan dinlemek: 'Her önünden geçtiğim insanın söylediklerine kulak misafiri oluyorum.' -O. V. Kanık.
kulak tutmak
dinlemek, işitmek istemek.
kulak vermek
merak edip dinlemek, işitmeye çalışmak: 'Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın / Bir vatan kalbinin attığı yerdir' -N. H. Onan.
kulakları dolmak
aynı şeyi dinlemekten usanmak.
kulakları paslanmak
çoktan beri müzik dinlememiş olmak.
kulakları patlatmak
Gürültüyle rahatsız etmek: 'Kulakları patlatan bir ses bütün ormanı, bütün kuşları, bütün dünyayı susturdu.' -M. Ş. Esendal.
kulaklarına kadar kızarmak
çok utanmak.
kulaklarını dikmek
hayvan dikkat kesilmek.
kulaklarının pasını gidermek
çoktan beri dinlememişken müzik dinlemek.
Ayrıca bakınız -> https://www.turkedebiyati.org/turkcede-kulak-sozcugu/